Sosyalist Güç Birliği kime emanet?
Behiç Oktay
Türkiye 14 Mayıs’ta sandık başına gitti, oyunu kullandı ve bir AKP ‘zaferi’ ile karşı karşıya kaldı. Ve yine her seçimde olduğu gibi seçim döneminde yaşanan bazı olgular “seçim havası başka, olur böyle şeyler” gibisinden bir tavırla geçiştirilmek isteniyor.
Türkiye solunda yoğun tartışmalar ve uzun süre devam eden görüşmeler sonucunda solun ana akımları iki ittifak halinde seçimlere katıldı. HDP’nin başını çektiği Emek ve Özgürlük İttifakı ile dört sosyalist partinin bir araya gelerek kurdukları Sosyalist Güç Birliği İttifakı, 14 Mayıs seçimlerinde pusulada yerini aldı.
İki ittifak arasındaki en önemli fark, emperyalizme ve gericiliğe karşı duruşları ve daha genel anlamında ise politik kimlikleridir. SGB kendisini açık ve net bir şekilde sosyalist bir ittifak olarak ifade etti, ancak HDP’nin başını çektiği ittifakın sosyalist bir kimlikle ifade edilmesinin zorlukları bulunuyor. HDP yıllardır sosyalist siyaseti kendi içinde soğuruyor olmasına rağmen kendisini sosyalist olarak tanımlamıyor. Ancak radikal ve liberal bir muhalefet çizgisini temsil ettiği söylenebilir. Bu anlamıyla Emek ve Özgürlük İttifakı’nı, içindeki sosyalist ve devrimci güçlere rağmen, HDP’nin kendi rengini çaldığı bir ittifak olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Seçim sürecinde, SGB bir bütün olarak olmasa da, SGB bileşeni partilerden bazıları Emek ve Özgürlük İttifakı ile SGB arasındaki ayrımları yok edecek bir adım attılar. Seçim döneminde Türkiye solunun önemli bir kısmı, ki buna SGB bileşeni bazı partilerde dahildir, Kemal Kılıçdaroğlu’na oy çağrısı yapmıştı. Bir yanda utanmadan sıkılmadan destekleyenler, diğer yanda bunun faşizme karşı mücadelede en gerçekçi yol olduğunu savunanlar, diğer yanda başka pazarlıklar sonucunda çıkar ilişkisi gereği destekleyenler ya da AKP’nin gitmesine dayandıranlar… Ama eninde sonunda hepsi aynı yerde buluştular.
Seçim sonrası ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilememesi ve sonrasındaki gelişmeler Türkiye solunda CHP’ye ve Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik eleştirilerin artmasına neden oldu. Hatta bu eleştiriler, doğrudan CHP’nin içinden gelirken, birlikte sağa açılımı yenilik diye ortaya koyanlar bu kez birbirlerini solcu olmamakla suçlamaya başladılar. Sosyalist solda durduğunu düşündüğümüz bazı partiler ne olduysa Mayıs’a kadar el üstünde tuttukları, umut olarak pazarladıkları Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye karşı birdenbire karşıt bir duruş sergiler oldu. Ancak bu partilerin seçim sonrasında CHP’ye karşı duruşlarının CHP Kurultayı sonucuna bağlı olarak değişebilme ihtimali ise oldukça yüksektir. Örneğin adaylığını açıkladığı toplantıda ve sonrasında sola selam çakan Özgür Özel’in solun bazı kesimlerinde yerel seçim öncesi bir heyecan yarattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun için, Özgür Özel’in Gazete Duvar’a verdiği röportajdaki şu sözlere bir bakalım:
“Cumhuriyet Halk Partisi’nin sol, sosyal demokrat kimliğini unutmaması ve bunu doğru tarif etmesi gerekiyor. Kendisinden daha solda olanlarla, kendisinin durduğu yer açısından da kıymetli olan yapılarla temastan kaçmaması gerekiyor. Toplumun ezilen kesimlerini, kimsenin sahip çıkmadığı kesimlerini, toplumun sadece oy almak için yönelinen ve sonra unutulan kesimlerini sahiplenmek gerekiyor. Buradan örgütlenmeye başlamak gerekiyor. Elbette tersane işçileri, elbette madenciler, elbette tarım işçileri önemli, bunları asla ihmal edemeyiz. Ama bunlarla birlikte motokuryeleri, beyaz yakalıları, mavi yakalıları, gri yakalıları, plazada emeği sömürülenleri görmek gerekiyor. Uzaktan çalıştırılan ve sürekli çalıştırılan, emeği sömürülenleri görmek gerekiyor. CHP’nin görülmeyenleri görmesi gerekiyor. Bunun için çalıştayların, kurultayların yapılması, buna kafa yorulması, buna yönelik hazırlıkların yapılması gerekiyor.”
