Hukukçular tartışıyor: Erdoğan aday olabilir mi?
Toplamda iki kez Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü kez cumhurbaşkanı adayı olup olamayacağına dair tartışmalar devam ediyor.
Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu, Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz, Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu ve Av. Cem Alptekin konuyu Yeni Ülke için değerlendirdi.
******
Prof. Dr. Korkut Kanadoğlu
Anayasa’nın 101. maddesine göre Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Yine aynı maddeye göre bir kimse kural olarak en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilecektir. Fakat bununla beraber Cumhurbaşkanının ikinci döneminde TBMM tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, istisnai olarak Cumhurbaşkanı üçüncü kez aday olabilmektedir. Ancak Cumhurbaşkanı tek imzayla seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde üçüncü kez aday olamayacaktır. Zira iki kez Cumhurbaşkanı seçilen bir kişinin tekrar Cumhurbaşkanı adayı olabilmesi ancak TBMM’nin en az 3/5 çoğunlukla seçimleri yenilemesine bağlıdır. Anayasa’nın “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin yenilenmesi” kenar başlıklı 116. maddesinin üçüncü fıkrası bu konuda çok açıktır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı adayı olup olamayacağına ilişkin gerek siyasiler gerekse hukukçular arasında bir tartışma yürütülmektedir. Seçim yaklaştıkça bu tartışmalar daha da yoğunlaşacaktır. Oysa Anayasa’nın açık hükümleri gereği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tekrar aday (üçüncü kez) olabilmesinin tek koşulu, TBMM’nin seçimlerin yenilenmesine karar vermesidir.
Ülkemizde kimi hukukçuların yukarıdaki görüşe karşı geliştirmiş oldukları temel argümanı şöyle özetleyebiliriz: 2017 Anayasa değişikliği ile parlamenter rejimden, Cumhurbaşkanının yetkileri ve konumunun büyük ölçüde değiştiği yeni bir siyasal rejime geçilmiştir. Bu siyasal rejim “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”dir ve yeni hükümet sisteminin ardından sadece bir kere Cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla mevcut Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni siyasal rejimde ilk kez Cumhurbaşkanı seçilmiş sayılmalıdır ve TBMM’nin seçimleri yenilemesine gerek olmaksızın ikinci kez seçilmesinin önünde herhangi bir engel yoktur.
Bu görüşün hukuksal dayanağı zayıftır. Şöyle ki 2017 Anayasa değişiklikleriyle “parlamenter rejimin Cumhurbaşkanı” veya “başkanlık rejiminin Cumhurbaşkanı” şeklinde ikili bir ayrıma gidilmediği gibi Cumhurbaşkanının gerek seçilme nitelikleri, gerek görev süresi ve gerekse seçilme şekli hususlarında önceki anayasal duruma göre lehe yorumlanabilecek hiçbir değişiklik de yapılmamıştır.
Kaldı ki 2017 Anayasa değişikliğini yapan tali kurucu iktidar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3. kez aday olmasını öngörseydi, bu yönde Anayasa’ya geçici bir hüküm ekleyerek amacına ulaşabilirdi. Nitekim aynı tali kurucu iktidar, Anayasa’nın 67. maddesinin son fıkrasının bu Anayasa değişikliğinin “yürürlüğe girmesinden sonra birlikte yapılacak ilk milletvekilliği genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi bakımından uygulanmayacağına yönelik geçici hüküm getirmişti (m. 21/H). Ancak benzer bir geçici hüküm, Cumhurbaşkanının üçüncü kez aday olması konusunda öngörülmemiştir.
Tali kurucu iktidarın bu yönde bir iradesinin olmadığı, 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un gerekçesinden de anlaşılmaktadır. Söz konusu Kanun’un Cumhurbaşkanının görev süresini ve seçilebilme dönemini düzenleyen 8’nci maddesinin gerekçesinde, parlamenter ya da Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine özgü Cumhurbaşkanlığı ayrımına gidilmemiştir. Tali kurucu iktidarın bu yönde bir iradesi olmamasına rağmen önceki (yarı başkanlık) rejim döneminde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, Cumhurbaşkanın seçilme sayısında hesaba katılmaması ve böylelikle üçüncü kez aday olabilmenin yolunun Anayasa’nın açık hükmüne rağmen açılmaya çalışılması, ne sözel ne sistematik ne de amaçsal yorum yöntemiyle bağdaşmaktadır. Böyle bir yorum, denge ve denetim dışı bir hiper başkanın görev süresini demokratik başkanlık rejimlerinde hiç olmayacak şekilde artırma hevesinin yansımasıdır.
