CHP’nin ‘’helalleşme’’ açılımı; sağdan sağdan devam…
Hakan Yerlikaya
Yüzüncü yılına yaklaşırken Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş paradigmalarının, tüm ilerici birikiminin ve kazanımlarının ortadan kaldırıldığı büyük bir karşı-devrimci sürecin içinde debeleniyor memleket.
Cumhuriyetin kuruluşunu takiben planlı ekonomik bir programla sanayileşme ve tarımda makineleşmeye yönelmesi, aydınlanma hamlelerine, eğitimin en ücra kasabalarda dahi hayata geçirilmesi için harcanan çabalara bugünden bakıp derin bir iç çekiyor insanlarımız…
Bugün ”Nasıl oldu da bu hale geldi bu memleket?” sorusu daha sık işitilmektedir. Cumhuriyete dönük özlem, bugün esas olarak karşı karşıya kalınan karanlık dönemin yarattığı bir ruh hali olarak karşımıza çıkıyor. Genç Cumhuriyetin gelecekte kendi yazgısını belirleyeceği tercihleri, aslında bu uzun hikâyenin kalemini terk ettiği eller oluyordu aynı zamanda. İlk dönemleri hariç bugüne kadarki hikâyenin büyük bölümü adım adım bu eller tarafından yazılıyor ve değişen dünya konjonktürünün yarattığı yeni denklemler 1923 Cumhuriyeti’nin hikâyesine yön veriyordu.
Cumhuriyetin sınıfsal tercihlerinin aslında bugün kaçınılmaz bir son olarak kendi mezar kazıcılarının serpilip gelişeceği, ilerici yönlerinin bu mezar kazıcıları eliyle tırpanlanacağı ve sadece son yirmi yıla sıkıştırılamayacak bir zemini çok önceden yarattığı unutulmamalıdır. Elbette hikâyenin en karanlık bölümü, her dönemin ”mağduru” olmayı başaran ve bunu siyaset alanında etkin bir biçimde kullanmayı başarabilen gerici-işbirlikçi-piyasacı AKP iktidarı tarafından yazılmış ve cumhuriyetin tabutuna son çivi çakılmıştır.
Peki, Cumhuriyet fikri, yurttaşlık bilinci, özgürlükler, laiklik, aydınlanma seferberliği, sanayi ve tarımda kalkınmanın devam ettirilmesi, kamuculuk, bağımsızlık gibi değerler ve birikimler kimlere ve neden yük olmaya başlamıştı ki Cumhuriyet adım adım tasfiye edildi? Bu soru doğru yanıtlanmazsa yukarıda sıraladığımız değerlerin yeniden ayağa kaldırılacağı yeni bir cumhuriyet mücadelesinin kadük kalması kaçınılmaz olacaktır.
Uçuruma giden yolun yapıcıları; Sermaye, sağcılık ve gericilik
1923 Cumhuriyeti, Rusya’da gerçekleşen 1917 Ekim devriminin yarattığı siyasal etkinin sıcaklığı içerisinde Anadolu da emperyalizme karşı verilen kurtuluş savaşını başarıya ulaştırmış, kuruluş dönemini hayata geçirmiş ve bu süreç boyunca genç SSCB’den her alanda büyük destek almıştı. Ancak tüm bu desteklere karşın Cumhuriyetin kapitalist bir yolda ilerleme tercihi özellikle 1940’lar itibariyle daha belirgin bir biçimde görülmeye başlanmıştı.
İkinci Dünya Savaşının başlaması ve bitişiyle birlikte Dünya’da sosyalizm itibar ve güç kazanıyor, iki kutuplu denklemin belirgin biçimde ortaya çıktığı bir süreç açılıyor ve emperyalizmin Sovyetler Birliği tehdidi propagandası en yüksek düzeye çıkıyordu. Türkiye Cumhuriyetinin kapitalizm tercihi, işte bu kırılma ve kartların yeniden karıldığı dönem de emperyalist kampta yerini almasıyla perçinleniyordu. NATO’ya girilmesi, ABD çıkarları için Kore Savaşına asker gönderilmesi, komünizmle mücadele derneklerinin önünün açılması, Köy Enstitülerinin tasfiyesi ve kapatılması, Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) ve Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) gibi sosyalist partilerin kapatılması ve yasaklanması, TKP tevkifatları Türkiye sermaye devletinin yoğunlaşan anti-komünist refleksleri olarak hatırlanmalıdır.
