2023 seçimleri ve Yeşil Sol Parti üzerine bir değerlendirme
Kamil Tekerek
Yeşil Sol Parti’yi değerlendirmek için HDP’ye bakmak gerekir
AKP’nin “Pirus Zaferi” kazandığını söyleyebileceğimiz 14 -28 Mayıs seçimleri öncesi ve sonrasında Kürt siyasi hareketi çeşitli tercihlerde bulundu. Seçim platformunda Yeşil Sol Parti çatısı altında yer alan HDP’nin neden bunu tercih ettiği hatırlanacaktır. AKP iktidarı tarafından HDP’ye dönük kapatma davasının seçimin hemen öncesinde de bir şantaj aracı olarak kullanılması, YSP’nin HDP tarafından seçimlere hazırlanması gibi bir gündemi de beraberinde getirdi.
Seçimlerden altı ay öncesinde seçim yeterliliğini HDP’nin attığı adımlar sayesinde tamamlayan YSP, adım adım Kürt siyasi hareketinin yasal siyasi partisi hüviyetini kazanmaya başladı. Seçimler ile birlikte ise bu durum tescillendi. 2023 yılı Ağustos ayında yapılan HDP Kongresi’nde, partinin tüm birikimini YSP’ye doğru kaydıracağı ifade edildi. Eylül ayında Kürt siyasi hareketinin konuyla ilgili çevreleri ve YSP kaynaklarından, partinin adının değişeceği ve Demokratik Halklar Partisi olmasının düşünüldüğü kamuoyu ile paylaşıldı. Dolayısıyla kapatma davası kılıcı altında duran HDP’nin YSP aracılığıyla başka bir partiye dönüşüm süreci yüksek oranda tamamlanmış oldu.
Bu yazıdaki amacımız bu dönüşüm sürecini irdelemek değil. Ki zaten şu ana kadar ifade ettiklerimiz biçimsel bir yana sahip. Dolayısıyla, özellikle seçim döneminde YSP’nin gerek söylemleri, gerekse aday profili, üzerlerine konuşulması gereken yanlar barındırıyor. Buna dair konuşmak içinse öncelikle HDP’nin Türkiye siyasetinde on yılı aşkın süredir oturduğu yeri irdelemek isabetli olacaktır. YSP’nin seçimlerdeki pozisyonunu anlamak açısından bu başlık önem taşır.
HDP döneminin anlam ve önemi nedir?
Kürt siyasi hareketinin yasal parti deneyimlerinin büyük bir çoğunluğu kapatma davası ile karşı karşıya kalmış ve bir dizi parti kapatılmıştır. Ancak bunlar içerisinde 15 Ekim 2012’de kurulan HDP’nin on yılı aşkın süredir Türkiye siyasi sahnesinde yer almaktadır. Bu on yılın ilk kısımları AKP ve sermaye devleti ile yürütülen “çözüm süreci” ile geçerken, kalan kısmında ise düzen muhalefeti cephesinde yer alınmıştır. YSP’nin temel olarak üzerine oturduğu zemin de bahsettiğimiz düzen muhalefeti içerisindedir. Bu açıdan HDP’den YSP’ye geçişte bir uyum problemi ya da bir zemin kaymasından bahsetmek mümkün değildir.
HDP’nin kuruluş dinamikleri ve buna paralel yaşanan gelişmeleri kısaca bazı başlıklar etrafında toplamak gerekirse şunları not edebiliriz:
- HDP, Kürt siyasi hareketi ile AKP ve devlet arasında yürütülen son “çözüm süreci”nin yasal alandaki partisi olarak kurulmuştur.
- Bu kuruluşa paralel olarak devletin PKK lideri Abdullah Öcalan ile bir mesai yürüttüğü bilinmektedir.
- HDP’den önceki parti olan Barış ve Demokrasi Partisi geri plana atılırken, BDP’nin de başkanlığını yapmış olan Selahattin Demirtaş HDP’nin yeni lideri olarak ortaya çıkmıştır.
- Kürt siyasi hareketinin 2010 referandumundaki boykot tutumu çözüm sürecinin arka planını oluşturan temel olgulardan birisi olarak görülebilir. Arada yaşanan Oslo görüşmelerinin ortaya çıkması sonucunda yaşanan kriz, meseleye emperyalizmin dahli vb… başlıklarda fazlasıyla veri sunmaktadır.
- Benzeri şekilde “çözüm süreci” öncesi, sırası ve hatta sonrası dönemlerin hepsi Kürt siyasi hareketi ve özelde HDP açısından Kürt meselesi merkezli demokrasi mücadelesi, statü talebi ve sermaye düzeninin iki kanadı ile yürütülen mesai üzerinden tanımlanmıştır.
