Gündem

Özelleştirmeler, elektrik zamları ve sınıf

Özgür Karadaş

Elektrik enerjisinin ülkemizdeki serüveni 1902 yılında Tarsus’ta bir su değirmenine bağlanan 2 kw gücündeki dinamoyla, hidrolik potansiyelden elektrik enerjisi üretilmesiyle başlamıştır. 1930’lu yılların sonuna gelindiğinde bazı il ve ilçelerde kurulan küçük ölçekli hidrolik santraller aracılığıyla dağıtım şebekeleri üzerinden tüketicilere elektrik enerjisi ulaşımı sağlanmıştır. 

1930’lu yıllar ülkemizin siyasi tarihi açısından kritik momentidir. Bu yıllarda kapitalist-emperyalist sistem ekonomik bir bunalıma girer, ABD merkezli kriz tüm dünyayı sarar. Liberal ekonomik model ve onun “safsataya” dayalı işleyişi işlemeyince Keynesçi burjuva model devreye girer. Ülkemizde henüz Cumhuriyet’in ilanından önce, 1923 Şubat’ında çizilen iktisadi rota, İzmir İktisat Kongresi’nde tercihini kapitalizmden yana yapacaktı. Hem de Sovyet dostluğuna ve desteğine rağmen.

Kapitalizmin yarattığı krizin, kendi nesnelliğinin bir ürünü olduğu düşünüldüğünde elbette krizi aşmak için “devlet” faktörü ekonomik işleyişin bir parçası haline dönüşecekti. Bu açıdan ülkemizde de 1930’lar özel sektörün geri çekildiği ve devletin iktisadi olarak devreye girdiği yıllardır. Sovyet planlı iktisadi yöntemin yol göstericiliği sayesinde beş yıllık kalkınma planları hazırlandı ve bu planlar aracılığıyla birçok iktisadi girişim ve kuruluş devlet öncülüğünde ortaya çıktı. 

Elektrik enerjisi ihtiyacı da bir yandan gelişen ekonominin diğer yandan kentli yaşamın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. 1930’lu yıllarda İller Bankası, Etibank ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nin kurulması ile birlikte, elektrik enerjisinin üretim, iletim ve dağıtımında kamu planlaması öne çıkmış, yabancı şirketlere verilmiş olan imtiyazların 1939 yılında kaldırılması ve dağıtım şebekelerinin ilgili belediyelere devredilmesiyle elektrik hizmetlerinin dağıtımında da kamu görev almıştır. Hatta 1970 yılında Türkiye Elektrik Kurumu’nun (TEK) kurulmasıyla elektrik üretim, iletim ve dağıtımı, merkezi kamu planlamasına geçirilmiştir. 

Dünya siyasetinde ve ideolojik konumlanışında bir kırılma olarak sosyalizmin çözülmesi, 1980’lerde başlayan neo-liberal politikaların yolunu döşemiştir. Ülkemizde de benzer ideolojik ve politik paralelliğin doğması boşuna değildir. Bu bağlamda 1984 yılı sonlarında çıkarılan 3096 sayılı yasa ile TEK’in tekel statüsünün önündeki hukuki engel aşılarak, ileride özelleştirme amacına da hizmet etmek üzere “piyasalaşma” yolunda ilk adım atılmıştır. Sermaye, planlı kalkınmacı anlayışın yarattığı ve emekçilere ait olan bir değerin daha talanına başlayacaktı; hem de hiçbir hakkı ve katkısı yokken! 

Elektrik enerjisinin üretim, iletim ve dağıtımının piyasaya açılması çeşitli hukuki engellere takılabiliyordu. 233 sayılı “Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile yapılan düzenlemede TEK, Kamu İktisadi Kuruluşu (KİK) olarak yer almış ve çalışmalarının da kamu hizmeti niteliğinde olduğu tanımlanmıştır. Sermaye sahipleri ve onun sağcı iktidarları kurnazca tasarladıkları yasal düzenlemeler yoluyla enerjinin özelleştirilmesinin önündeki tüm engelleri kaldırdı. Öncelikle, 1993 yılında çıkarılan 93/4789 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile TEK, iki ayrı İktisadi Devlet Teşekkülü’ne ayrıştırılmış, böylece üretmiş olduğu hizmetlerin de kamu hizmeti kapsamından çıkarılması sağlanmıştır. Açılan bu yolla, elektrik dağıtım şebekelerinin özel sektör eliyle işletilmesi amacıyla özelleştirme furyası da başlamıştır. 