Özgür Özel’in bu sözleri ve yaklaşımına elbette karşı olmak mümkün değil. Ancak CHP’nin bunları yapabilmesinin sınırları var. Çünkü CHP kapitalizmin sınırları içinde siyaset yapan bir burjuva partisidir. Türkiye solu CHP’nin solculaşmasına umut bağlayarak siyaset üretemez. CHP’nin solculaşmasının Türkiye soluna alan açacağı hayaliyle yaşayanlar, Özgür Özel’i heyecanla beklemeye devam etmektedir.
İşte bu yüzden 2023 seçimleri öncesinde ve sonrasında Sosyalist Güç Birliği’nin önemi daha da belirgin hale gelmiştir.
Sosyalist Güç Birliği’ne ne oldu?
Öncelikle Sosyalist Güç Birliği’nin basit olarak “sol bir araya gelmeli” gibi altı boş bir hedefi yoktu. SGB’nin hedefi, Türkiye’de güçsüzleşen ve etkisi günden güne azalan sosyalist solun tekrar bir güç olarak Türkiye siyasetinde öne çıkmasını hedefliyordu. Bunun yolu da SGB bileşeni olan Devrim Hareketi, Sol Parti, TKH ve TKP’nin bağımsız bir hattı inşa edebilmesinden geçiyordu.
Bu çerçevede SGB’nin yaptığı en doğru hamle Kılıçdaroğlu’nun desteklenmemesi olmuştur. Zaten böyle bir durumda SGB’nin kuruluş amacı tamamen ortadan kalkmış olurdu. Bu nedenle SGB’nin SGB olarak Kemal Kılıçdaroğlu’na destek açıklaması yapmamış olması yerinde ve doğru bir tutum olmuştur. Ancak yine de TKP ve Sol Parti kendi adlarına aldıkları kararlar ile SGB’den ayrı olarak Kılıçdaroğlu’na oy vermeye çağırmış ve bu yönde çalışmıştır. Ancak bu iki partinin Kılıçdaroğlu’na verdiği destek, hiçbir zaman SGB’nin ortak kararı olmamıştır. Fakat bu durum yani SGB bileşenlerinin en temel konuda siyasi farklılıkları SGB’nin de seçim sürecinde etkisiz kalmasının ana nedeni olmuştur. Bununla birlikte bağımsız bir sol odağın şekillenmesi, tam da CHP destekçiliği yüzünden mümkün olamamıştır.
Yine de burada bir kez daha ifade edelim ki, Millet İttifakı’nın ana omurgasını oluşturan CHP’nin ve onun Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun SGB’nin ilke ve hedeflerinin neredeyse hiçbiri ile ortaklığı olmaması ve hatta bazı ilkelerde taban tabana zıtlıklar olmasına rağmen TKP ve Sol Parti’nin desteğini alabilmesi ve kendisi için oy toplatabilmesi, SGB’yi sarsmıştır. CHP’nin laiklik karşıtlarıyla, NATO’cularla, faşistlerle, dincilerle iş birliği yapmasına, “Erdoğan’dan kurtulma” ve “güçlendirilmiş parlamenter sistem” adı verilen burjuva restorasyon programına rağmen bu desteği bulabilmesi, CHP’nin başarısı, solun ise başarısızlığıdır. Türkiye’de solun AKP iktidarına karşı mücadeleyi yükseltirken, kendisini düzen muhalefetine bağlanmak zorunluluğunda hissetmeyi ve bunu asgari müştereklerde bir araya gelmek diyerek meşrulaştırmayı bırakması gerekmektedir.
