Geri dönüşüm işçileri ile söyleşi
Ekim ayının ilk haftasında İstanbul Valiliğinin emriyle polis ve zabıta ekipleri Ümraniye’de kâğıtların toplandığı bir depoya baskın düzenledi. Baskında atık kâğıt toplayıcısı işçiler ile polis arasında gerginlik yaşandı. Baskın sürerken işçiler, tepki olarak atıkların bulunduğu barakaları ateşe verdi. Polislerin işçileri dağıtmak için havaya ateş açtığı olayda kimi işçiler gözaltına alındı. Biz de Yeni Ülke Dergisi olarak Geri Dönüşüm İşçileri Derneği Başkanı Dinçer Mendillioğlu ve geri dönüşüm işçileri ile bu olaylar ve genel olarak geri dönüşüm işçiliği üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Geri Dönüşüm İşçileri Derneği/ Dinçer Mendillioğlu
Geri Dönüşüm İşçileri Derneği ne zaman ve hangi ihtiyaçlar sebebiyle kuruldu? Temel amacı nedir?
Geri Dönüşüm İşçileri Derneği 2013’ün Haziran’ın hemen başında Gezi direnişinin gerçekleştiği dönemlere denk geldi. Bu anlamda da 6 Haziran 2013’te kurulduk. Bizim için tarihsel bir anlamı, değeri ve lezzeti de var. Neden kurulduğuna gelirsek toplayıcılığın kendisiyle ilgili de doğrudan alakalı bir durum. Çünkü bu dernekleşme süreci bir anda oluşmuş bir şey değil. Bunun arkasında ekonomik göç var, politik görüşler, kontrolsüz göçler var. Ne oldu? Büyük kentler 90 yılların hemen başlarında çok büyük göçler almaya başladı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelen Kürt yurttaşlarımız Kürt halkının yaşadığı yerlerde çok ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Köyler boşaltıldı, terör meselesi bir biçimiyle arttı. Bir iki yerde koruculuk sistemi geldi kimileri koruculuğu kabul etti kimileri reddetti. Bununla beraber yerleşik köy hayatından başka bir şeye geçildi. Kendi içlerinde ne dirlik düzenleri ne de yaşama tutunma hikâyeleri kalmamaya başladı. Dolayısıyla büyük kentler kontrolsüz göçler almaya başladı. Bu kimi ekonomik göç diye tarif edebileceğimiz biçimine geldi kimileri ise politik sebeplerden kentlere geldiler. Kimisi tek kelime Türkçe bilmeden geldi. Kimi hayatı boyunca hiç büyük şehir görmemişti geldi. Kimi toprağını taşına toprağına aşkla tutkundu gelmek zorunda kaldı ama bir biçimiyle büyük şehirlere geldiler. Geldikten sonra da birtakım işler yapmaya başladılar. Bu yaptıkları işleri de işte hurdacılık, bakırcılık, karton kâğıt toplama gibi mesleklerde daha ağırlıklı olarak bu işi yapmaya başladı. Kâh inşaatta çalıştılar işte çünkü hani ortalama bir meslekleri ve hayatlarını idame ettirebilecekleri bir çalışma sahası ve alanları bir işleri yoktu. Dolayısıyla en rahat nerede kendini tarif etti emekçi arkadaşlarımız, sokaklarda tarif etti sokaklardan hayatta tutunarak tarif etmeye başladı. Bununla beraber de kâğıt, karton, pet, plastik, hurda bakır gibi dönüştürülebilir nitelikli atıkların toplanmasına başladı. Aslında işte hani o dernekleşme süreci de işte tam buradan alırsak daha değerli ve anlamlı olacaktır. Gelmeye ve buralarda iş bulmaya başladıkça özellikle Hakkâri, Van, Şırnak Diyarbakırlı arkadaşlarımız ilk bu işleri göçle gelerek başlattılar. Büyük şehirlerde bir biçimde yaşamlarını devam ettirmeye başlayınca aileler de gelmeye başladı. Ardından arkadaşları da onları izlediler. Dolayısıyla büyük kentlerde iyice sayıları artmaya başladı. Bu sayı arttıkça da kendi sistemlerini kurdular. Bunu da bizim geri dönüşüm işi olarak tarif ettiğimiz, arkadaşlarımız gündelik yaşamda, “toplayıcı” olarak kendilerini tarif ettiler. Biz bu işleri 2000’li yılların hemen başlarında aslında geçmişten beri farkındaydık ama dikkat çekmeye başladılar. 