Yeni Kuşak

ODTÜ Devrimcilerindir

Evrim Saldıran

Türkiye’de üniversitelerin bir dizi toplumsal ve siyasal gelişmede önemli rol oynadığını görebiliriz. Yalnızca, üniversitelerde yaşanan kimi sorunlara karşı yükselen tepkisel hareketler değil, Türkiye’nin geçmiş olduğu dönemeçlerde üniversitelerin oturduğu önemli bir yer vardır. Üniversiteli gençlik, ülkeye, siyasete, topluma dair yürüyen tartışmalara katılmış, tavır almış, çözümünü ortaya koymuş, yeri geldiğinde büyük hareketlerin fitillerini çakmıştır. Öyle ki Türkiye soluna kimi noktalarıyla yön veren, hem teorik hem de yöntem tartışmaları açısından yeni tartışmaların açılmasını sağlayan, Türkiye’de devrim mücadelesinde önemli bir yer tutan birçok devrimci önder üniversiteli olmakla hatta okuduğu üniversiteyle özdeşleşmiştir. Mülkiyeli Mahir Çayan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Deniz Gezmiş, ODTÜ’lü Hüseyin İnan, Sinan Cemgil, Ulaş Bardakçı, Yusuf Aslan, İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisi Harun Karadeniz gibi birçok devrimci önder ve gençlik önderinin “yükselişi” üniversitelerde yürüttükleri kulüp, topluluk faaliyetlerine oturmuş, düşünceleri gençlik içerisinde etki uyandırmış ve üniversiteyi de aşan memlekete ulaşan bir siyasallaşma ortaya çıkmıştır. Bu açıdan Türkiye’de devrim ve sosyalizm mücadelesinde üniversitelerin ve okumuş gençliğin rolü etkili olmuştur. 

Bu üniversiteler içerisinde Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin yeri günümüze kadar uzanan ve “ODTÜ devrimcilerindir” denilen özel bir konuma sahip. 1956 yılında Ankara’da kurulan ODTÜ, Türkiye’ye teknolojik açıdan önemli katkı sağladığı gibi aynı zamanda sosyalizm mücadelesinde de öne çıkmış durumda. Herhangi bir alanın ya da toplumsal dinamiğin mücadelesi durağan sayılamayacağı gibi yalnızca öznel nedenlerle de açıklanamaz. Türkiye’de özellikle 1965 yılı sonrasında yükselen sol düşünce ilk olarak gençlik alanında etkisini artırmaya ve sempatizan kazanmaya başladı. 27 Mayıs’ın ardından gelişen Türkiye siyaseti, TİP’in mecliste tuttuğu pozisyon, Dünya’da gelişen devrimci hareketler, beraberinde üniversiteli gençliğin politikleşmesini ve arayışa girmesini getirdi. Bu açıdan, solun açtığı alan üniversite hareketini beslemiş ve sol siyaset de bununla birlikte Türkiye’deki etkisini artırabilmiştir diyebiliriz. Solun üniversitelerde etkisini arttırması ise, hem eğitim alanına hem de Türkiye’de yaşanan siyasal gelişmelere karşı gençliğin pozisyon almasını sağlayabildi. Eğitimdeki eşitsizliklere karşı “Eğitim reformu boykotu”, “Milli petrol kampanyası”, “Özel okullar devletleştirilsin yürüyüşü” emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı üniversiteli gençliğin yükselttiği anti-emperyalist mücadele, işçi sınıfının hak arayışına dair üniversitelerde oluşan ilgi ve gençliğin sınıf mücadelesine verdiği destek, verebileceğimiz örneklerin başında geliyor. Tüm bu hareketlenmenin kaynağında ise üniversiteli gençliğin 68’de başlayan gençlik hareketiyle birlikte özneleşmesi ve “nasıl bir Türkiye?” sorusuna verdiği yanıt yatmaktadır. Bir parantez olarak, Türkiye’ye dair kurtuluş arayışıyla birlikte bunun içeriği ve yöntemine dair yürütülen tartışmaların da üniversitelerde sürdüğünü, burada yaşanan ayrışmaların Türkiye soluna yön verdiğini söyleyebiliriz. Şüphesiz, dünyada sol hareketin yürüttüğü tartışmalardan bağımsız olmamakla birlikte Türkiye’de devrimci öğrencilerin yürüttüğü tartışmalar ve aldıkları kararlar ülke tarihini etkilemiş, sola önemli dersler ve büyük bir miras bırakmıştır. 