Anayasa’nın 79. maddesine göre seçimlerin başlamasından bitimine kadar seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma görevini üstlenen Yüksek Seçim Kurulu, Cumhurbaşkanı adaylık başvurularına ilişkin de son kararı verecektir. YSK kararları aleyhine herhangi bir mercie başvurulamayacağı için ilgili karar Anayasa Mahkemesi’nin denetiminden de geçmeyecektir. Bu konuda belirtmek gerekir ki YSK, 24 Haziran 2018 tarihindeki Cumhurbaşkanı seçimi kesin sonuçlarının tespitine ilişkin kararında, R. T. Erdoğan’ı 13. Cumhurbaşkanı olarak nitelendirmişse de 954 No’lu Kararı ile ilgili karardan “13.” ibaresinin kaldırılmasına ve tutanağın buna göre düzenlenmesine karar vermiştir. Bu değişiklik, YSK’nın mevcut Cumhurbaşkanının aday olup olamayacağına ilişkin kararına dönük bir ipucu içerse de YSK’nın bu konuda açık bir değerlendirmede bulunduğu söylenemez. Basında kimi yurttaşların ya da siyasi partilerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üçüncü kez aday olup olamayacağı konusunda bilgi edinmek amacıyla YSK’ya başvuruda bulunduğuna dair haberler çıkmaktadır. Bu başvurulardan şimdilik bir sonuç alınabilmesi olası görülmemektedir. YSK ancak seçim takvimini ilan etmesinin ardından Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda kendisine yapılan başvurular üzerine bir değerlendirmede bulunabilecek ve hukuki sonuçları olan kesin bir karar verecektir.
******
Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz
Anayasamıza Göre Cumhurbaşkanının Dönem Sınırı
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine yönelik 5678 sayılı ve 31.5.2007 tarihli Anayasa Değişikliği Hakkındaki Kanun, yalnızca cumhurbaşkanının TBMM tarafından değil, halk tarafından seçilmesine yönelik değişikliği getirmemiş, aynı zamanda görev süresi, dönem sınırı, seçim yöntemine ilişkin de kuralları belirlemiştir. TBMM tarafından seçilen cumhurbaşkanları 7 yıl için ve 1 defaya mahsus olarak seçilmekteydiler. Yapılan değişiklikle “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” kuralı da 101.maddeye eklenmiştir. Böylece cumhurbaşkanı seçilme yeterliliğine sahip Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına iki defa seçilme hakkı, görev süresi indirilerek verilmiştir. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine yönelik 5678 sayılı değişikliği müteakiben 6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu da 19.01.2012 tarihinde çıkarılmıştır. Söz konusu kural, kanunda da aynen tekrarlanmıştır.
5678 sayılı Anayasa Değişikliğinin halk oylaması ile kabulünden kısa bir süre önce seçilen 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresi ve tekrar seçilip seçilemeyeceği de bu dönemde tartışma konusu olmuştur. 6271 sayılı kanunun Geçici 1. Maddesi, bu duruma açıklık getirmek üzere çıkarılmış ve 11. Cumhurbaşkanının TBMM tarafından yedi yıl için bir defaya mahsus seçildiği belirtilmiştir. Görev süresinde ve bunun sınırında, 11. Cumhurbaşkanının seçildiği tarihte yürürlükte olan norm uygulanmıştır. Söz konusu yasa kuralı, Anayasa Mahkemesi önüne götürülmüştür. Mahkeme, 11. Cumhurbaşkanının görev süresinin yedi yıl olduğunu kabul etmekle birlikte, tekrar seçilmeyi engelleyen kuralın Anayasanın yeni düzenlemesine aykırı olduğuna karar vermiştir. Tekrar aday olunacak olan tarihteki mevcut normun, seçilme hakkında genişleme yaratması sebebiyle uygulanması gerektiği belirlenirken, dönem sınırına ilişkin de bir tespit yapılmıştır:
“Cumhurbaşkanı adayı olmaya ilişkin diğer koşulları taşıyanlara ikinci kez aday gösterilme hakkını tanımaktadır. Bu hak bakımından Anayasada mevcut ve önceki Cumhurbaşkanları açısından herhangi bir istisna öngörülmemiştir”.