Sol bir siyasal atmosfer de kurtuluş mücadelesini zafere ulaştıran, bu sol rüzgârın siyasal aklı ve desteği ile devrimlerini hayata geçiren 1923 Cumhuriyeti için uçuruma giden yol, atılan bu sağcı ve gerici politik adımlarla döşenmeye başlanıyordu.
Sermayenin emperyalizmle uyumunun uzuvları; Türkiye sağı ve gericiliği
Türkiye sermaye devleti, 1950’li yıllardan bugüne sağcı-gerici iktidarlar eliyle solun gelişip serpilmesinin ve emekçi sınıfların örgütlenmesinin önüne set çekmeye çalışmış, iki faşist darbe ile bunu zirveye taşımıştır. Kamuculuk, laiklik, bağımsızlık, özgürlük gibi fikirlerin aslında soğuk savaş döneminden kalma yükler olduğunu düşünen ve sosyalizmin çözülüşü sonrası bunu daha yüksek sesle ifade etmeye başlayan Türkiye sermaye sınıfı, emeğe ve kamucu birikime saldırı programını hızla-hayata geçirmeye başlamış, özelleştirmelere yol verilmiştir.
Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller gibi sağın ve siyasal İslamcılığın has aktörleri yukarıda bahsettiğimiz tarihsel momentte tek bir programın, sermayenin talan ve cumhuriyeti tasfiye programının uygulayıcıları olarak öne çıkmışlardır.
1990 sonrası Türkiye’de siyasal İslamcılığın giderek yükselmeye başladığı ve bu yükselişe manivela yaptıkları bitmeyen bir ”mağduriyet” edebiyatı yazdıklarını ekleyerek devam edelim…
2002 yıllında AKP ile iktidara yerleşen, cumhuriyeti tasfiye eden ve muradına eren siyasal İslamcı gelenek, geçmişten bugüne ve son yirmi yıldır iktidarda olmasına rağmen ‘’mağduriyet’’ edebiyatını dillerinden düşürmemeye devam etmektedir.
Bugün bu ’’mağduriyet’’ söylemi düzenin diğer kanadının da AKP’nin siyasal ideolojik eksenine yerleştiği ‘’Yeni Türkiye’de’’ kullanışlı bir enstrüman olmaya devam ediyor. Bu durum son dönem siyasette sıkça kullanılan ‘’helalleşme’’ söylemini de beraberinde getiriyor. Mesela AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan sefalete mahkûm ettiği halktan ‘’helallik’ ’isteyerek işin içinden çıkabilmeyi düşünebiliyor. Ne de olsa artık dinsel referansların siyasal ve toplumsal yaşama dayatıldığı ve kanun haline getirilmeye çalışıldığı bir rejim kurulmuş, düzenin tüm siyasi özneleri ve aktörleri de kendini buna göre kurup fabrika ayarlarını güncellemiştir.
Helalleşme açılımı; uyumun anahtarı
Laik ve demokratik bir hukuk devletinin siyasi terminolojisinde yeri olmaması gereken bu ‘’helalleşme’’ kavramı bir açılıma tekabül etmesi bağlamında Millet ittifakının ana unsuru CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından da kullanılınca bir anda siyasi gündemlerin en üst sırasına yerleşerek tartışılmaya başlandı. Bu tartışma esas olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin rejim değişikliğiyle birlikte ortaya çıkan temel paradigmalarındaki değişikliğin bir yansıması olarak görülmelidir. Siyasal İslamcılığın bu ‘’helalleşme’’ açılımı üzerinde ısrarla tepinmeye devam edeceği ise unutulmamalıdır.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun Kılıçdaroğlu’nun ”helalleşme” açılımına ilişkin sarf ettiği şu sözler CHP’de gerçekleşen ‘’devrimin’’ ne yönde ilerlediğini göstermesi bakımında önem taşıyor.
