AKP’nin ilkesiz dış politikası
Behiç Oktay
AKP’nin 20 yıllık iktidarı boyunca, iç politikada olduğu gibi dış politikada da bir dediğinin öbür dediğini tutmadığı zamanları sıkça yaşadık. Bu tip söylem farklılıkları emperyalist ülkeler ile yalnızca söylem düzeyinde kalsa da Türkiye’nin komşuları ve yakın çevresi için izlediği politikalara doğrudan yansıdı. Özellikle Türkiye’nin komşuları ile olan ilişkisi, AKP döneminde belki cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar kötüleşmişti.
AKP dönemi dış politikası, genellikle “eski Türkiye” olarak tarif edilen dış politika anlayışından farklı görülmektedir. Nasıl ki iç politikada bir İkinci Cumhuriyet tarif ediyorsak, bu yeni dönemin yeni bir dış politika anlayışının da olması beklenmelidir. Sermaye sınıfının yeni ihtiyaçlarını karşılayacak bir İkinci Cumhuriyet’in dış politikası da yine sermaye sınıfının ve onun iktidarının yeni ihtiyaçları doğrultusunda belirlenmektedir.
Bu doğrultuda bir proje partisi olan AKP, ABD’nin Orta Doğu’yu yeniden tasarlama sürecinin ortasında iktidara gelmiş ve dönemin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığı yapacağı kadar bu sürecin önemli aktörlerinden olmuştur.
2002’den 2022’ye geldiğimizde ise bölgede yaşanan süreçler, yeniden tasarlanmaya başlanmış görünüyor. AKP iktidarı da bu yeni sürecin içine dahil olabilmek için dış politikada bölgenin diğer ülkeleri gibi oradan oraya savrulmaktadır.
Bugün Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail’in öncülüğünde gelişen bu süreç, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin de dahil olmasıyla birlikte AKP iktidarının özellikle son 10 yıldaki dış politika kodlarının bozulmasına ve iç politikadaki sıkışması nedeniyle dış politikada kendisine destek arayışına girmesine neden olmuştur.
Orta Doğu’da yeni arayışlar
Orta Doğu’daki yeni süreci anlamak için Barack Obama’nın ABD başkanı olduğu döneme dönmemiz gerekiyor.
2010’ların başında Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da başlayan ve Arap Baharı adıyla bilinen halk isyanları, emperyalizmin sürece müdahil olmasıyla bölgede Amerikancı ve İslamcı iktidarları başa getirmeyi hedeflemişti. Bölgedeki sarsıcı değişimlerin temel amacı, ABD’nin Obama döneminin sonlarından itibaren artık dikkatini Orta Doğu’dan Asya-Pasifik (günümüzde Hint-Pasifik) yönüne çevirmek istemesiydi. Bu dönemde atılan önemli adımlardan biri de ABD ile İran arasındaki ilişkilerin yumuşamasıydı.
Obama döneminde başlayan bu süreç, ufak farklılıklar barındırmakla birlikte Donald Trump döneminde de devam etti.
Trump döneminde Irak’tan askerlerin çekilmesi, Rusya ile ilişkilerin bugüne göre daha normal seyretmesi ve başta Körfez ülkeleri olmak üzere Orta Doğu ülkelerinin çeşitli anlaşmalarla bir araya getirilme çabası vardı. İran ile Obama döneminde normalleşmeye başlayan ilişkiler ise Trump dönemi ile birlikte yeniden eski gergin duruma dönmüştü.
Trump döneminde bugün Orta Doğu’daki durumu doğru anlayabilmek için bakmamız gereken asıl şey İbrahim Anlaşması’dır. İsrail ve BAE arasında 15 Eylül 2020’de dönemin Trump’ın ev sahipliğinde Beyaz Saray’da düzenlenen törenle ilişkileri normalleştirme anlaşması imzalanmıştı. Üç ülke “Abraham Accords (İbrahim Anlaşması)” adı verilen metne de ortak imza atmıştı. Ardından Fas ve Sudan da İsrail’le ilişkilerin normalleştirileceğini duyurmuştu. Öncesinde İsrail’le diplomatik ilişki içinde olan yegâne Arap ülkeleri Mısır ve Ürdün’dü.
Geçtiğimiz yıl Benjamin Netanyahu’nun yerine İsrail Cumhurbaşkanı seçilen Isaac Herzog da İsrail’in Arap ülkeleri ile ilişkilerini iyileştirme yolunda adımlar atmayı sürdürüyor. İsrail ile BAE’nin ilişkilerinin bozuk olduğu ülkeler ile arayı düzeltmenin peşinde olduğunu görebiliyoruz.
Burada özellikle BAE’nin Türkiye, İran ve Suriye ile ilişkilerini düzeltme çabası içinde olması oldukça dikkat çekicidir. AKP iktidarının oldukça kesin ve sert ifadelerle 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sorumlu tuttuğu BAE ile yakın ilişki kurmaya başlaması ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın 2011’den bu yana ilk yurt dışı ziyaretini BAE’ye yapmış olması, son yıllardaki duruma bakınca oldukça dikkat çekici gelişmelerdir.