Bu karar ile Anayasa Mahkemesi, herhangi geçiş hükmü konulmadığı takdirde iki dönem kuralının eski ve yeni cumhurbaşkanları için hem bir hak hem de bir görev sınırı olduğunu şüphe götürmeyecek şekilde tespit etmiştir.
2017 senesinde, Anayasamızdaki yarı-başkanlık sistemini, bu defa da başkanlık sisteminin bir türüne dönüştüren anayasa değişikliği yapılmıştır. Söz konusu değişiklikle 1982 Anayasasının muhtelif maddeleri yeniden düzenlenmiş ancak 101.maddedeki görev süresi ve dönem sınırına ilişkin hüküm aynen bırakılmıştır. Herhangi bir geçiş düzenlemesi de getirilmemiştir. 6771 sayılı 2017 tarihli Anayasa Değişikliği Hakkındaki Kanunun gerekçesinde de yeni olmayan bu kurala ilişkin, doğal olarak, bir açıklamaya rastlanılmamaktadır.
İki dönem kuralının tek istisnası ise Ay 116/3.md ile getirilmiştir. Kendi iradesi dışında seçimleri yenilenirse ve cumhurbaşkanı da ikinci dönemindeyse bir defa daha seçimlere katılabilir. Birinci dönemindeyse zaten bir dönem daha seçilme hakkı bulunduğu için iki dönem sınırlaması devam etmektedir. Söz konusu düzenleme aynı biçimiyle 6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunun 5.4.2018 tarihinde değiştirilen 3.maddesinin 2. Fıkrası da belirtilmiştir.
İki dönem kuralının ve seçimleri TBMM’nin yenilemesi haline özgülenmiş tek istisnasının 13.Cumhurbaşkanı Erdoğan için de uygulanabileceği açıktır. Anayasa Mahkemesi’nin Abdullah Gül’ün dönem sınırına ilişkin kararında belirttiği gibi tekrar seçilmeye ilişkin kural aday olunacak tarihteki anayasa hükmüne bakılarak belirlenecektir. Bu noktada ifade etmek gerekir ki 13.Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından bu açıdan da bir fark yoktur. Zira mevcut kural 2007’den beri aynıdır. 2017 değişiklikleri ile dokunulmamış bir normunu, ona ilişkin bir geçiş hükmü veya istisna öngörülmemişken, yeni bir hükümet sistemine geçildi diye görmezden gelmek mümkün olamaz.
Başkanlık, yarı başkanlık hatta cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği parlamenter sistemlerde görev süresini sınırlamak iktidarın kişiselleşmesine karşı oldukça yaygın olarak kullanılan bir formüldür. Bir hükümet sisteminde gerekli olup öbüründe gerekli olmayan bir düzenleme olarak görülemez. Normun lafzi yorumu çok açık olduğu gibi amaçsal yorumu da aynı sonucu desteklemektedir. Bu kuralların tüm hükümet sistemlerindeki amacı halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanlarının gücü kişiselleştirmesini engellemek, demokratik değişimi desteklemektir. Bu bakımdan Türkiye yarı-başkanlık sisteminden başkanlık sistemine geçti diye Anayasa’da mevcut olmayan bir istisnayı uydurmak ne lafzi ne de amaçsal yorumla bağdaşık olmadığı gibi tam tersi normun korumak istediği faydayı ortadan kaldırıcı niteliktedir.
Normun korumak istediği hukuki fayda iktidarın kişiselleşmesinin engellenmesi ve demokratik değişim süreçlerinin desteklenmesidir. Öyle ki başkanlık sisteminin bozulmuş örneklerinde bile karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, demokratikleşme çabası içindeki Afrika’da 2005 yılından bu yana 32 ülkede dönem sınırı mevcuttur ve baskın çoğunluğunda da sınır iki dönem olarak belirlenmiştir. Bu ülkelerde görev sınırına uyulması ve seçimler yoluyla iktidarın el değiştirmesi darbe, isyan, ayaklanma gibi yöntemleri önleyen ve aynı zamanda demokratikleşmeye işaret eden bir ölçüt olarak ele alınmaktadır. Süre sınırına uymak istemeyen kimi cumhurbaşkanlarının bu aşma girişimleri başarıya ulaştığında, Zimbabwe’de olduğu gibi adil ve özgür olamayan seçimlerin sureti haktan bulunduğu otoriter rejimlerin varlığını görüyoruz. Bu bakımdan dönem sınırının demokratik sistemler için gerekli bir kural olduğu unutulmamalıdır.