2000’li yıllara gelindiğinde elektrik enerjisinin üretim, iletim ve dağıtımı üzerindeki devlet eli çok zayıflamış ve AKP’nin iktidarıyla bu, tamamen yok edilmiştir. Bugün onlarca firma elektriği halka satarak daha da zenginleşirken, emekçiler daha da fakirleşiyor. Özelleştirmeler, liberallerin iddia ettiği gibi ülkenin, halkın değil patronların öz çıkarlarını temsil ediyor; onları zenginleştiriyor.

Elektrik Gücünün Dağılımı ve Bağımlılık İlişkisi

Elektrik enerjisinin tüketiminde ve ona ulaşımda asıl “sorun”, emekçiler cephesinde yaşanmaktadır. Tüketim fiyatlarının artması patronlar açısından bakılınca sorun gibi görünür; ama değildir! Her ne kadar patronların girdi fiyatları ve üretim maliyetleri artsa da satış fiyatları da artmakta; hatta maliyet oranlarına nazaran daha yüksek oranda artabilmektedir. O halde elektrik zamları, emekçi-patron sınıf karşıtlığında ele alınmak durumundadır. Aksi halde ülkedeki düzen muhalefetinin çığırtkan ama mücadeleci olmayan, patronu da işçiyi de aynı torbaya koymakta ısrarcı düzenbazlığına mahkum oluruz. Isparta’da elektriğe ulaşamadığı için ölen yurttaş bunun acı bir kanıtıdır!

Bahsettiğimiz sınıfsal bağlılığı yaratan birincil neden özelleştirme uygulamalarıysa ikincil neden de elektrik enerjisindeki dışa bağımlılıktır. Türkiye’nin elektrik kullanımının yaklaşık %50’si yenilenemeyen enerji kaynaklarından üretilerek elde edilmektedir. Bunlar doğalgaz, ithal kömür ve linyitten elde edilir. Bu kaynakların üretiminde de ülkemiz neredeyse tamamen dışa bağımlıdır. Nitekim, Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK) tarafından yapılan açıklamada, elektrik faturalarındaki zamlar da buraya dayandırılmaktadır: “Bilindiği üzere pandemi koşulları sebebi ile hammadde fiyatlarında yaşanan artışlar sonucunda enerji maliyetlerinde de çok büyük artışlar meydana gelmiştir. Dünya spot piyasalarında elektrik üretiminde kullanılan kömür fiyatlarında; 5 kat, doğal gaz fiyatlarında ise 10 katlık artışlar olmuştur. Türkiye enerji sektörü de bu süreçte, küresel düzeyde ortaya çıkan olağanüstü maliyet artışlarından etkilenmiştir…”    

Elektrik enerjisi ihtiyacının yenilenebilir kaynaklardan üretilmesi de ülkemizde başka yaralara yol açmaktadır. Yenilenebilir kaynakların yaklaşık %42’si HES projelerine dayanmaktadır. HES’ler yerleşim ve tarım bölgelerinde halkın yaşam geçim alanlarını talan etmekte, diğer yandan suların ve derelerin de satılmasını doğurmaktadır. 

Sonuç olarak, dışa bağımlı veya halka düşman yollardan elde edilen elektrik enerjisi özelleştirmelerle birlikte emekçilerin hayatını cehenneme çevirmekte önemli bir yer tutmaktadır. “Faturamı ödemiyorum” söylemi cehennemi ortadan kaldırmamaktadır. Bu söylem olsa olsa cehennemde “iyi bir yer” edinme yöntemi olabilir. Bu, emekçileri kurtarmaz! 

Hayata Geçirilmesi Gerekenler

Öncelikle, elektrik enerjisindeki tüm süreçler özel sektörün elinden alınarak devletleştirilmelidir. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarından zamlara karşı yapılan açıklamalarda “kamu eliyle yönetilme” önerileri özel sektörün varlığını yok etmediği için boşa düşmektedir. Zira devlet, elektrik dağıtım alanında hala özel sektörle iş birliği halindedir. 

Planlamacı bir yolla enerjinin sermaye tahakkümünden kurtarılmasıyla tüm ticari kazançlar ortadan kalkacak, elektriğin emekçilerin ve insanlığın çıkarına kullanımı sağlanacaktır. 

Yenilenebilir enerji kayaklarının yaygınlaştırılmasıyla dışa bağımlılık ve doğa katliamları ortadan kalkacaktır.    

KAYNAKLAR

Teiaş 2020 Raporu

Tmmob Elektrik Mühendisleri Odası-Elektrik Özelleştirmeleri Raporu 

Comments are closed.

0 %