2002-2003 senelerinde Ankara Mamak özelinde çok dikkatimizi çekmişti. İşte ağırlıklı Hakkârili, Vanlı dostlarımız buraya göçle gelip gecekondularda yaşıyorlardı. Mamak Çöplüğünden ya da oradan buradan atıklar toplayarak hayatta tutunuyorlardı. Kentin sokaklarında atıkları toplayarak bu atıkların o yasaklaması hikâyeleriyle de başladı dernekleşme sürecimiz. Çünkü bir anda çok yoğun operasyonları ev yıkmalar, baraka yıkmalar, yaşam alanlarına çok ciddi devlet müdahaleleri, yani hiç tasvip edemeyeceğimiz şeyler yaşanmıştı ve bununla birlikte de direnen insanlar topluluğu vardı orada. Yani zaten kendi köyünden, kentinden göçmüş buralara gelmiş ve bir biçiminde burada da bir baskıyla karşılaşıyor ve ister istemez direnerek birbirlerine sıkı sıkıya bağ kurarak hayata tutunmaya çalıştılar. O direniş dönemlerinde 2000’li yılların hemen başındaki o direnişleriyle beraber dikkatimizi ilgimizi çekmişti. Aslında dernekleşme sürecini 2000’li yılların başında düşünmüştük. Fakat hem birbirimizi tanımaya, hem birbirimizi anlama süreçleri epey bir uzun sürdü. Ancak 2013 Haziran’ında kurabildik. 2000’li yılların başında birbirimizi tanıdık onların sofralarına oturduk nedir necisiniz neden köyünüzden kentinizden toprağınızı taşınızı bırakarak gelmek zorunda kaldınız? Büyük kentlerde tek kelime Türkçe bilmeden büyük şehirlerde bir meslek sahibi olmadan buralarda nasıl tutunacaksınız. Onlar böyle çok mütevazı bir biçimde yaşamlarını tarif ettiler. Neden geldiklerini, nasıl ülke içi zorunlu göçe maruz kaldıklarını anlattılar. Çok saygı duymaya başladık hem saygım, hem hayranlığını hem de yaşama tutunmalarının o derinliği benim açımdan çok değerli ve onurlu olmaya başladı. Bu noktada da insan olarak kayıtsız kalamayacağımızı düşündük, yani buraya gelmişler bir darbe de burada yememeleri noktasında arkadaşlarımız da işte 2000’li yılların başında düzenli ve sürdürülebilen toplantılarımız başlamıştı. İşte buralara geldik, burada da hani kendi kendimizin otokontrol sistemi oldu. Büyük kentlerde kaybolmanın çok kolay olabileceğini bildiğimiz için, bölgeden getirdikleri kendi kültürlerini ve geleneklerini de yaşattılar. Bu noktada birlikte bu, kâğıt, karton, pet, plastik toplamanın kanunlara aykırı bir şey olmadığını anlatabilmek, hem bir yasal güvence ve yasal statü kazanabilmek, bu alanın bir meslek alanı olabileceğini anlatabilmek noktasında bir çalışmamız başlamıştı. İlk dönemlerde “Katık” adında bir dergi çıkarmıştık. Sosyoloji kent yaşamını anlatan kent güvencesizliğini, kentin kendisini emekçilerinin dilinden anlatan “Katık” dergisi üzerinden örgütleniyorduk. O zamanlar bir dergi çevresi gibiydik bir dönem işte ara verdik. Ama çalışmalarımız devam etti, arkadaşlarımızla bağımız hiçbir zaman kopmadı. Geri dönüşüm sistemi Türkiye’de daha ete kemiğe bürünmeye başladıkça toplayıcıların, geri dönüşüm işçilerinin sayısı da da artmaya başladı ve baskılar da başladı. Bu sayı arttıkça da problemler de çok çok artmaya başladı. İşte zabıta karıştı, polis karıştı, çevre şehircilik müdürlükleri, çevre koruma kontrol müdürlükleri karıştı belediye karıştı, vali karıştı. Yani devlet içerisinde karışmayan herhangi bir kurum kalmadı. Yasalar da ne yazık ki toplama sistemine uygun olmadığı için bu insanlar bir anda kayıt dışı illegal bir alanın sahanın personelleri çalışanları gibi algılanmaya başladı. Aslında yaptıkları işi çok temiz, çok onurlu, çok saygı duyulası ve herkesin takdir etmesi gereken bir iş iken ne yazık ki kanunların tarif edememesinden kaynaklı çöpten hırsızlık yapanlar gibi algılandı ve problemler çok büyümeye başladı. Dolayısıyla bu problemler büyüdükçe de bizim örgütlenme ihtiyacımız iyice arttı. Yer yer Ankara’nın çeşitli sokaklarında örgütlenmeye çalıştık. Örgütlenirken de polisle zabıtayla belediyelerle karşı karşıya kaldığımız zamanlar oldu. Özellikle Gökçek’in belediye başkanlığı zamanında bu gibi durumlarla çok fazla karşı karşıya