ODTÜ’nün tarihini bu bütünlüklü süreç, ihtiyaçlar ve yönelimler içerisinde ele almak gerekiyor. 68 devrimci gençlik hareketi sonrasında ODTÜ’de yürütülen tartışmalardan birisi üniversite bileşenlerinin yönetimde söz hakkına sahip olmasıydı. Uzun süren bir mücadele ve boykotlarla birlikte kabul edilen bu karar, üniversite mücadelesi açısından da önemli bir zemin teşkil etmişti. Fakat ODTÜ’nün devrimci mücadele içerisindeki etkisini sağlayan olay ABD Büyükelçisi Robert Komer’in ODTÜ’ye gelişi oldu. Devrimci öğrenciler tarafından “Vietnam kasabı” olarak nitelendirilen Komer’in gelişiyle birlikte ODTÜ öğrencilerinin tepkisi ise emperyalizme karşı mücadele açısından önemli bir yere oturdu. Komer’in arabası ters çevrildi ve ateşe verildi, bu İstanbul’da gerçekleştirilen 6. Filo askerlerinin denize dökülmesi sonrasında ABD emperyalizme Ankara’dan verilen yanıt olmuştu. Devrimci gençlik önderlerinin ODTÜ’de bulunması ise devletin gözünü daha fazla ODTÜ’ye döndürmüş ve ODTÜ’ye yönelik saldırıların artmasına sebep olmuştur.

ODTÜ birçok kez kapatılmış ve tekrardan açılmış, devrimci öğrenciler polis eliyle bastırılmaya çalışılmış fakat ODTÜ’nün geleneğinin devam etmesi engellenememiştir. 

12 Mart’ın ardından devrimci hareket ve toplum üzerinde kurulan baskı, üniversitelerde de kendini hissettirmekteydi. Devrimci gençlik önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idam edilmesi, Mahir Çayan ve yoldaşlarının Kızıldere’de katledilmesi, birçok devrimcinin infaz edilmesi, beraberinde üniversite hareketinde de durgunluk sürecini açmış oldu. 12 Mart sonrasında üniversitelere dair alınan kararlar da, öğrenci hareketinin gelişimini engellemek üzerine şekillendi. Her türlü eylem, forum, gösterinin yasaklandığı bu süreç, aynı zamanda sermaye devletinin üniversitelerde sağcı hareketleri devreye sokmaya başladığı bir evreye de tekabül etmektedir. Bütün bunlara rağmen, ODTÜ’lü öğrencilerin mücadelesi kesilmemiş ve Devrim Stadyumu, birçok boykota ve eyleme tanıklık etmiştir.

 

AKP’li yıllar ve ODTÜ

AKP iktidarı ile birlikte Türkiye’de yaşanan dönüşüm üniversitelere de etki etti. Türkiye siyasi tarihi açısından AKP’li yıllar nasıl yeni bir dönem ifade ediyorsa, üniversite mücadelesi açısından yeni bir döneme geçiş anlamına gelmektedir. 12 Eylül sonrası 1981 yılında kurulan YÖK ile üniversitelere yönelik dizayn saldırısı başlamıştır diyebiliriz. Bu süreç hem neoliberal politikaların eğitim ve üniversiteler alanındaki yansımasıyken hem de Türkiye’de sistemin tekrardan ayakları üzerine oturması için üniversitelerin siyasetsizleştirilmesi, solun üniversitelerden silinmesinin aracı olmuştur. Özel üniversiteler açılmaya başlamış, yüksek öğrenci harçları gündeme gelmiş, üniversitelerde siyasete yanıt disiplin soruşturmasıyla verilir hale gelmiştir. Eğitimin piyasaya açılması YÖK’ün adımlarıyla birlikte hızlanmış ve buna karşı verilecek tepkiler ise baskılanmıştır. 

AKP ile birlikte ise bu süreç güçlenerek ilerlemiştir. AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte kurmak istediği “yeni rejim” beraberinde bir dönüşüm süreci olduğu için büyük toplumsal tepkiyle karşılaştı. Tüm bu tepkilere rağmen, rejimsel dönüşüm ve kuruluş süreci AKP açısından tamamlanmak zorundaydı. Devlet kademelerinin dönüştürülmesi, sermayeye alan açılması ve kamusal alanın dizaynı diye kodlayabileceğimiz bu süreç beraberinde üniversitelerin de dönüşümünü getirdi. İlerici akademisyenler tasfiye edildi, üniversiteler özel şirketlere açıldı, eğitim tam anlamıyla bir sektör haline geldi, eşitsizlik daha da arttı ve bugünlere yansıyan işsizlik, geleceksizlik, niteliksiz eğitim sorunlarının temelleri atıldı. 