‘’Helalleşme bir bakıma da özürdür. Merve Kavakçı Hanım milletvekili seçilmiş, Bülent Ecevit ve beraberindekiler çıktı, “Burası devlete karşı çıkma yeri değildir” dedi. Yemin ettirmediler. Kılıçdaroğlu da çıktı dedi ki, “Şimdi ki CHP, bu CHP değildir” dedi. Bu çok önemlidir.’’ diyor ve devam ediyor Karamollaoğlu; ‘’Kılıçdaroğlu CHP’de bir devrim yapıyor. Bu kolay değil. Elbette ki grubunun içinde farklı görüşlerde olanlar olacaktır. Genel gidişata baktığımız zaman biz gördüğümüz kadarıyla ya güveniriz ya da güvenmeyiz. Biz söz gelimi bir Kudüs mitingi yaptık. Kılıçdaroğlu geldi, konuştu. Arkadaşlarımız dediler ki onun yaptığı konuşmayı siz yapmalıydınız dedi. Bunu yok mu sayacağız? Partisinde başörtülü bir üyenin bulunmasını istemeyenler oldu. Bunu yok mu sayacağız. CHP lideri partisini sağ tarafla barıştırmak istiyor. Bence bu adımlar bir iki tane olsa dini alet etmek olabilir ama tamamına baktığımız zaman Kılıçdaroğlu’nun toplumun tamamını kucaklamaya yönelik adımlar attığını düşünüyoruz. Bizim Türkiye’de siyasi havayı yumuşatmaya ihtiyacımız var. Bu tip söylemlerin anlamı çok büyük.1
CHP’nin giderek sağcı-gerici siyasi eksene yerleşmesinin, Karamollaoğlu’nun Kılıçdaroğlu’na olan hayranlığı ve muhabbetini giderek arttırdığı görülmelidir. Hatırlanması gereken bir örnek olarak; 27 Şubat 2021’de Necmettin Erbakan’ı anma törenine düzen partileri tam kadro katılmış adeta ‘’Yeni Türkiye’’ fotoğrafı vermişti. Kemal Kılıçdaroğlu’nun da bir konuşma yaptığı bu anma töreninde söz alan Temel Karamollaoğlu’nun konuşmasında ki ”Garip olan şu ki; bugünlerde neredeyse herkes milli görüşçü herkes Erbakancı. Bu bizi emin olun memnun ediyor” vurgusu, cumhuriyetin ilkelerinden ve ideolojisinden arınarak kendini yenileyen CHP’den ve onun liderinden duyduğu memnuniyetin ifadelerinden biri olmuştu.
Cumhuriyetin kurucu partisi CHP bir yandan laiklik, yurttaşlık, kamuculuk, bağımsızlık, hukuk vb. ilke ve değerlerin propagandasını yapmaya devam ederken öte yandan adeta Cumhuriyeti gömen Türkiye sağı ve dinci-gerici siyasetin sözde ‘’mağduriyetler’’ üzerinden inşa ettiği toplumsal ve siyasal alanda ki hegemonyasına katkı da bulunmaya devam etmektedir. Teori ile pratik arasında ki bu yüz seksen derecelik açı sadece siyasal İslam ve sağ siyasetin değil Cumhuriyetin tasfiyesinde AKP’nin yıkıcı koalisyonunda önemli bir işlev gören liberallerin aklanmasının da yolunu açmaktadır.
CHP ‘’helalleşme’’ açılımıyla, cumhuriyetin tasfiyesinin önünü açan ve 20 yıldır iktidarın konsolidasyon enstrümanı olmaya devam eden ‘’mağduriyet hikâyesinin’’ altına cumhuriyetin kurucu partisi olarak imza atmakta ve ‘’Yeni Türkiye’nin’’ siyasal kodları doğrultusunda AKP’yi yaratan, besleyen ve iktidara taşıyan fikirlerle barış içerisinde olacağını bir kez daha üstüne basa basa beyan etmektedir.
