Belediye Sosyalizmi mi? Sınıf mücadelesi mi?
Gökmen Kılıç
Solun seçimlerle ilgili başı hep dertte olmuştur. Düzen partilerinin alışılageldik seçim yöntemleri toplum tarafından normal kabul edildiği ölçüde solun seçim pratikleri bir türlü yerli yerine oturmamaktadır. Nasıl otursun ki? Siyasetin güçle, parayla ve kurnazlıkla yürütüldüğü bir düzende solun bunlardan tamamen sıyrılması ancak seçimleri de aşacak siyasal bir gücü üretmesiyle mümkün olabilirdi.
Seçimlere atfedilen önemle seçimlerin tamamen dışlanması arasında solda zaman zaman yaşanan tartışma son yıllarda yeni bir aşamaya girmiş görünüyor. Türkiye solunun önemli bir bölümü bugün seçimlere doğrudan ya da dolaylı olarak katılım sağlıyor. Ancak bu durum eski bir tartışmayı da yeniden ele almayı gerektiriyor. Bugün sol siyasetin yerel seçimlerden çıkan sonuçlarla edineceği görevleri “yerelleşme” adıyla bir yöntem olarak kavramsallaştırmasına itirazımız bulunuyor.
31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerin sol ve sosyalist güçler adına neyi ifade ettiği, hangi imkan ve kısıtlara sahip olunduğu temel bir tartışma olarak görülmelidir.
Türkiye sol tarihinin yerel yönetim deneyimlerine bugünden bir pencere açarsak, niyetinden kuşku etmeyeceğimiz halkçı ve kamucu bir çaba içinde olunduğunu söylemeliyiz. 1980 öncesinde Fatsa ve yakın dönemimizde Ovacık’ın önce çıktığı sol belediyecilik örnekleri bizler açısından tarihimizin değerli deneyimleri oldular. Ancak bu ve benzeri örneklerin “yerel demokrasi”, “özyönetim” gibi kavramsallaştırmalarla siyasi bir argümana dönüştürülmesi, yerel yönetim anlayışımızın iddia ve sınırlarını belirlememiz gerektiğini bir kez daha bizlere hatırlatmalıdır.
FATSA’DAN OVACIK’A YEREL YÖNETİMLER: BİR BAKİYEYE SAHİP MİYİZ?
Türkiye’de sol tarih seçimler konusunda zengin örneklere sahip değil. Yine de 12 Eylül’den hemen önce hepimizin bildiği “Terzi Fikri” örneği çokça üzerine konuşulan örneklerden biri olmuştur. 1979’da Fatsa’nın bağımsız belediye başkanı seçilen Fikri Sönmez’in yerel yönetiminde kurduğu “Halk Komiteleri” Fatsa halkı başta olmak üzere Karadeniz Bölgesi’nde birçok soruna karşı siyasallaşmış bir halk örgütlenmesini temsil ediyordu. Terzi Fikri’nin Fatsa’sı kampanyalar, halk şenlikleri ve mitinglerle halkın siyasallaşmasına önemli katkılar sağladı. Fatsa deneyimi Terzi Fikri’nin 12 Eylül’ün hemen öncesinde görevden alınarak tutuklanmasıyla son bulmuştu. Darbeci Kenan Evren’in “Biz gelmesek Fatsa’dakiler gelecekti” sözü dönemin siyasal ruhunu anlamamız bakımından önemlidir. Solun güçlü olduğu ve iktidara göz kırptığı bir dönemde Fatsa örneği toplumsallaşma konusunda etkili bir örnek olmuştu.
Bir diğer örnek Dikili’nin “komünist Osman” lakaplı belediye başkanı Osman Nuri Özgüven’dir. Her ne kadar Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) üyesi olsa da, 1984 yılından başlayarak Dikili’de suyun halka ücretsiz verilmesini savunmuş ve buna benzer halkçı uygulamaları nedeniyle adı komüniste çıkmıştı. Osman Nuri Özgüven suyun temel bir yaşam hakkı olduğunu söyleyerek parayla satmayı reddettiği için hakkında belediyeyi zarar uğratmaktan ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştı.
Türkiye’nin çeşitli ilçelerinde de halkçı diyebileceğimiz ilçe belediyeleri kazanıldı: Hopa, Samandağ, Hozat, Mazgirt gibi ilçelerin sol ve halkçı yerel yönetimleri oldu.
Yakın dönemin en etkili örneği ise Ovacık ve Tunceli belediyelerini “komünist başkan” adıyla anılan M. Fatih Maçoğlu’nun kurulan sol ittifakın desteğiyle kazanması olmuştu. Ovacık örneğinin halkçı uygulamalar,ı yakalanan popülerlikle birleşince Maçoğlu’nu Tunceli Belediyesi’ne taşınmıştı.