*******
Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu
2007 değişikliği
1982 Anayasası’nın 101’inci maddesinde 2007 yılında yapılan değişiklikle Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi kuralı getirildi.
Anayasa’nın 101’inci maddesinin 2’nci fıkrası “Cumhurbaşkanı’nın görev süresi beş yıldır. Bir kimse en çok iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” şeklinde düzenlendi.
2017 değişikliği
2017 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile, 101’inci madde yeni baştan düzenlendi. 101’inci maddenin 2’nci fıkrasındaki hüküm korundu.
2017 yılındaki Anayasa değişikliğinde, bu Anayasa değişikliği öncesinde görev yapan Cumhurbaşkanların yaptıkları görevlerin dönem hesabında dikkate alınmayacağı yolunda bir geçici madde konulmadı.
2017 yılında TBMM’ye Anayasa değişiklik teklifi bu şekilde sunuldu. Sunulan teklifin genel gerekçesinde veya madde gerekçelerinde de geçmiş dönemlerin dikkate alınıp alınmayacağı yolunda bir açıklama bulunmuyor. Böyle bir açıklama olsa bile, esas olan madde metinleri olduğu için, anayasalar madde gerekçeleri ile değil anayasa değişiklik metinleri değiştirilebileceği için kuşkusuz böyle bir gerekçenin hukuksal değeri de söz konusu olamaz.
Anayasa değişiklik teklifi, TBMM Anayasa Komisyonunda görüşülüp teklifin bu maddesiyle ilgili olarak geçmiş dönemlerin dikkate alınıp alınmayacağı konusunda hiç kimse söz alıp konuşmadan kabul edildi.
Şimdiki TBMM Başkanı olan, o dönemin Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop’un, Anayasa Komisyonu kabul raporunu yazarken, teklifte ve teklif gerekçesinde herhangi bir hüküm ve açıklama olmayan, Komisyonda da tek bir söz söylenmeyen bu maddenin gerekçesine “… geçmiş dönem görevlerinin dikkate alınmayacağı tartışmasızdır…” cümlesini eklediğini görüyoruz. TBMM Anayasa Komisyonunda kabul edilen bu metin ile ilgili olarak, bazı partilerin muhalefet şerhi yazdığını görüyoruz. Bu hüküm üzerinde geçmiş dönemlerin sayılmayacağı konusunda Komisyonda bir açıklama, konuşma, görüşme, bir değişiklik söz konusu olmadığı için, muhalefet şerhlerinde bu konuya ilişkin bir açıklama bulunmuyor.
Teklif ve gerekçesi, Komisyon kabul raporu ve muhalefet şerhleri TBMM genel kuruluna sunulduğunda, TBMM Genel Kurulunda on bir birleşimde görüşülen ve yaklaşık 1500 sayfa genel kurul tutanağının düzenlendiği bu konuda, genel kurulda, hiçbir partiden hiçbir kimsenin herhangi bir konuşma yapmadığını, görüş açıklamadığını, TBMM genel kurul tutanaklarını incelediğimizde, Anayasa Komisyon raporuna iliştirilen o cümle konusunda bile hiç kimsenin konuşmadığını açıkça görüyoruz.
TBMM Anayasa Komisyon raporuna o cümlenin eklenmiş/iliştirilmiş olması kuşkusuz sonucu değiştirmez. Anayasalar, maddelere veya yasama çalışmalarında eklenen gerekçelerle değil, kabul edilen anayasa madde metinleriyle değiştirilir. Bu konuda da geçmiş dönemlerin dikkate alınmayacağı konusunda bir anayasa maddesi bulunmamaktadır.
İddia ve sonuç
2017 yılında adına Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen yeni bir sisteme geçildiği, bu nedenle bu yeni sistemde yapılan seçimlerin dönem hesabında dikkate alınması gerektiği ileri sürülmektedir. Anayasa’da Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diye tanımlanan bir sistem olmadığı gibi, olsa bile Anayasa’ya geçici madde konulmadığı, 101’inci madde 2017 yılında yeni baştan düzenlenirken, 101’inci maddenin 2’nci fıkrası her yönüyle korunduğu için, Anayasa’nın 101’inci maddesinin 2’nci fıkrası, yürürlüğe girdiği 2007 yılından bu yana tüm seçimler yönünden kesintisiz uygulanması ve gözetilmesi gereken bir hükümdür.