Millet ittifakının diğer bileşenleriyle birlikte ‘’yeni CHP’’, yukarıda Temel Karamollaoğlu’ndan alıntıladığımız paragraftaki örnekte görüleceği üzere gerici bir figür olan Merve Kavakçı’nın mecliste türban üzerinden attığı adımı mahkûm ettiği için ‘’eski’’ CHP ile hesaplaşırken aynı zamanda kendi siyasal tarihini bir dizi argüman üzerinden şiddetle eleştiren siyasal İslâmcı tarih yazımına da meşruiyet katmaktadır.
Siyasal İslâmcı-sağcı siyasetin yıllardır ‘’mağduruz da mağduruz’’ şeklinde sayıkladıkları ancak son yirmi yıldır tek başlarına iktidar oldukları ise unutulmamalıdır. Son yıllar da AKP’den kopan ‘’parti içi mağdurlar’’ artmaya devam ederken Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan gibi figürler de bu siyasi atmosfer de kendi ‘’mağduriyet’’ hikâyelerini yazarak AKP içindeki suç ortaklıklarından kolayca sıyrılabilmektedir. Her dönemin hem mağduru hem kazananı olabilmeyi başarabilen bir aymazlık ve bu aymazlığı meşrulaştıran bir siyaset anlayışına ‘’yeni Türkiye’nin’’ ‘’yeni CHP’si’’ tarafından meşruiyet alanı açılmaktadır.
1950’den bu yana neredeyse yetmiş yıldır sağ siyasetin hüküm sürdüğü Türkiye’de AKP eliyle kurulan rejimin siyasal kodları tüm düzen partilerinin sağ bir eksende toparlanmasının yolunu açmıştır. Bugün ortaya çıkan siyasi haritada ‘’yeni CHP’’ ve Millet ittifakı, ‘’güçlendirilmiş parlamenter’’ sistem adıyla rejimin sağdan sağdan devam edeceğini, muhafazakâr toplumsallığın ve sermaye sınıfının son yirmi yıllık kazanımlarının devamının garantörü olduğunu, AKP’nin gidişi sonrası oluşacak restorasyon hükümetinin ‘’toplumsal barış’’ veya ‘’helalleşme’’ adı altında mutabakat zemini yaratacağını ve düzenin bekasına halel gelmeyeceğini bir kez daha deklare etmektedir.
Dinci-sağcı siyasete meşruiyet katkısı yapmakla kalmayan Kılıçdaroğlu’nun, yirmi yıllık AKP iktidarının halka karşı işlediği tüm suçlar orta yerde dururken devr-i sabık yaratmayacakları konusunda ‘’mağdurlar mahallesini‘’ rahatlatan açıklamalar yaptığı unutulmamalıdır. İkinci yeni yüzyıl dergisinin ilk sayısında kendisiyle yapılan söyleşide Kılıçdaroğlu şöyle demişti; ‘’Demokrasiyi savunan herkesi peşinen kendi dostlarımız olarak kabul ediyoruz, çünkü şu anda Türkiye bir sivil darbe dönemi yaşıyor ve Türkiye’nin bu sivil darbeden süratle kurtulması gerekiyor… Bir dikta yönetimini belki de dünya siyaset tarihinde ilk kez sandığa giderek yeneceğiz, devr-i sabık da yaratmayacağız. Çünkü demokrasiyi savunanlar ya da demokrasiyi getirme iddiasında olanlar kinle, öfkeyle hareket etmezler. Dolayısıyla demokrasi aslında kinle, öfkeyle değil; akılla, bilimle, bilgiyle, saygıyla, erdemle hareket eden insanların alanıdır…” 2
İşte size bir yanak yetmez diğer yanağı da tokatlayın siyaseti…
Toplumda biriken öfkeyi iktidarınıza payanda yapacaksınız ama halkın öfke duyduğu ve yargılama bekleyeceği suçların üzerini örtmek için kendinizce bir “demokrasi” tarifi uyduracaksınız.
Ancak yoksulluğun, sömürünün, baskının, yağmanın, hukuksuzlukların, adaletsizliklerin, katliamların “devr-i sabık yaratmayacağız” diyerek üzerinin örtülmesinin öyle kolay olmayacağı da hesaba katılmalıdır.
Nasıl olacak da ayağa kalkacak bu memleket?