Bugünden görünen o ki ABD Orta Doğu’yu İsrail ve BAE’ye emanet ediyor. ABD uzun süredir tüm dikkatini yönettiği Orta Doğu’dan farklı bir yere yüzünü dönmek istiyor. Bunun için en azından son 10 yıldır çabalıyor, ancak bir türlü Orta Doğu’yu emanet edebileceği bir ortam bulamıyordu. Bugün ABD Orta Doğu’da en azından arkasında yeni gruplaşmalar ve bölgesel birlikler bırakmak istiyor. Orta Doğu’nun klişeleşmiş sorunlarını bölge ülkelerinin inisiyatif alarak çözmesini istiyor. Rusya’ya ve Çin’e fazla yakınlaşmayan, birbiriyle kanlı bıçaklı olmayan, öngörülebilir bir Orta Doğu istiyor. Yani kendi yarattığı Orta Doğu tablosunu yeni bir forma sokmaya çalışıyor.
AKP ne yapmaya çalışıyor?
Bu tabloda AKP’nin yapmaya çalıştığı temel şey, iç siyasette yaşadığı sıkışmayı dış politikada atacağı adımlar aracılığıyla aşmaya çalışmaktır.
Bölgede ortaya çıkan fırsatları kendi lehine kullanabilmek için AKP geçmişte ettiği bütün sözlerini bir kenara bırakıyor. Öyle ki AKP 15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tuttuğu BAE ile iyiye gitmekte olan ilişkilerini, BAE hakkında olumsuz konuştuğu için deyim yerindeyse katıksız bir AKP militanı olan TBMM Grup Başkanvekili Cahit Özkan’ı görevden alabilecek kadar önemsiyor.
Orta Doğu’da İsrail ve BAE’nin ABD’nin temsilcileri olarak bölge ülkeleri arasında diyalog kurmaya başlaması, AKP’nin de bu süreçten rol kapma çabasına girmesine neden oldu. AKP, Türkiye çevresindeki üç çatışma alanına aktif olarak arabuluculuk yapmayı hedefliyor.
Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye’nin arabulucu rolüne soyunması ve tarafların Türkiye’de müzakere yürütmesi, İsrail ile Filistin arasında arabuluculuk rolü ve son olarak Azerbaycan ile Ermenistan savaşı sonrasında yine bölgenin abisi pozisyonuna konumlandırma çabası, AKP’nin son dönemde bölgenin “asıl birleştirici gücü” rolüne kendini aday gösterme çabasıdır.
Ancak AKP bunu yaparken diğer taraftan en azından bu yazının yazıldığı günlerde Yunanistan ile gerginliği tırmandırıyor, ABD için oldukça kritik olan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini veto ediyor ve Suriye’ye operasyon sinyalleri veriyor. AKP’nin dış politikadaki ilkesizliğine o kadar çok şahit olduk ki bu üç durumun da ne kadar süre ile geçerli olabileceğini kestiremiyoruz.
Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki ABD ve onun elçilerinin bölgedeki politikası istikrarlı kaostur. Yani bölgede sürekli bir anlaşmazlık ve krizin bulunması, ABD için Orta Doğu politikasında istikrardır. Meseleye buradan bakınca AKP’nin birbiriyle uyumsuz söylemleri de daha rahat anlaşılabiliyor.
Diğer yandan Ukrayna savaşı ile birlikte Avrupa’nın gaz ihtiyacının karşılanması, en az AB kadar ABD için de önemli. Bu nedenle ABD, Avrupa’ya gaz tedarik edilmesi planlanan bölgenin eskisine göre daha istikrarlı olmasını istiyor. Orta Doğu’da ortaya çıkabilecek karışıklıklar, Avrupa’nın gazsız kalmasına ve kısa vadede Rusya gazına olan bağımlığının devam etmesine neden olacaktır.
Doğu Akdeniz’deki gazın da bölge ülkelerinin arasındaki çekişmelerin sona erip, bir an önce çıkarılıp Avrupa’ya ulaştırılabilmesi için bir gayret olduğunu da söylemeliyiz. Türkiye’nin özellikle Mısır ve İsrail ile olan yakınlaşmasının ve Yunanistan ile gerilmesinin ana sebebi, İsrail ve Mısır’ın daha önce Doğu Akdeniz’deki gaz rezervleri ile ilgili faaliyetler için Yunanistan ile anlaşma imzalamasıdır.
Buradaki frenleyici unsurun ise Yunanistan olduğunu söyleyebiliriz. ABD’nin Yunanistan’a yerleşmesi ve Türkiye’nin Arap ülkeleri ve İsrail ile yakınlaşırken, Yunanistan ile arasının açılıyor olması, ayrıca İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerinin veto edilmesi gibi konular da AKP dış politikasının yeni tutarsızlık noktaları olacağa benziyor.
İsveç ve Finlandiya’ya gelince, bu iki ülkenin NATO’ya dahil olmasının iki ülkenin askeri kapasitesinden dolayı olmadığını, Baltık Denizi, Kuzey Denizi ve Arktik’te NATO’nun siyasi bir kaza yaşamaması için olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
AKP’nin teröre destek veriyorlar bahanesiyle İsveç ve Finlandiya’yı veto ederken, bunların baş destekçisi ABD’ye yalnızca “müttefikiz ayıp oluyor” tonunda yanıtlar vermesi ise ayrıca not edilmelidir.