Gündem

Sinan Ateş’in ölümü: Bir infazdan çok daha ötesi

Sermet Toprak

1923’te bir ulus devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden biri milliyetçilikti. Teorik olarak ilhamını Fransız İhtilali’nden alan milliyetçiliğe benzetilip yurttaşlığı esas aldığı iddia edilse de tarih çoğunlukla böyle akmadı. Özellikle İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından komünizmin tüm dünyada prestij kazanması, emperyalist kapitalist blokta yer alan ülkelerdeki sağcı siyasetin de karakterini oluşturdu. İşçi sınıfının parti ve örgütlerine karşı patronların partisi ve örgütleri… 

Yükselen solun karşısında patronlar, kitlelerin önünü kesmek için kendi sınıf kimlikleri yerine, dinsel inancı ve milliyeti esas alan söylem ve sloganları kuşandı. Temel motivasyonu antikomünizme dayalı olan bu akım, sol hareketin bir güç olarak sokakta görülmeye başladığı yıllarda ise paramiliter yapılarla kendini göstermeye başladı. 1969’da sahneye çıkan Milliyetçi Hareket Partisi de (MHP) bunlar için siyasetteki çatı işlevini gördü. Partinin gençlik teşkilatı olan Ülkü Ocakları bünyesinde “komando kampları”nda sola karşı militan gruplar eğitilip yetiştirildi. “Devlet-i ebed müddet” anlayışıyla asıl misyonu sola karşı sokaktaki hakimiyeti sağlamak olan MHP’nin “vurucu gücü” için  kimi kritik dönemlerde yasalar nezdinde şiddet uygulama tekelinin devlette olduğu kuralı da görmezden gelindi. Devletin hukuk dışına çıkma ihtiyacı duyduğu durum ve dönemlerde gereken destek böylece sağlandı. Ülkücü-faşist hareket, bu “sol kırım” döneminde Kanlı Pazar’dan 16 Mart Katliamı’na, Abdi İpekçi suikastından Maraş ve Çorum katliamlarına kadar birçok olayda tarihsel misyonunu yerine getirdi.

Patronların imdadına hızır gibi yetişen 12 Eylül darbesinin ardından solun büyük ölçüde zayıflatılmasıyla ise işler değişti. Kamu iktisadi teşekküllerinin haraç mezat elden çıkarıldığı bu dönem, daha önce emekçi halka doğrultulan silahların artık patronların çek-senet-arazi kavgasında kullanıldığı bir “çete düzeni”ne zemin sağladı. Ülkücü hareketin sembolleşmiş isimleriyle anılan bu mafyatik yapılanmalar, hukuk dışı bu faaliyetlerini asli unvanlarını unutmadan sürdürdü. 12 Eylül’le birlikte resmi ideoloji haline getirilen Türk-İslam sentezini bugün tam olarak devlette temsil eden AKP-MHP iktidarı ise sokaklarda artık olarak ülkücülerin yanı sıra tarikat ve cemaat yapılarının da boy gösterdiği bir dönemi getirdi. Kimi zaman laikliğe meydan okuyan yürüyüşlerle, kimi zaman içkili mekanlara gözdağı eylemleriyle, kimi zaman doğrudan sol partileri ve ilerici örgütleri hedef alan saldırılarla ortaya çıkan bu grupların, seçime giden Türkiye’de iktidar tarafından gerekli gördüğünde sokağa salmak için birer “yedek güç” olarak tahkim edebileceği endişelerini hafife almamak gerekiyor.

2023’e 1 gün kala böyle bir atmosferde Ankara’da düzenlenen Sinan Ateş cinayeti ve beraberinde yaşananlar, üzerinde önemle durulması gereken bazı noktaları gösteriyor. Cinayetin ardından yapılan haberler, aralarında polislerin de olduğu tutuklamalar ve ortaya saçılan bilgiler olayın basit bir çete faaliyeti olmaktan çok daha öte organize bir planın sonucu olduğunu ve faillerinin MHP’yle bağlantısını net şekilde açığa çıkarıyor. İnfaz edilen kişinin MHP’nin gençlik yapılanması Ülkü Ocakları’nın bir önceki genel başkanı olması da bir çok soru işaretini beraberinde getiriyor.

‘Dava’ kurbanı mı?