- Bahsedilen bu olgunun pratik sonucunun “çözüm sürecinde” AKP ile yürütülen mesaiye, sonrası dönemde ise başta liberaller olmak üzere düzenin restorasyoncu kanadına entegrasyona indirgenmiş olması şaşırtıcı görülmemelidir.
- HDP’nin bir dönem merkeze aldığı “Türkiyelileşme” söylemi özü itibariyle “çözüm sürecinin” temel bileşenlerinden bir tanesi olarak görülmelidir. Bu söylemin bir tarafında Abdullah Öcalan tarafından paradigma haline dönüştürülen “Demokratik Cumhuriyet” tezi, diğer tarafında ise Kürt hareketinin yeni rejime ya da başka bir ifadeyle İkinci Cumhuriyet’e eklemlenme arayışı olduğu açıktır.
- HDP’de cisimleşen bir diğer olgu ise, Cumhuriyet’in tasfiyesinde birinci elden yer alan liberallerin AKP’yle düştükleri ihtilaf karşısında HDP’yi kendilerine üs olarak bellemiş olmalarıdır. Bunun en açık ve pratik sonucu, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal gibi isimlerin YSP’den aday olarak toplumun karşısına çıkartılmasıdır.
- Son bahsettiğimiz iki maddede yazanların bileşkesinin işaret ettiği nokta, Kürt siyasi hareketinin adım adım yeni rejime entegrasyonunun gündeme gelmesidir ki, bu anlamda oldukça mesafe kaydedilmiştir. HDP’nin ideolojik ve politik koordinatları Kürt ulusalcılığı ile liberalizmin yan yana gelmesine kapalı değildi. Gelinen nokta itibariyle, HDP’nin bunun da uzantısı olarak liberal demokrat bir parti karakteri kazandığı, bu özelliğini de YSP’ye devrettiği açık bir şekilde tespit edilebilir. Dolayısıyla, HDP’nin YSP’ye devrettiği tek şey partinin seçimlere girebilmesi için transfer ettiği kadrolar ve üyeler olmamış, bunun da ötesinde genetik geçişkenlik sağlanmıştır.
YSP’nin seçim dönemi pratiği ve sonuçları
Bu arka planla birlikte seçim sahnesinde yer alan YSP’nin seçim pratiğini belirleyen temel olgular yukarıda ifade etmeye çalıştığımız üzere Kürt siyasi hareketinin yönelimleri üzerinden belirlenmiştir. Seçim stratejisi olarak, HDP’nin 2021 yılı Eylül ayında ortaya koyduğu tutum belgesinde ifade edilen başlıkları benimseyen YSP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemiş, parlamento seçimlerinde de Emek ve Özgürlük İttifakı çatısı altında seçimlere girilmiştir.
Seçim sürecini irdelediğimizde, bir noktanın altını çizmek yararlı olacaktır. YSP’nin seçim sürecinin özgün bir yanı bulunmamaktadır. Daha doğrusu devraldığı ya da seçim platformunda temsil ettiği siyasi hatta “özgün katkısı” liberal eksende yeniden bir derleniş olarak okunabilir.
Bu anlamıyla YSP’nin adayları arasında başta Hasan Cemal ve Cengiz Çandar olmak üzere Türkiye’nin en önemli liberal figürlerine ve Yetmez Ama Evetçilerine yer vermesi, sadece Cengiz Çandar’ın siyasete dönüşünün bir yolu olarak yorumlanması pek de mümkün değil. Bunun ötesinde seçim sonuçlarını da aşan bir konumlanışın parçası olarak Çandar aday olmuş ve Diyarbakır’dan seçilmiştir. Yukarıda kısaca ifade etmiştik, YSP’nin devraldığı siyasi hatta 2010 referandumunda alınan boykot tutumu bulunmaktaydı. O dönem evet çizgisinin işine yarayan bu tutumun sahipleri ile o dönemin yetmez ama evetçilerinin yolunun kesişmesi bu açıdan tesadüf olarak görülmemelidir.