kaldık. Çünkü muazzam bir baskı, muazzam faşizanca bir tutum, bir yok sayma anlayışı vardı. Sokaktaki insanların da direnmekten başka bir seçeneği yok; direnmese zaten hayata tutunamaz. Dolayısıyla böyle bir direnme hikâyelerinin yanında, biz de bunu ete kemiğe büründürelim istedik. Artık daha örgütlü daha kurumsal bir anlayış içerisinde kâğıt toplayıcılarından, geri dönüşüm işçilerinin kendi kendini tarif edebildi, sesi olabildik. Bakın biz şeklen kanunlarca kayıt dışı görülüyor olabiliriz, yaptığımız iş illegal gibi görünebilir ama biz varız. Yani görünmeyen insanların görünür olma mücadelesiydi bir noktadan sonra ve bu çok değerli, çok kendi içinde çok anlamlı bir mücadeleydi ve kaçınılmazdı ve bu örgütlenmenin de kurum çerçevesinde olması gerekiyordu. Başıboş, kendi kendine, kara düzen bir örgütlenmek yerine daha bir dernek çatısı altında olalım dedik ve ismini de Geri Dönüşüm İşçileri Derneği koyduk; niye geri dönüşüm işçileri? Çünkü dönüştürülebilir. Atıkları topladıkları için hem ekolojik mantık, hem çevreci hem de ekonomik mantık üzerinden baktığımız zaman bu işi yapanlar işçi nihayetinde bir beden işçiliği söz konusu. Dolayısıyla bu beden işlerinin üzerinden de biz geri dönüşüm hem doğayı hem çevreyi hem de dönüştürülebilir atıkların dönüşüm mantığı üzerinden tarif ettiğimizde aklımıza en güzel gelebilecek en kapsayıcı için geri dönüşüm işçileriydi… Atık Kâğıt İşçileri ismini de daha kendimiz dar tanımda kullanıyoruz. Geri Dönüşüm İşçileri Derneği tamamen geri dönüşüm işçisi dostlarımız üzerinden kuruldu. Her aşamasında her noktasında onların emeği vardır. Biz sadece bu noktada yazarçizer olduk yani hani sadece örgütlenme ihtiyacını anlattık. Yani bütün emek ve bütün değer o dostlarımıza aittir, yoldaşlarıma aittir. Dolayısıyla onların kendi ihtiyacından ve kendi bakış açılarının bir ürünü olarak Geri Dönüşüm İşçileri Derneği meyvesini aldık. 2013 senesinde Türkiye’de ilk defa sokakta kâğıt toplayan, atık toplayan insanların kurmuş olduğu fiziki bir dernek oldu. Bu noktada ne mutlu bize diyelim.
Geri dönüşüm işçilerinin en önemli sorunu nedir?
Sanırım şöyle düşünmek lazım zaten sorun Aziz Nesin’in Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz öyküsündeki gibi. Evet, kâğıt topluyorlar bunu ekonomiye ve ekolojiye bir değer olarak katıyorlar ama kanunlarca tanınmıyorlar. En büyük problem tanınır olmamakla ilgili bir durum olsa gerek. Bununla beraber diğer sorunları da açacağız ama temel olarak bu işin bu alanın kâğıt toplamanın bir meslek olduğu ülkemizde artık kabul edilmek zorunda. Bunun üzerine bir sistem de inşa edilebilecek bir durumda. Çünkü toplama sisteminin bütün hikâyesi kâğıt toplayıcılarından başlar. Kâğıt toplayıcılarının toplamış olduğu atıklar Türkiye geneline yayılır. Firmaların entegre işleme tesislerinin, belediyelerin toplama araştırma ile ilgili ne kadar paydaş varsa tamamını da çok daha fazlasını atık kâğıt işçileri toplar.
Dolayısıyla topladıkları atıklarla kendilerine bir meslek ve bir ekonomik yaşam olanağı, hayatlarını idame etme olanağını beraberinde getirirken bir taraftan da hem ekonomiye hem de ekolojiye katkıda bulunmuş oluyorlar; yaşamlarını idame ettiriyorlar. Dolayısıyla bu klasik bir çalışma tanımı içerisine de girer fakat bizde bu bir türlü kabul edilemiyor. Birinci olarak atık işçileri yıllardır varlar ama kanunlardaki yetersizlikten kaynaklı olarak yoklar, kanuni olarak tanınmıyorlar. İkincisi hiçbir sosyal güvenceleri yok genellikle ekonomik göçle geliyorlar büyük kentlere. 90’lı yıllarda politik göçle gelenler de olmuştu; ama şu anda ağırlıklı olarak ekonomik nedenlerle göçenler, atığın para ettiğini bildikleri için bir biçimde sokakta atık toplayıp hayatını idame ettirmeye çalışıyor.