Erdoğan, 2014 yılında ilk kez, 2018 yılında da ikinci kez Cumhurbaşkanı seçildi. Yapılacak seçimlerde Cumhurbaşkanı adayı olabilmesi 2017 değişikliğinde getirilen yeni hüküm uyarınca, sadece TBMM’nin bir erken seçim kararı alması halinde mümkün.
*******
Av. Cem Alptekin
Üçüncü kez Cumhurbaşkanı seçilmek
Önce işin hukuki boyutunu ele alalım: Anayasanın 101/2.maddesi çok açıktır: “… Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” Bunun istisnası ise Anayasanın 116/3. maddesidir. Buna göre, TBMM’nin seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde Cumhurbaşkanı üçüncü kez aday olabilir. Tabii bunun için de 3/5 çoğunluğa (md.116/1), yani en az 360 oya ihtiyaç vardır ki, iktidar ortaklarının muhalefetten destek almadıkça bu sayıya ulaşmaları (en azından şimdilik) mümkün görünmemektedir. Dolayısı ile iktidar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yeni bir sistem olduğu ve bu sistemin ilk Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın da üçüncü kez değil, ikinci kez adaylığının söz konusu olduğu tezi üzerinden Anayasanın yoruma açık olmayan 101/2.maddesini yorum yoluyla aşma çabasındadır. Bu durumda mevcut Cumhurbaşkanının yine aday olması halinde, bu adaylığı kabul veya reddedecek tek yasal mercii olan YSK (Yüksek Seçim Kurulu) da, yakın geçmişteki pratiğine bakıldığında, hukuk içinde kalacağına dair topluma pek bir güven vermemektedir. Nitekim, bir süre önce bir vatandaşın sorusuna verdiği yanıtta YSK; “6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu’nun ‘Seçim dönemi, seçim döneminin başlangıcı ve seçimlerin tamamlanması’ başlıklı 3. maddesinde “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. Ancak Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi hâlinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.” diyerek, mevcut Cumhurbaşkanının Anayasanın 101/2.maddesi üzerinden üçüncü kez seçilme yolunun kapalı olduğunu açıkça ifade etmişken; geçtiğimiz günlerde Liberal Demokrat Parti’nin aynı konudaki sorusuna verdiği yanıtta da, seçim takviminin henüz açıklanmadığı gerekçesiyle, “görüş verilmesine yer olmadığına…” diyerek bu kez topu taca atmıştır.
İşte işin hukuktan siyasete kaydığı nokta da tam burasıdır.
2010 ve 2017 referandumlarıyla anayasal düzeni baypas edip, demokrasilerin olmazsa olmazı “Kuvvetler ayrılığı” ilkesini de rafa kaldıran yeni rejim yargıyı, siyaseti doğrudan dizayn etme ve muhalefeti sindirme aracı haline dönüştürdüğünden bu yana muhalefet cenahında da (belirtileri daha önceden görünen) vahim bir dönüşüm olmuştur. Örneğin; ana muhalefet partisi CHP, iktidarın Anayasa ve hukuk ihlalleri karşısında demokratik direnç göstermek, sonuna kadar hukuku savunmak yerine; “Erdoğan’ı sandıkta yeneceğiz.” türünden popülist ve talihsiz bir söylem geliştirmeyi tercih etmiştir. Bakın CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel ne diyor: “Anayasaya bakıldığında sayın Erdoğan aslında aday olamıyor. Ama biz siyasi tartışmaya girmeyeceğiz. Biz kötü yazılmış bir metin üzerinden tartışmayacağız, çünkü bu siyasi bir mühendisliktir.” Özel devamla; Erdoğan’ın aday olması ve onu yenerek siyasi başarıya imza atmak için gün saydıklarını” söyleyerek, “En büyük arzumuz karşımıza en güçlü şekilde çıkmasıdır. Yaratılmaya çalışılan suni tartışma üzerinden onlara istedikleri mağduriyet sunulmayacaktır.” demektedir. Bu sözler, ideolojik/politik hattı ve tarihsel misyonu gereğince görevi “Hukuk devletini” savunmak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi için çok hazindir. İktidarın Anayasa ihlalleri karşısında tavizsiz durmak zorunda olan bir parti, bunu yapmak yerine; aynen iktidar gibi, hukuku siyasete ve hamasete kurban ederek, iktidarla birlikte “Hukuk devleti”nin tabutuna son çiviyi çakıyor. Hatırlanırsa, bu tabuta ilk çiviyi de “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz.” diyen Özal çakmıştı. İşte bu tablo, iktidarın siyasetle birlikte muhalefeti de bir güzel dizayn ettiğinin apaçık göstergesidir.