SGB’nin bağımsız bir odak oluşturamamasının nedenleri iyice düşünülmelidir. Ortada seçim sonrası verilecek bir eleştiri veya öz eleştiri var ise, bunun merkezinde SGB’nin neden kendi mitinglerini, kendi yerel çalışmalarını ve aslında kendi bağımsız seçim çalışmasını örememesi olmalıdır. Toplumda büyük bir heyecan yaratan, Türkiye siyasetinde yıllardır boş kalan ve çok ama çok önemli bir boşluğu doldurma potansiyeli olan SGB neden bu boşluğu doldurabilecek hamleleri yapamamıştır? Bu sorular yanıtlanmadan ve bu engellerin nasıl aşılacağına dair somut çözümler bulunmadan SGB’nin bugünkü haliyle güçlü bir sol-sosyalist odak yaratması pek mümkün değildir.
SGB’nin yeniden harekete geçebilmesi için bileşenlerinin gerçek hedefinin Türkiye’de solun güçlenmesi ve CHP ile HDP gölgesinden çıkması ile mümkün olabileceğini sözde değil özde bir biçimde pratiğe dökebilmesinden geçiyor. Bununla beraber SGB çatısı altında bulunmak isteyen örgütlere veya partilere rezerv konması, “o varsa ben yokum” tarzı yaklaşımlar da gerçekten güçlü bir sosyalist odak yaratılmak isteniyorsa mahkûm edilmelidir.
SGB ne yapmalı?
Seçim döneminde soldan sağa birçok siyasal parti ve örgüt gibi SGB bileşenleri TKP ve Sol Parti’nin “1 oy Kemal’e” politikası da hüsranla sonuçlanmıştır. Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemeyen galiba az sayıda sol-sosyalist özneden birisi olarak TKH ise seçim sürecinden politik olarak doğrulanarak ve aynı zamanda üzerinde SGB’yi güçlendirmek gibi önemli bir sorumluluk ile çıkmıştır.
Gelinen noktada CHP’nin ya da HDP’nin artık Türkiye solunun yapacaklarını etkilemesine izin verilmemelidir. Geçmişten bu yana Türkiye solunda birçok örgütün düştüğü hataya düşülmemeli ve sol kendi yolunu CHP’nin veya HDP’nin solculaşmasına bağlamamalı, kendi yolunu kendi çizmelidir. CHP’nin veya HDP’nin solculaşmasıyla açılacak yol, solun kendi bağımsız yolu değil, ancak yeniden CHP ve HDP’nin kuyruğuna takılmanın yolu olabilir. Bu nedenle her iki düzen partisinden de bağımsız bir hat inşa edilmeli ve güçlenmelidir.
Türkiye’de toplumun AKP karşıtlığı, bir seçimde daha düzen muhalefeti tarafından soğurulmuştur. Türkiye solununda büyük bir kısmı “1 oy Kemal’e” siyasetiyle maalesef buna aracı olmuştur. Zaten umutsuz olan toplum sürecin bir sonucu olarak, daha da apolitikleşme eğilimine girmiştir. Solun en önemli görevlerinden birisi emekçilerin içinde bulunduğu durumun bir kez daha düzen içi unsurlara yönelmesinin önüne geçerek kendi öz gücünü kurmaktır. Bunun yolu da 2023 seçimlerinde yaşanan sorunların ve bunun getirdiği başarısızlığın yeni dönemde tekrarlanmaması için kolları sıvamaktır.