Bu da sosyal güvence meselesini de yanında getiriyor hemen hemen hiç birisinin sosyal güvencesi yok. Üçüncüsü kollukla kamu görevlileri ile devletin her kademesiyle yaşadıkları problem söz konusu. İşte son günlerde yaşadığımız ortada. Son yaşadığımız olaylar ortada: valilik, belediyeler, zabıta, Çevre Şehircilik İl müdürlükleri karışabiliyor. Yani karışmayan neredeyse kimse yok. Burada bir kafa karışıklığı da var o kadar çok kamunun farklı farklı alanlarındaki kurum ve kuruluşlar bu sürece müdahil oluyor ki. Atık kâğıt işçilerine karışıyorlar ki bu da bir problem. Burada da hem görev tanımı bir uygulama karmaşası da var. Dolayısıyla burada da sorun kendi kendini gösteriyor.
Bunu da sorun olarak ekleyebiliriz. Tabii ki kimi yerlerde barınma problemi de ciddi bir problem çoğu göç ile geldikleri için yani büyük kentlerde depolarda hem yaşam hem çalışma alanı oluşturdukları için bir barınma problemini de beraberinde getiriyor. İster istemez çöple ilişkilenmiş olmalarından kaynaklı daha doğrusu çöpteki atıklarla çalıştıklarından kaynaklı bir takım hastalıklara da yakalanabiliyor. Ama bağışlıkları da aynı oranda güçlü de olabiliyor. Ama biz temel olarak şöyle sıralarsak: 1) Kanunlarca tanınmak; bu işin klasik bir meslek kodunun bir meslek tanımının haline dönüşmesi 2) Kesinlikle sosyal güvencelerinin olması 3) Hem barınma hem yaşam alanlarının çağın gereklerine uygun, daha insan onuruna yakışır bir ortamda oluşturulmuş olması gerekiyor.
Çünkü atık ekonomisi dünyada çok büyük bir ekonomi; sadece ülkemizde değil büyük sanayiler arasına da girmiş durumda. Ülkemizde de atık çok çok değerli, bugün 1 kilo atığın bile anında alıcısının olduğunu düşünürseniz bu sektörde ciddi sayıda çalışan işçilerimiz, emekçilerimiz var. Dolayısıyla en temel problem olarak, artık bu alanın varlığının kabul edilmesi gerek. Bu meseleyi hem toplumun hem kamunun hem de bizlerin hafızasında yer edinmesi adına özellikle her noktada işleyeceğiz.
Son günlerde meydana gelen depo baskınlarının ve çekçeklerin toplanmasının sebebi size iletildi mi, ilgili merciler sizi bu konunun paydaşı olarak görüyorlar mı? Bu olayların altında yatan gerçeğin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Bize herhangi bir şey iletilmedi. En son geçen hafta içi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Genel Müdürü ile görüştüm. Kendisi bizi davet etti hoş bir ortamda sohbetin geçtiğini düşünülebilirsiniz; bence onlarda da bir kafa karışıklığı olduğu izlenimi edindim. İstanbul’daki olaylar konusuna gelirsek; günlerdir çok yoğun bir baskı var. Bunun altında yatan ne nedir diye düşündüğümüzde: Sıfır atık projesi kapsamında acaba Çevre Ajansı’nın tekelleşmesinin önünü açacak hatta giden yolda bir gözdağı bütün Türkiye’ye sokak toplayıcıları üzerinden bir gözdağı da olabilir çünkü Çevre Ajansı’nın oluşturulması ile beraber Türkiye’de bambaşka bir atık modeli gelişecek.
Atık alabilme yetkisi entegre işleme tesislerinde olacak. Dolayısıyla zaten sokak toplaması yapan atık kâğıt işçileri yoktu, onlardan atık alan toplama tesisleri, depocular, presçiler de yok olacak. Atığın bütün paydaşlarını yok eden bir sistem geliyor aslında. Buraları besleyen kimdi buraları besleyen geri dönüşüm işçileriydi. Yıllardır toplama ayrıştırma işlemi tesislerini pres yerlerini besleyen neresiydi? Geri dönüşüm işçileriydi. İlk baskılar buraya geldi ki oraya gidecek atığında önünü kesen bir nokta bu. Ama şu anki mevcut yasalar zaten toplama ayrıştırma tesislerini, kanunen orayı işaret ediyor. Atık toplama yetkisi öncelikle ilçe belediyelerindedir. Belediyeler atıkları kendileri toplarlar, toplayamadıkları durumda da toplama ve ayrıştırma tesisi (TAT) dediğimiz yarı fabrika orta ölçekli şirketleri ihale usulü ile yetkilendirir. Atıklar genel olarak TAT’lar üzerinden toplanır. Fakat bu Çevre Ajansı ile beraber TAT’lar tamamen biçim değiştirecek ya TAT’lar kendilerini geliştirip entegre tesis olacaklar ya da yok olup gidecekler, mevzu şu an o yöne doğru gidiyor. Bütün atıkları TAT’lara genelde geri dönüşüm işçileri getirirler, ayrıca yerel belediyelerden kendileri de toplama yaparlar. Fakat TAT’ların topladığı atık miktarı ile geri dönüşüm işçilerinin topladığı atık miktarları asla aynı değildir. Özellikle vurgu yapmak gerekir bu işin lokomotifi sokakta toplama yapan geri dönüşüm işçileridir.