Tüm bu örneklerin sol, sosyalizm ve komünizm ideallerinin toplum nezdinde daha meşru bir zemine gelmesine olanak sağladığı kabul edilebilir bir iddiadır.
Kürt siyasetinin şimdiye kadar kazandığı il ve ilçe belediyeleri ise özgün bir alan olarak değerlendirme konusu yapılmalıdır. Son yerel seçimlerin ardından çoğunlukla kayyum atanan belediyelerin sol ve halkçılık bağlamında bile şekilsel bir pozisyona sahip olmadığı bir köşeye yazılmalıdır. Gerçekten de geçmişten bu yana Kürt siyasetinin hakim olduğu belediyelerde halkçı ve kamucu karakterin varlığı birkaç istisna dışında tartışmalıdır.
Alt alta yazıldığında birkaç örneği geçmeyen sol ve sosyalist belediyecilik örneklerini romantik bir çerçevenin dışına çıkarırsak, bugün elimizde sol adına kalıcı bir mevzi elde edemediğimiz samimiyetle tespit edilmelidir. Kalıcı mevziden ne anladığımız konusunda ise yanılgıya düşmemek için bir uyarı yapmamız gerekiyor: Toplumcu yerel yönetim deneyimleri, bir örgütlenme modeli ve kurtarılmış bölgeler stratejisi olarak ele alınmamalıdır. Solun yerel idarelerde sermayenin toplumla kurduğu bağları zayıflatan ve bütünlüklü stratejisine güç kazandıran ve geleceğe devredilen eden tutarlı bir örneği ne yazık ki bulunmuyor.
Tersinden, günümüzde çokça dillendirilmeye başlanan, “yerel demokrasi” ve “özyönetim” gibi hedef ve programı belli olmayan siyasi argümanlar sol siyaset içerisinde giderek güçlenmektedir. Bunun en önemli sonucu, toplumun düzenin değişeceğine olan inancının bu pratiklere rağmen ( veya bu pratiklerle beraber) zayıflamış olduğu gerçeğidir. Zaten devleti bir araç olarak önemsizleştiren ve dolayısıyla bütünlüklü bir iktidar mücadelesini göz ardı eden, onun yerine yerel sorunların çözümünü ikame eden bir siyasal çizginin sosyalist iktidarı hedeflemesi beklenmemelidir.
Yerel yönetimler bahsinde başka bir nokta ise sosyalist belediyecilik ya da komünist belediyecilik gibi kavramların bizleri benzer sonuçlara götüreceği gerçeğidir. Öncelikle yerel yönetimlerin tek başına yapabileceklerinin bu düzen içinde sınırları bulunmaktadır. Oluşabilecek imkanlara fazla anlamlar yüklemenin siyasal iktidar mücadelesini zayıflattığı bilinmelidir. Bir diğer sorun da, sosyalizm ve komünizm gibi ancak siyasal ve toplumsal devrimlerle ulaşılacak sistemlerin mikro ölçekte yaşanabileceği yanılsamasıdır.
Bu gerçekler ışığında Türkiye’de sol ve sosyalist siyaset acilen kendine gelmeli, düzenin seçim pratiğine kendisini kaptırmadan siyasal etkisini artırmanın yollarını aramalıdır.
KANTARIN TOPUZUNU KAÇIRMAK: YEREL DEMOKRASİ, ÖZYÖNETİM YA DA “BELEDİYE SOSYALİZMİ”
Yukarıda bahsettiğimiz gerekçelerle sol siyaset açısından, sosyalist yerel yönetimler ve doğrudan demokrasi gibi kavramların kullanımında kantarın topuzu çoktan kaçmış durumdadır. Yerel seçimlerde kimi partiler sözde sosyalist belediyecilik argümanı adı altında solculuk oynayan programlar açıklamaktadırlar. Popüler adayların kimliği üzerinden düzenin temel sorunları pas geçilmekte ve temel siyasi programların üzeri örtülmektedir. Bölgelere göre sorunlar elbette bir değerlendirme ve mücadele konusu yapılabilir; fakat yerele indirgenen her sorunun bölünmüş ve kompartmanlara ayrılmış sorunlar etrafında başka bir siyasi çizgiye dönüşme riski taşıdığı unutulmamalıdır.