YSP ve HDP açısından seçim sonuçları yenilgi olarak kabul edilmiştir. Bu durumun Kürt siyasi hareketinde var olduğu söylenen “özeleştiri kültürü”nün neresinde olduğunu bilememekle birlikte, Kılıçdaroğlu yenilince “yenilmiş sayılanlar” trenindeki büyük bir vagonun sahibinin YSP olduğunu bu noktada ifade etmek gerekmektedir. 2018 seçimlerinde yüzde 11’in üzerinde oy alan HDP’nin oylarının YSP olarak girilen bu seçimde yüzde 8’ler bandında kalmasına ise şaşırmak biraz yersiz görülmeli. 2018 seçimlerinde yüzde 10 barajının aşırtılması için düzen muhalefeti tarafından yürütülen aritmetik siyaset o dönem kendi çapında başarılı olmuştu. Ancak bu seçimlerde AKP iktidarı denklemi bozdu ve barajı yüzde 7’ye çekerek başka aritmetik hesapların yapılmasının önünü açtı. Bu durum siyasal alanı daralan YSP’nin yenilgisi olarak ortaya çıkmıştır.
“HDP Tutum Belgesi”nin hatırlattıkları
HDP’nin 27 Eylül 2021’de açıkladığı tutum belgesinin giriş kısmında Eşbaşkanlar Pervin Buldan ve Mithat Sancar tarafından ifade edilen seçim sürecine dair başlıklar şu şekilde idi.
- Bizler, parlamento seçimleri için “Demokrasi İttifakı” şiarıyla; halklar ve barış ittifakı, kadın dayanışması ve ittifakı, ekoloji ittifakı anlayışı temelinde, toplumsal ve siyasal muhalefet, emek, kadın ve gençlik hareketleri ile en geniş birlikteliği ve ortak mücadele zeminini büyütme ve bu yoldaki güçlü yürüyüşümüzü sürdürme kararlılığındayız. Bunun dışında herhangi bir ittifak içinde yer alma arayışımızın olmadığını açıklıkla vurguluyoruz.
- Keyfiliği ve zorbalığı kurumsallaştırıp kalıcılaştırmayı hedefleyen ve yaşadığımız çoklu krizin ve çözümsüzlüğün başlıca kaynağı olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni ve bu sistemi besleyen yapıları değiştirmek istiyoruz. Amacımız, bu otoriter ve tekçi sistemin yerine güçlü demokrasinin, çoğulcu demokratik sistemin tesis edilmesini sağlamaktır.
- Bu bağlamda Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilkesel buluşmaların gerçekleşmesi, HDP seçmenlerinin ülkenin geleceğinde anahtar bir role sahip olmaları nedeniyle günceldir. İsimler yerine ilkelerin ve yöntemlerin tartışılmasının gerekli olduğu inancındayız.
Burada yazan tüm başlıklar harfiyen yerine gelmiş, HDP-YSP, Millet İttifakı’na dışarıdan destek vermiştir. Daha ötesinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun burjuva düzen muhalefeti, sağından soluna kadar tüm özneleri toparlamış ve hatta bazı devrimci ve komünistler güçler dahi bu dalgaya kapılarak Kemal Kılıçdaroğlu’na oy çağrısında bulunmuşlardır.
Konumuz Türkiye solu değil. Ancak genel anlamda Kürt siyasi hareketinin özelde HDP’nin ya da YSP’nin etkisinin ya da gölgesinin altından çıkamayan Türkiye solunun kendi belini doğrultması mümkün görünmüyor. Devamında, Kürt siyasi hareketinin otuz yıla yaklaşan süre zarfında liberalizme teslimiyetinin ve yeni rejime entegre olmasının pratik sonucu, burjuva düzenin içindeki çelişkiler bağlamında pozisyon almaktan başka bir yola çıkmamaktadır. Başka bir pencereden bakarsak, Kürt hareketinin İkinci Cumhuriyet’e eklemlenmiş olması ile İkinci Cumhuriyet zemininde yükselen tek adam yönetimine karşı çıkması arasında bir çelişki bulunmuyor.
O açıdan sermayeye, emperyalizme, gericiliğe ve karşı devrim çizgisine karşı net bir duruşu ortaya koymadan ve toplumu bu düzene alternatif oluşturacak bir mücadeleye kazanmadan yol almak çok da mümkün değil. Bunu yapmadığınız noktada düzenin restorasyoncu kanadının seçim platformundaki ittifaklar politikasının dışarıdan destekçisi pozisyonuna düşmek kaçınılmaz olmaktadır. Cumhurbaşkanı adayı çıkartıp çıkartmamasından bağımsız olarak YSP’nin yaşadığı temel çelişki ya da yanlış bu şekilde tarif edilmelidir.
Bu bölümün son değerlendirmesi ya da eki olarak şunu da ifade etmekte yarar bulunmaktadır; HDP ve YSP cenahında, hatta Türkiye siyasetinde Selahattin Demirtaş’ın geri çekilme ve suskunluk pozisyonuna geçmesi dikkat çekmiş, yankı uyandırmıştır. Bu çekilişin biçimsel olarak Abdullah Öcalan’ın dönem dönem yaptıklarını çağrıştırıyor olmasını bir kenara koyarsak bu meselenin de derinlemesine ele alınarak bazı çelişkilerin görülmesi gerekmektedir.