Kamusal alanda kanunun çerçevesini çizmiş olduğu atık yönetimi planındaki atıkları toplamazlar. Nereyi toplarlar? Sahipsiz atıkları yani çöpe atılmış sokağa terk edilmiş atıkları toplarlar. Yani gidip herhangi bir yerden atık alamazlar bunu özellikle vurgulamak lazım. Bir geri dönüşüm işçisini, atık kâğıt işçisini AVM’de atık alırken göremezsin çünkü toplayıcılar nereye gidip nereye gitmeyeceğini bilirler yani kanunlara hâkimdir demek istiyorum. Aslında kanunları istismar eden bir noktada durmuyorlar ama İstanbul Valiliği bir anda binlerce ton atığın bulunduğu depoları bastı darmaduman etti karışık atığın değerinin iki buçuk lira olduğu söyleniyor; bunu binlerce tona vurun bakalım ve yüz binlerce toplayıcıyı da ekleyelim ortaya devasa bir rant çıkar, çıkıyor.
Bu rant da birilerinin iştahını kabartmış olabilir. Şöyle de düşünmüş olabilirler nasıl olsa atıkları bedavaya toplayan bir toplayıcı ordusu var. Biz bunların topladığı atığa çöreklenelim. Bu mantık da kapitalist tüccar mantığı üzerinden düşündüğümüz zaman çok da iştah kabartıcı. Sıfır maliyet, binlerce ton toplanmış atık! İstanbul Valiliği ile birkaç defa görüşme istedik ama bir türlü bize kapılarını açmadılar. İstanbul Valiliği kendilerine daha yakın iktidar tarafından desteklenen bir arkadaşın üzerinden bir görüşme yapmış. Herhangi bir temsilci yetkisi olmayan insanlarla kendi kendilerine görüştüler çay kahve içip geldiler. Keşke günlerdir bu olayın muhatapları olan bizler ile görüşmüş olsalardı. Biz hâlâ görüşme talebimizi yenileyeceğiz vurgulayacağız. Yapılan operasyonların sahipleri kanun yapıcılar da bunu tekrar tekrar gözden geçirmeli. Fakat İstanbul Valiliği de tek başına bu operasyonu yapamaz yani bir yerlerde mutlaka hükümetten herhangi bir görüş almasa bu kadar yoğun bir baskı olacağını düşünmüyoruz. Sayın bakan “Atık toplayıcı kardeşlerimiz Türkiye’nin en büyük çevre hareketi olan sıfır atık projemizin isimsiz kahramanlarıdır. Kimse bizimle emekçi kardeşlerimiz arasına giremez.” dediği bir tweet attı, herkes için umut olan bu tweetin emekçi vurgusu yapması çok değerli bir şeydi. Sayın Bakan böyle bir şey söylerken İstanbul Valiliği tam tersi bir uygulama yapıyor. Şimdi hangisine inanacağız yasadan daha yüksek herhangi bir makam merci olduğunu düşünmüyoruz. Sayın bakanın söyledikleri bizim için bağlayıcıdır, bütün toplum için bağlayıcıdır çünkü kanunu yapan yer orası. Fakat ne yazık ki tam tersi oldu bakan bey bir şey söyledi ama İstanbul Valiliği başka bir şey yaptı.