MHP içerisindeki “fraksiyon” kavgaları 90’lardan bugüne kadar BBP, İyi Parti, Zafer Partisi, Milli Yol Partisi gibi başka partileri doğurdu. Bu partiler arasından oy gücüyle sıyrılan İyi Parti’nin kimi yöneticileri ve bazı gazeteciler MHP bağlantılı gruplarca çeşitli zamanlarda saldırıya uğradı. Ancak bu kişilerin ortak özelliği, MHP yönetimi aleyhindeki ifadeleriydi. Ankara’nın orta yeri Çankaya’da, sokak ortasında infaz edilen Sinan Ateş ise diğer saldırıya uğrayanlardan farklı olarak hayattaki son gününe kadar Cumhur İttifakı’na ve MHP’ye bağlılığını açıkça dile getirmişti. Üniversitede öğretim görevlisi olan Ateş’in Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki kimi yetkililer, emniyet müdürleri, çeşitli il ile ilçelerin mülki idare amirleri de aralarında olmak üzere geniş bir görüşme ağı olduğunu gösteren haber ve paylaşımları da bir başka önemli not olarak kayda geçirilmeli. Peki Sinan Ateş neden hedef oldu? İç işleyişini emirin demiri kestiği “lider-doktrin-teşkilat” üçlemesiyle özetleyen MHP’den alaşağı edilmesine rağmen partisiyle bağını açıkça gösteren Ateş’in böyle bir sonla karşılaşması bu açıdan bakıldığında “iç hesaplaşma” olarak yorumlanabilir mi? MHP’li ama parti yönetimine muhalif ya da dışarıdaki ülkücülerin yorumlarına bakılırsa evet. Bahçeli’ye atfedilen “Dava adamlığı karşılıksız adanmayı gerektirir. Dava adamlığı yüksek ruh, sadakat ister. Gizli hesap yapanlar bırakınız dava adamı olmayı bizim nezdimizde insan bile olamaz” sözünün cinayetle birlikte MHP’li isimlerin sosyal medyada en çok paylaştığı sözlerden biri olduğunu bu bahisle altını çizmek gerekiyor.

MHP’nin ‘beka’ sorunu

Ancak seçime doğru giderken yaşanan bu olayın bir infazdan çok daha fazla şey anlattığını yeniden tekrar edelim. Saldırının ardından yaklaşık 1 ay geçmesine rağmen AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP yetkililerinden tek bir açıklama gelmemesi, olay anına dair güvenlik kamerası görüntülerinin bugüne dek paylaşılmaması, faillerin MHP bağlantısı ortaya çıktıkça soruşturmada mesafe almanın güçleşmesi… Gelinen noktada MHP’ye mahkum AKP’nin seçim öncesi bir kazayla karşılaşmaması adına bir “sadakat” testinden geçtiğini söyleyebiliriz.  15 Temmuz darbe girişimi sonrası devletin özellikle yargı ve emniyet aygıtlarında, oy oranıyla orantısız bir nüfuza erişen MHP’nin ise, bu cinayet ve sonrasında başlayan soruşturma üzerinden hem ortağına hem de kamuoyuna “Biz Cumhur İttifakı’nda ve buradayız” mesajı verdiği görülüyor. Öte yandan seçimlerde AKP’yle birlikte iktidardan düşme ihtimalini gözeten MHP’nin bütünlüğünü korumak adına parti içi olası liderlik iddialarına karşı “önlem” almaya başladığı da hafife alınmayacak bir yorum sayılabilir.

Mesaj hepimize

Cinayetin faillerinden kimilerinin adı uyuşturucu çeteleriyle, kimilerinin sola karşı saldırılarla, kimilerinin de Suriye’deki Özgür Suriye Ordusu bünyesindeki cihatçı gruplarla (tetiği bizzat çeken Türkmen Dağı’na kaçırıldığı iddiası var) birlikte geçiyor. Bu açıdan bakıldığında ortaya çıkan tablo 2023 yılındaki AKP Türkiyesi’nin ürkütücü resimlerinden birini yansıtıyor.

Cinayet başından sonuna kadar siyasetle ilişkiliyken düzen siyasetinin kimi aktörleri ise konunun politik malzeme yapılmaması gerektiğini vaaz ediyor. Oysa şiddetin ülkenin başkentinde bu denli göstere göstere kullanımının ve sonrasındaki sessizliğin bütün topluma verilmiş bir mesaj olduğunun görülmesi gerekiyor. Kamuoyu baskısıyla ilerlediği görülen soruşturmada olayın tüm yönleriyle aydınlatılması, seçime giden Türkiye’de muhalefet açısından da önem taşıyor. Bu sağlanmadığı takdirde şiddet dalgasının belli bir parti içinde sınır kalmayacağı ve topluma daha çok sopa gösterilerek sandığa gidilmesinin sürpriz olmayacağı geçmiş dönemlerde yeterince tecrübe edildi.

Comments are closed.

0 %