CHP’nin daha önce referandum oylamalarında, genel ve yerel seçimlerde Anayasanın ve yasaların iktidarca alenen delinmesine sessiz kalıp, çıkan sonuçları da kabullendiği yetmezmiş gibi; son tavrıyla da, demokrasi ve seçim oyununun kurallarını da her aşamada istediği gibi belirleme konusunda iktidara açık çek vermiştir. Daha önce hoşuna gitmeyen seçim sonuçlarını gayrimeşru ilan ve/veya kolayca iptal ettirebilen; oyun sırasında dahi kural değiştirebilen; devletin tüm gücü ve olanaklarıyla muhalefeti paralize edebilen iktidarın partili Cumhurbaşkanına; “En büyük arzumuz karşımıza en güçlü şekilde çıkmasıdır. Yaratılmaya çalışılan suni tartışma üzerinden onlara istedikleri mağduriyet sunulmayacaktır.” demek ne anlama gelmektedir? Bu aslında, “Hangi tür hileyle seçimi kazanırsanız kazanın, biz o seçimi meşru sayarız.” demek değil midir? Bu, yok hükmündeki referandumla kolu kanadı tamamen kırılarak işlemez hale getirilen göstermelik Mecliste muhalefet “görevi” yaparak sistemi meşrulaştıran bir anlayışın, ülkenin geleceğini de iktidara teslim etme taahhüdünden başka birşey değildir. En geç 2023 yılında gerçekleşmesi beklenen tarihi seçimlere hazırlanan iktidar bloğuna karşı oluşturulan Altılı Masa’dan da bu taahhüde karşı en küçük bir tepki söz konusu değildir. Bunun aksi eşyanın tabiatına da aykırıdır.
Sermaye düzeninin iktidarıyla, bu iktidara alternatif olan aynı düzenin partilerinin encamı budur. Peki meclis içinde ve dışında yer alan sosyalist partiler bu süreci nasıl okumakta, iktidar için Cumhuriyet rejimiyle hesabı kesme günü olarak öngörülen 2023 yılına ve bunun bir aracı olarak görülen sandığa nasıl bir anlam yüklemektedirler? Ülkemizin içinden geçtiği süreci, kapitalizmin global ölçekteki krizinin yanı sıra yerel ölçekteki açılım ve etkileriyle birlikte derinlikli analiz etmek zorunludur. En azından, sınıf mücadelesini “sandık demokrasisi”ne indirgemeyen, sisteme politik değil ideolojik anlamda muhalefet eden sosyalistler açısından bu böyle olmalıdır. Meseleye buradan baktığımızda; sosyalistlerin, ülkemizde emperyalist bir proje olarak hayata geçirilen İslamcı sosa bulanmış karşı devrimi, burjuva muhalefetin (özünde yine “Müesses nizama” çalışan) pragmatik politikalarına yaslanarak sandıkta alaşağı edebileceğine inanmaları da eşyanın tabiatına aykırıdır. Kaldı ki, burjuva demokrasisinden kalan kalıntıları temizlemek için son hamlesini yapmaya hazırlananlar artık bu hamleyi sandığa ihtiyaç duymadan da hayata geçirebilecek; “savaş”, “terör”, “beka” gibi enstrümanlara sahiptir. Bu gerçekleri herkesten önce sosyalistler görmek ve topluma göstermek zorundadır. Burjuva muhalefetinin seçim sandığına yüklediği anlamla sosyalistlerinki aynı olamaz. Bu nedenle sosyalistler, burjuva muhalefetin gündeminin peşine takılmak yerine; (iç hesaplaşmaları bir yana bırakıp) hayatın her alanında, halkın sınıf çıkarları için hep birlikte mücadele ederek halkın güvenini kazanmak ve siyasetin gündemini belirlemek zorundadır. Emekçi sınıflar yararına yeni bir cumhuriyet kurabilmek için bundan başka bir yol yoktur.