Geçen hafta Çevre Şehircilik genel müdürü ile görüştüğümüzü söylemiştim. Çözüm önerilerimizi sunduk onlar kent konseyleri üzerinden bir istihdamdan bahsettiler, fakat kent konseyleri şifahi kuruluşlardır evet resmi olarak vardır. Fakat sokak toplaması yapan emekçileri kent konseylerinin istihdam edebilmek gibi bir durumu yok. Muhatap kent konseyleri değil muhatap yerel belediyelerin çevre koruma kontrol müdürlükleridir ya da çevre şehircilik müdürlükleridir. Dolayısıyla bu görüşmede kafa karışıklığının olduğunu gördüm. Yaşanan son baskınlarla ilgili biz emekçilere karışmıyoruz dediler. Siz karışmıyorsanız peki bu talimat nereden geliyor yani İstanbul Valiliği tek başına bu kararı almaz. Sokaklarda atık toplaması yapan insanlar başka başka işlere meyil etmek yerine bizim atmış olduğunuz atıkları toplayarak bunu bir hayata tutunma hikâyesine dönüştürdüler.
Valiliğin atık emekçilerine yapmış olduğu operasyon öyle ha deyince kabul edilebilir bir şey değil. Bütün toplum, iktidardan muhalefete dek atık emekçilerinin kime zararı var dedi. Fakat bu operasyonlar devam etti, operasyonların devam etmesi ile bizde birtakım soru işaretleri belirdi. Bakanlık başka bir şey söylüyor Valilik başka bir uygulama yapıyor.
Sendikalardan ve diğer sivil toplum kuruluşlarından sorunlarınızın çözülmesi için kamuoyu yaratma konusunda destek alabiliyor musunuz?
Şunu gördük ki toplumun artık duyarlı bir vicdanı var. Duygu sömürüsü anlamında değil. Daha nesnel daha reel güzel bir vicdanı var bu vicdan ve adalet duygusu üzerinden yaşamı ve sokağın emekçilerini tarif edebiliyorlar. İlk başlarda senelerce bunun sıkıntısını biz de yaşamıştık. İşte tam kendimiz belki tarif edememiştik sokak toplaması nedir bunu anlatamamıştık. Belki ekolojiye ve ekonomiye olan katkısını anlatmakta eksik, yetersiz kalmıştık. Belki bizim kendimizi tarif etmemizde sıkıntı vardı yer yer. İşte sokaktaki o görüntüler üzerinden toplum tarif etmişti ama bunların hepsi belli bir zaman sonra bertaraf olmaya başladı ve yavaş yavaş birbirimizi de anladık aslında geri dönüşüm işiyle toplum da birbirini anlamaya başladı.
Bir insan topluluğu düşününki hayata sıfır altında başlayıp, kimseye bir gram maddi manevi yük olmadan kendi istihdamlarını sağlasınlar ve hayata tutunsunlar. Bununla da yetinmeyip ülkenin ekonomisine ve ekolojisine katkıda bulunsunlar. Yine söylüyorum on binlerce, yüz binlerce atık kâğıt geri dönüşüm işçisi topladıkları atıklar sonuçta devletin yetkilendirdiği firmalara gidiyor. Son kertede oraya gidiyor. Yani aslında devletin yerel belediyelerin yetersiz kaldıkları bir alanda devasa bir boşluğu dolduruyorlar. Bunu böyle de düşünün değerlendirip ödüllendirmek onurlandırmak ve buraya yönelik çözüm üretmek yerine cezalandırarak sonuç alınılabileceği sanılıyor. Asla ceza ile sonuç alınabilen herhangi bir alan görülmemiştir tarihte. Tablonun böyle olması da toplumda yavaş yavaş iç uyanmaya da sebebiyet verdi. Biz biraz bu noktada önayak olduk. Geri Dönüşüm İşçileri Derneğimiz ve çıkartmış olduğumuz Katık adlı dergimizle, sosyal medyayı kullanabilmemizle, önerdiğimiz yerel belediyeler ve modellerle, topluma önerdiğimiz insanlara kendimizi tarif edebilme biçimlerimizle belirli bir nokta ve belirli bir dikkat ettik ve toplum daha katliamına sessiz kalmadı. Sivil toplum örgütleri buna sessiz kalmadı. Sendikalar DİSK, KESK, Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu doğrudan bizi biliyorlar bütünüyle yanımızdalar.
Sivil toplum örgütleri defalarca maddi manevi yardımlarda bulundu. Gerçi biz parasal nakdi yardım işine çok girmiyoruz. Çünkü paranın girdiği noktalarda rahatsızlık ve huzursuz edici durumlar ve sonuçlar çıkabiliyor. Genelde ihtiyaç odaklı hareket ediyoruz mesela diyor ki buradaki X bir ailemizin öğrenci kızının şunlara ihtiyacı var, anında onun ihtiyacını gidermeye çalışıyoruz. Belirli yardım kuruluşları vakıflar isimlerini çok geçirmek istemiyorlar çünkü hayrın böylesinin değerli ve güzel olduğunu düşünüyoruz. Ne yapıyorlar Ramazan süresi boyunca yemek dağıttılar kimileri gıda kolileri dağıttılar kimileri gündelik yaşamda, işte insanların ihtiyaç ve isteklerini ya da neye talepleri varsa onları karşıladılar. Ankara Büyükşehir Belediyesi son 2 senedir sokak toplaması yapan geri dönüşüm işçilerine yönelik efsane işler yaptı. Hakikaten saygı duymak gerekir. Zabıta Daire Başkanlığı üzerinden hakikaten muazzam şeyler yaptılar. Egzajere etmek de istemem yani kişinin birey olduğu duygusunu hissettirdiler. Bu çok değerli anlamlı bir şeydir haklarını iade etmek gerekir.