ODTÜ, bu sürece de gerekli yanıtı vermiştir diyebiliriz. Gerek AKP iktidarının gerici, piyasacı, işbirlikçi adımlarına karşı mücadeleyi yükselmesi gerek de 2012 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın ODTÜ’ye gelmesiyle başlayan ve 2 günlük terk etmeme eylemine evrilen “ODTÜ Ayakta!” süreci AKP iktidarına karşı oluşan toplumsal tepkiler içerisinde önemli bir yere oturdu. AKP’ye karşı üniversitelerden yükselen tepki, sonrasında YGS eylemlerinde liselilere, Haziran Direnişinde ise tüm topluma sıçradı. 

ODTÜ, AKP’nin Suriye’ye yönelik yıkım politikalarına karşı çıktı. ODTÜ, AKP’nin gericiliği örgütlemesine karşı, laikliği savundu ve gerici örgütlenmeleri “özgürlük” kategorisine almayı reddetti. Fakat bu süreç, AKP’nin ve düzenin saldırılarına karşı tüm üniversitelerde olduğu gibi ODTÜ’de de bir savunma ekseninde gerçekleşti. 

2013 Haziran Direnişi sonrasında ise AKP’nin üniversitelere yönelik saldırısı daha da arttı, amaç Haziran Direnişinde ortaya çıkan enerjinin dağıtılmasıydı. Üniversitelere AKP’li rektörlerin atanması, üniversitelerin bölünerek şehir merkezlerinin dışına taşınması bu sürece örnek olarak verilebilir. ODTÜ’de bu adımlar 2016 yılında atanan Verşan Kök ile atılmaya çalışıldı. Birçok bilimsel etkinlik iptal edildi, festivaller yasaklandı, mezuniyet törenleri sonrasında gözaltılar yapıldı, ODTÜ’yü çökertemeyen AKP, yurt bahanesiyle dışarıdan öğrenci taşımayı ve ODTÜ’deki sosyal hayatı değiştirmeyi hedefledi fakat ODTÜ’lüler bu lokmayı da yutmadı. 

Ülkenin içinden geçtiği her kesitte ODTÜ’lü devrimciler geleneğini devam ettirmeyi başardı. Geçtiğimiz aylarda ODTÜ bu sefer Ali Babacan’ın protesto edilmesiyle gündeme geldi. Bugün topluma umut olarak sunulan 6’lı masada oturan, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan mezun olduğu ODTÜ’de gençliğin protestosuyla karşılaştı. ODTÜ’lüler geçmişini hatırlattı Ali Babacan’a, AKP’den kopmamışken bu ülkede attığı adımları hatırlattı ve bugün bir umut olmadıklarını ifade ettiler. 

ODTÜ, sağcılar tarafından “terörist yuvası” olmakla, gericisi tarafından “dinsiz yuvası” olmakla, liberaller tarafından “özgürlük kısıtlayan sekter solcuların okulu” olmakla itham edildi kurulduğundan bu yana. Onlar her fırsatta emperyalistlerin, patronların yanında yer alırken, ODTÜ’lü devrimciler işçilerin, yoksulların yanında yer aldı ve bağımsızlığın, laikliğin, sosyalizmin kavgasını verdi. 

Bugünden bakıldığında ODTÜ tıpkı 68’de verdiği gibi tarihsel bir kararı vermek zorunda gibi görünüyor. Ülkemiz tarihi bir döneme giriyor, AKP-MHP iktidarının attığı adımları artık bu ülkenin kaldırma gücü bulunmuyor. Düzen muhalefetinin ise düzeni restore etmek dışında bir programı yok. Yani, bu çıkışsızlığın, sahne umut tacirliğinin bitirilmesi gerekiyor. Ülkenin kurtuluş ve yeniden kuruluş kavgasının gençlik içerisinde tartışılması ve üniversiteli gençliğin yeni bir ülke için programını ortaya koyması gerekiyor. Bir atılıma ihtiyacı bulunuyor ülkenin, devrimci bir atılıma… ODTÜ her evrede olduğu gibi bu kritik evrede de devreye girmeli ve yolu açmalıdır. 

 

Comments are closed.

0 %