Birincisi, Selahattin Demirtaş HDP’nin tutum belgesindeki çerçeveyi sonuna kadar desteklemiş, hatta Türkiye soluna bu çizgiyi desteklemesini salık vererek, olası iktidar değişikliğinde “devlette kadro” olanaklarının açılma ihtimaline işaret etmiştir. Dolayısıyla bu söylem ve yaklaşımın restorasyon çizgisi ile uyumlu olarak değerlendirilmelidir. Eğer ki Demirtaş seçim yenilgisine kızıp gitmediyse bu çizgiyi eleştirdiğini varsaymamız gerekir.
İkinci nokta ise, birincinin bıraktığımız yeri ile bağlantılı. Seçim sonrasında Selahattin Demirtaş’ın HDP’nin adayı olmak için başvurduğu ve bunun HDP yönetimi tarafından kabul görmediği kendisi tarafından gündeme getirilmiştir. Seçim sonrası restinin ana argümanı olarak dillendirilen bu olayın da, gündeme getirilmesinin kıymet-i harbiyesinin ne kadar olduğu tartışmalıdır. Çünkü başında beri düzen muhalefeti “tek ve uygun” aday etrafında kenetlenerek “Saray rejimi”nden kurtulma stratejisine odaklanmış, HDP de bu anlamıyla zemin arayışında olmuştu. Demirtaş da son tahlilde bu çizginin en önemli taşıyıcılarından biriydi. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması ve CHP’nin Zafer Partisi ve Sinan Oğan’a mecbur kalması, HDP/YSP cenahında “keşke biz bu role oynasaydık” duygu ve düşüncesinin oluşmasına yol açmış, Demirtaş da seçim yenilgisinden çıkışın yolu olarak adaylık konusundaki taktik çıkış eksikliğini gündeme getirmiş gibi görünmektedir.
YSP’nin üçüncü yolu nereye çıkacak?
Sonda yazacağımızı burada ifade edebiliriz. Türkiye’de sol, sosyalist, devrimci, ilerici, komünist çizgilerinin bütününün birlikte ya da ayrı ayrı çıkış yapabilmesinin yegane yolu emek, laiklik, bağımsızlık ve sosyalizm ekseninde büyük bir mücadeleyi örgütlemekten geçtiği artık en önemli gerçek olarak karşımızda yer almaktadır. Mücadelenin bu bağlamda ele alınması durumunda düzenin farklı kanatlarının arasındaki yalpalamalar, aritmetik siyaset anlayışı, sosyal medya solculuğu ve her türden popülist siyaset anlayışı da tuzla buz olacaktır.
Ancak YSP’ye baktığımızda bu başlıklar üzerinden flu bir tablo ile karşı karşıya kalmaktayız. Yaklaşık kırk yıldır devam eden, Türkiye’nin demokrasi sorunu eşittir Kürt sorunu denkleminde taşlar yerinden oynamış bulunmaktadır. Burada hiçbir şey değişmiş gibi davranmak mümkün değildir. Uzatmak pahasına şu örneği vermek yerinde olacaktır. Kürt siyasi hareketi liberalizm ile sentezlenmeye girdiği oranda düzeni, sermayeyi ve gericiliği karşıya alması da zorlaşmaktadır. YSP’nin yaz aylarında düzenlediği Kongresi’nde almış olduğu kararlardan bir tanesi “Demokratik İslâm Kongresi”ni örgütlemek ve özgürlükçü laiklik söylemini yükseltmek olarak karşımıza çıktı. Oysaki, AKP’nin, tarikatların ve gericilerin de işine gelen özgürlükçü laiklik kavramının nereye denk düştüğü biliniyor. O açıdan, gerçek anlamda laiklik olmadan, temel hak ve hürriyetlerin tanımlanması ve ona bağlı olarak “demokratik” zeminin sağlanması nasıl mümkün değilse; Kürt sorunu çözülmeden “Demokratik Cumhuriyet”e ulaşılamaz tezinin gündeme getirilmesinin ayakları bir o kadar havada kalmaktadır.