Genel kamu toplum vicdanında çok sıkıntı yaşadığımızı düşünmüyoruz. Artık birbirimizi anladık. Bu uğraşının bir iş olduğunu anlatabildik, toplum da, sivil toplum örgütleri de sendikalar da bunu gördüler. Bu bir iş yani kendi kendilerinin patronları diye, kendi istihdamlarını kendileri yaratıyorlar diye bunu meslek dalından çıkartamazsınız bu bir iş. Türkiye’deki atık toplama yükünün yarısından çok daha fazlasını geri dönüşüm işçileri sağlıyor. Düşünün bir gün ülkeden geri dönüşüm şeylerini çekelim bakalım bu hafta kim toplayacak. Geri dönüşüm işçileri aslında çok büyük bir yükü omuzluyor. Bunu artık toplum görüyor. Yaşadığımız bu son süreçte baktığınız zaman birkaç tane yandaşlıkta zirve yapmış yazar/akademisyen diyemeyeceğiniz ismini bile zikretmeye değmez birileri tweet attı. Ne oldu kendi seçmeni ve kendi okurları dahi ya “bu kadar da değil” dediler. Çünkü herkes kimin ne olduğunu bilir. Yani bu ülkede hırsız da hırsızı bilir arsız da arsızı bilir soyguncu da soyguncuyu bilir.
İşçi arkadaşlarımız şu anda ne gibi zorluklar yaşıyorlar, belediye veya kolluk güçleri tarafından baskı yaratılıyor mu?
Şu an emekçi arkadaşlarımız tabii ki zorluk yaşıyor yer yer hala depolar basılıyor hala çekecekler toplanıyor. Bir çekçek 200-250 lira bir anda iki günlük emeğine mal olabiliyor ve çekçeklerin defalarca alındığını düşünün. Zaten siz onun ekmek teknesini elinden almış oluyorsunuz, kolluk güçleri ya da zabıta depolarına gelip diyor ki burada çalışamazsınız. Böyle bir mantık var mı? Çok komik yani onları işsiz bırakmanın böyle bir anlatım biçimi yok. Neymiş efendim depoları basmayacaklarmış ama çalışmazlar ise… Yani diyor ki ölün, aç kalın ne haliniz varsa görün diyor aslında. Bu bir iyilik olmuyor o insanların doğru çalışma alanlarını oluşturmak gerekiyor. Bu da kanun yapıcılar ile kanun uygulayıcıların işidir. Bakanlıkla bu kanunu uygulayan valiliklerin, ilçe belediyelerinin, polisin, zabıtanın ilgili çevre koruma kontrol müdürlüklerinin görevidir. Kâğıt toplayıcı kendi kendine çözüm bulmak zorunda değil. Dünyada da böyle bir şey yok zaten. Olur(!) o zaman her meslek grubu kendi alanı üzerinden kendi çözümünü sağlasın… Yok, böyle bir dünya o zaman kanun yapıcılar ne için var yani hani ya da sokağın gerçekliği ile yüzleşmek mi istemiyorlar? Her gün sokakta çalışan, hayatını devam ettiren insan sayısı artıyor, sadece kâğıt toplama üzerinden düşünmeyin işporta üzerinden de düşünebilirsiniz, otoparkçısı, midyecisi, seyyar satıcısı da var. O kadar çok yurttaş kendini tarif edip buradan hayata tutunmaya çalışıyor. Korkunç boyutlara varmış durumda bu sayı. İnsanların başka seçenekleri kalmadığı için de sokaktan yaşamlarını devam ettirebilmek gerçeğini kenara not almak gerekir. Kimse memlekette bolluk bereket varmış insanlar iş beğenmiyormuş saçmalığına ve zırvalığına girmesin. Milyonlarca insanımız sigortasız, işsiz. TÜİK’in verilerinde bile ondan sonra işsiz sayısı artık milyonları geçmiş durumda. Ev kadınlarını daimi işsiz olarak bu kategoride değerlendirmek gerekiyor. Ülkemizde neredeyse her on insandan dördünün işsiz olduğu göz önüne alındığında sokakta insan sayısının da artması kadar normal bir şey yoktur. Belediyelerin daha çok sorumluluk alması, kanun yapıcıların daha çok sorumluluk alması lazım işte kanunu uygulayan koltuklarında daha çok sorumluluk alması lazım sokak toplaması yapın geri dönüşüm işçilerinin de aynı şekilde bu sorumluluk da alması lazım. Yer yer depo baskınları, çekçek almalar o ilk günlerdeki kadar yoğun değil fakat kulağımıza gelen net duyumlara göre ilerleyen zamanlarda operasyonlar daha da artacak. Bu yeni bir cenderedir, yeni bir sokak karmaşasıdır, bunlara hiç gerek yok, bu bir çözüm olamaz. Biz sorunun değil çözümün parçasıyız. Sorunu biz çıkarmadık, bu karmaşık tabloyu kanun yapıcılar ve kanun uygulayıcılar çıkardılar.