Doğal seyrinde değişiklik olmazsa 2023 Haziranında yapılacak seçimler yaklaşırken ‘’yeni CHP’nin’’ solunda kalan ve ekonomik kriz nedeniyle derin bir yoksullukla adeta yaşam mücadelesi veren milyonlarca emekçinin, kadının, öğrencinin siyaseten kapsanması nasıl olacaktır? Tam da burada Türkiye sermaye devleti ve düzen muhalefetinin devreye girdiğini, siyasetin sol kulvarındaki boşluğu görerek buraya dönük kimi hazırlıklar yaptığı not edilmelidir.
Millet ittifakının sağ bir ittifak olarak ‘’güçlendirilmiş parlamenter sistemin’’ meşruiyeti açısından bir dayanağa ihtiyaç duyduğunu ve bunun için de solun onayını alabilecek bir siyaset mühendisliğine soyunduğu açıktır. Son dönem sol ittifak tartışmaları çerçevesinde yaşanan gelişmeler bunu doğrular niteliktedir. AKP’siz ‘’Yeni Türkiye’nin’’ siyasi aktörleri kendi reformist solunu veya “sol” muhalefetini şimdiden yaratmaya çalışmaktadır. Yani hem son kerte de Millet ittifakını Cumhurbaşkanlığı seçiminde destekleyecek hem mecliste kendine koltuk bulacak hem de yeni dönemin muhalefeti olacak bir ‘’sol’’ biçimlendirilmeye çalışılmaktadır.
Emperyalizmin ve sermayenin toplumu AKP eliyle kurulan rejimin uyumlulaştırılmış versiyonuna ikna edecek programı, bugün CHP önderliğinde Millet ittifakı tarafından sahiplenilmiştir. ‘’Helalleşme’’ bu uyum arayışının gerici rejim diliyle topluma anlatılması ve ikna edilmesi anlamı taşımaktadır.
Büyük bir ekonomik kriz içerisinde debelenen ‘’Geçinemiyoruz!’’ diye isyan edip insanca bir yaşam isteyen milyonlarca emekçi, dinci gericiliğin baskı altına almaya çalıştığı kadınlar, geleceği çalınan gençlik, eşit yurttaşlık isteyen alevi ve Kürt emekçileri, laikliğin, kamuculuğun, bağımsızlığın tebaa değil yurttaş olabilmenin ne kadar elzem olduğunun bilincindeki milyonlarca yurttaş bu sağ programa sığmaz.
Yazımızın başında değindiğimiz ”Nasıl oldu da bu hale geldi bu memleket?” sorusuna bu memleketi bu hale getirenin sağ ve gerici programlar olduğu yanıtı rahatlıkla verilebilmeli ve tereddütsüz bir biçimde karşısına devrimci ve gerçek bir sol program konulmalıdır.
Emeğin, laikliğin ve bağımsızlığın vazgeçilemez ve esnetilemez ilkeler olduğu, toplumsal örgütlenmeye pusula olacak sade ve devrimci bir programın bugün toplumsal alanda karşılık bulması mümkündür. CHP’nin ‘’helalleşme’’ açılımı, bir yanıyla da böylesi bağımsız sol bir program etrafında birleşebilecek bir toplumsal hareketin bugünden önünü kesme girişimi olarak okunmalıdır.
Türkiye’nin gömlek değiştirmiş siyasi figürler ve sağ bir ittifakla, sermaye ve emperyalist merkezlerin çıkarlarını merkeze koyan bir programla yeniden ayağa kalkması mümkün değildir. Kurtuluşumuz, ilerici ve sosyalist ilkelerin yeni bir cumhuriyet mücadelesine bağlandığı devrimci bir programın adım adım hayata geçirilmesiyle mümkün olacaktır.
1 Karamollaoğlu:Kılıçdaroğlu CHP’de devrim yaptı (20 Nisan 2021) https://gazetemanifesto.com/2021/karamollaoglu-kilicdaroglu-chpde-devrim-yapti-473417/
2 CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun İkinci Yüzyıl Dergisinin ilk sayısı için yaptığı söyleşi (11 Mayıs 2021) https://www.chp.org.tr/haberler/chp-lideri-kilicdaroglunun-ikinci-yuzyil-dergisinin-ilk-sayisi-icin-yaptigi-soylesi?q=