YSP Kongresi’nde alınan kararlardan en önemlisi ise partinin “üçüncü yolu” örgütlemeye karar vermesidir. YSP, düzenin iktidar bloğuna ve restorasyoncu kanadına yedeklenmeyeceğini ve Üçüncü Yolu açacağını duyurmuştur. Ancak daha önceki zamanlarda da bu söylemi dönem dönem gündeme getiren Kürt hareketi AKP ve devlet ile masaya oturmuş, Millet İttifakı’na destek olmuş, Suriye’de emperyalizmle ittifak içerisine girmiş, Lozan’ın hükmü kalmadığını propaganda etmiş, Demokratik İslâm ve özgürlükçü laiklik çağrılarında bulunmuştur. O yüzden geleceğe bakıldığında YSP’nin adı olan Demokratik Halklar Partisi’nin ne yöne doğru zikzak yapacağını zaman gösterecektir. Bu anlamda yeni Anayasa tartışmalarını, yerel seçimler öncesinde AKP ile Kürt hareketi arasında kayyum gündeminin bir pazarlık malzemesi olarak gündeme gelmesini ve bunun olası sonuçlarını dikkate almak gerekecektir.
Tersi durum da mümkün olup, bu olasılık da Veysi Sarısözen tarafından ihtiyatlı bir şekilde dile getirilmektedir. Yeni Özgür Politika gazetesinin 1 Eylül 2023 tarihinde yazdığı yazıda Sarısözen, yerel seçimlere dönük taktikler bağlamında “halklar karar verirse” YSP’nin aday çıkartmayabileceğinin sinyallerini şu sözlerle vermektedir:
“AKP-MHP faşizminin yerel seçimleri kaybetmesi diktatörlüğü kesinlikle zayıflatacaktır. Özellikle, krizden çıkış programının asıl amansız saldırıları yerel seçim sonrasında uygulamaya konacağı için, seçimleri kaybederek zayıflayacak olan Erdoğan rejimine karşın halkın sokaktaki mücadelesi büyüyecek, işçi sınıfının, emekçilerin direnişiyle Kurdistan’ın özgürlük mücadelesi eğer birleşebilirse diktatörlüğün temelleri sarsılacaktır.
“Diktatörlüğün temellerini sarsmak” ise sadece Yeşil Sol Parti’nin omuzlarına yüklenmiştir. Biricik muhalif parti YSP’dir. Bu parti yerel seçimlerde bu amaçla üstüne düşeni yapacak, Kürdistan’da halk iradesini yerellerde hakim kılacaktır. Kazanılan belediyelere bu defa “kayyım”la el koymak, şimdi çok daha zor olacaktır. İktidarın ekonomik programını uygulayabilmesi için yalnız Türkiye’de değil, Kürdistan’da da “istikrara” ihtiyacı var. Krizden çıkış programı öylesine “nazik” bir programdır ki, “kayyım” saldırısına karşı halkın sokaklara dökülmesine tahammülü yoktur. Vergilerin, zamların tufan gibi yağacağı seçim sonrasında sınıfsal nedenlerle kabaracak öfkeye bir de kayyım saldırısına karşı doğacak öfkenin eklenmesi rejim adına her şeyi berbat edebilir. Şu da var: Eğer iktidar krizden çıkış programının “hatırı için” kayyımlarla belediyeleri gasp etmeyecek olursa, bu defa Kürt halkı geçmişten aldığı dersle bu belediyeleri “işsizliğe, pahalılığa ve savaşa karşı, halk için, halkla birlikte ve halk tarafından yönetilen” birer demokratik direniş merkezi olarak örgütleyecektir.
“En büyük “Kürt şehirleri” haline gelen İstanbul, İzmir, Mersin, Adana vs. gibi şehirlerde YSP’nin nasıl bir taktik izlemesi gerektiğini bu yazıda ele almamız mümkün değil. Şunu söyleyebiliriz: Yerel seçimlerde Kurdistan dışındaki seçim taktiği üstünde aceleci her türlü karardan kaçınmak, konuyu bu şehirlerdeki Kürt halkıyla birlikte tartışmak, özellikle CHP tabanındaki emekçilerle kitlesel diyalog içinde bir sonuca varmak isabetli olacaktır. Halklar ne derse o olsun.”
Bir yanda kayyım meselesi üzerinden alınması olası sözler, diğer yanda AKP’nin büyükşehir belediyelerini kazanmasına karşı CHP adaylarının desteklenme ihtimali. Burada ne yazık ki üçüncü yoldan bahsetmek pek de mümkün görünmüyor.
Mutlaka bir üçüncü yoldan bahsedilecekse bunun için sağlam bir anti-emperyalist duruş, sermayeyle uzlaşmaz bir karşıtlık, gericiliğe karşı sulandırılmış değil gerçek bir laiklik mücadelesi, Türk ve Kürt emekçilerinin ortak yurtseverlik ve kurtuluş mücadelesi gerekiyor.