Bunlardan biri de “belediye sosyalizmi” olarak bilinen tarihsel reformcu çizgidir. Lenin’in belediye sosyalistleri üzerine yaptığı eleştirileri yeniden hatırlamakta fayda var:
“Batıdaki burjuva aydınları, İngiliz Fabianlarına benzer biçimde, belediye sosyalizmini tam da, sosyal barış, sınıflar arası uzlaşma düşü kurdukları ve kamuoyunun dikkatini iktisat ve tüm devlet düzeninin temel sorunlarından, yerel özyönetimlerin küçük sorunlarına çekmeye çalıştıkları için, ‘eğilim’ derecesine yükseltmişlerdir.”
Belediye sosyalizmi, yerel demokrasi ve yerinde özyönetim gibi kavramlar bugüne ait yeni kavramlar değildir. Marx ve Engels’ten Lenin’e kadar II. Enternasyonal revizyonistleriyle yürütülen ve sonraki yıllarda da devam eden önemli tartışmalardan biridir.
Özellikle Avrupa’da başlayan tartışmalarda Paris Komünü’nden yerelci bir model çıkarmak, komün deneyimini yerel yönetim düzeyine indirgemek gibi eğilimler ortaya çıkmıştı. Devamında kooperatifçilik ve kurtarılmış bölgelerde sosyalizmin inşası gibi birçok ütopyacı görüşün aynı revizyonist çuvalın içinden çıkması da tesadüf değildir.
Lenin, yerelleşme ve belediyeleşme konusunda önemli eleştirilerde bulunarak, bu tür eğilimlerin devrimci programın zayıflamasına ve parçalanmasına yol açacağı uyarısında bulunmaktadır:
“Dikkatler yerel nitelikli küçük sorunlara – burjuvazinin sınıf olarak egemenliği sorununa değil, bu egemenliğin temel araçları soruna değil, bilakis burjuvazinin ‘halkın gereksinimleri için’ ayrılmasına izin verdiği üç-beş zavallı kırıntının harcanması sorununa çekilir”
Sosyalist devrim mücadelesi açısından yerel yönetimlerin sosyalizmin temel bir aracı haline dönüşeceğini düşünmek, bunu bir yöntem olarak benimsemek kabul edilemez bir hata olacaktır. Bu anlamıyla belediyecilik üzerinden sosyalizmin inşası ya da yerel demokrasi, yerel sosyalizm gibi hedeflerin devrimin anti-tezleri olduğu görülmelidir. Son tahlilde, tüm bu iddialar düzen değişikliği yerine düzenin sosyal yanlarının genişlemesini öngören liberal bir anlayışa varmaktadır.
“Bizzat burjuvazinin ‘halkın gereksinimleri’ için, sağlık hizmetleri için, eğitim için vs. para harcadığı bir yerde sınıf mücadelesinden nasıl söz edilebilir? Eğer özyönetimler sayesinde ‘ortak mülkiyeti’ birazcık ve yavaş yavaş genişletmek ve üretimi ‘toplumsallaştırmak’ olanaklıysa, sosyal devrime ne gerek var?”
Yerelciliğin aynı zamanda sivil toplumculuğun temel argümanlarından biri olduğu da hatırlanmalıdır. Yerel ihtiyaçlar hasıl olduğu ölçüde kapitalizmin basit çözümleri sistemin sürdürülmesine olanak sağlamaktadır. Burjuva bireyciliğinin öncelendiği ve özel mülkiyetin güvence altına alındığı sivil toplumcu oluşumlar en iyimser ihtimalle bugünkü Avrupa sosyal demokrasisinin en güçlü ideolojik araçlarıdır. AB merkezli kooperatifçi, yerelci ve özyönetimci anlayış Lenin’in de belirttiği üzere, düzen içinde sözde ortak mülkiyet alanları yaratarak devrimci hedeflerin üstünü örtmektedir.
Bu sürecin siyasal çıktılarını daha fazla detaylandırmak mümkündür. Yerel belediyecilik modelinin sınıf mücadelesi açısından kapitalizmin önemli ihtiyaçlarını karşıladığını söyleyebiliriz. Bugün devlet tarafından sağlanması gereken kamusal hizmetlerin devletten bağımsız özerk yerel yönetimler üzerinden yürütülmesi meşruluk kazanıyor. Siyasal iktidarın merkezi ve topyekûn bir mücadele meselesi olmaktan çıkarılması da düzenin toplum üzerindeki kontrolünü kolaylaştıran başka bir etmendir.
Peki ne yapmak gerekiyor?
Sosyalist siyasetin yerel demokrasi ve özyönetim gibi düzenin siyasal argümanlarını reddetmesi ve düzende gedikler açacak devrimci bir programlarla hareket etmesi bir zorunluluktur. Önümüzdeki yerel seçimlerde güç biriktirmek ve kalıcı mevziler elde etmek için demokrasi oyununa değil, sınıf mücadelesine ihtiyacımız bulunuyor.