***
Geri Dönüşüm İşçileri ne diyor?
- Neden geri dönüşüm işçisi oldunuz? Ne kadar süredir bu işi yapıyorsunuz?
- Geri dönüşüm işçisi olmanın zorlukları nelerdir?
- Yaptığınız işin kente, çevreye, sokak hayvanlarına, vatandaşlara nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
- Son günlerde yaşanan baskıların ve depo baskınlarının size nasıl bir etkisi oldu? Bu işi yapmaya devam edecek/edebilecek misiniz?
- Yaşadığınız bu sorunların çözülmesi için neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz, siz ne yapacaksınız?
Geri Dönüşüm İşçisi Ekrem Yaşar
- Ben vasıfsız bir bireyim. İlkokul mezunuyum, mesleğim yok. Katı atık işi bir bilgelik, ustalık, uzmanlık alanı gerektirmiyor. Yani 400 TL’lik bir çekçek alabilen ya da borç edinebilen herkesin günlük yaşamını temin edebileceği isimsiz bir meslektir. 20 yıldır bu işi yapıyorum, 40 yaşındayım, kiradayım, evim yok, arabam yok, sermayem, birikimim yok, bu işi zevkimden değil, mecburiyetten yapıyorum.
- Bizim gündüzümüz gecemiz sabahımız akşamımız belli değil, bir sosyal hayatımız yok, sürekli gurbette olduğumuz için aile hayatımız yok, çocuklarımızın nasıl dünyaya geldiğini, nasıl yürüdüğünü, nasıl ilk lokma yemeği yediğini gördüğümüz yok, çocuklarımızın ağzından çıkan ilk kelimenin heyecanını yaşadığımız yok, yani kısacası yazmakla söylemekle bitmez çektiğimiz zorluklar.
- Kente olan faydası biz toplu halde işe çıkmazsak sizlere inandırıcı gelmeyebilir ama belediye araçları tek başına yetiştiremez çöp konteynırlarını, taşar, yerlere dökülür. Hem görüntü kirliliği yaşanır etrafa saçılan, aynı zamanda doğaya ekolojiye zarar verir. Sokak hayvanları o çöplerle oynar, yemeye çalışır, hayvanların sağlığı önemli oranda zarar görür.
- Bize şöyle etkisi oldu. O baskınlarda ben dört gün çalışmadım. İlk gün hariç, diğer üç günü borç ederek hayatımı idame ettim. Eğer ki üç veya dört gün daha işe çıkmaya engellenseydim, mecburi başka yollara baş vuracaktım, bu yollar neydi, ben hırsızlık yapamam, uyuşturucu satamam, çocuklarımdan utanırım, torbacılık yapamam, çok affedersiniz gece yarıları sokaklarda ahlaksız iş yapamam, yapabileceğim, düşündüğüm tek şey kalmıştı işim elimden alındıktan sonra, belediyenin ya da valiliğin ya da idarenin kapısından çaresiz kendimi yakmaktır. Bu işe devam edebilecek misiniz sorusuna gelince çaresiz çocuklarımın geleceği için canımın pahasına devam edeceğim çünkü vasıfsızım, anladığım başka iş yok.
- Birincisi sorunlarımızın çözülmesi zor olmamakla beraber, çözülmesi çok basit sorunlardır. Biz hiç bir denetim olmasın demiyoruz. İdari birimler bizimle çeşitli toplantılar yapıp çeşitli düzenlemeleri ortak akıl, ortak fikirle getirebilir. İşini yapılan düzenlemelere göre yapmayana cezai işlemler uygulanabilir. Geçimimizi zorlamayacak hiçbir çözümden kaçtığımız yok, hiçbir uygulamadan kaçtığımız yok. Bizler katı atık işçileri ailelerimizle beraber azımsanmayacak kadar büyük bir kitleyiz yani istediğimizde bürokraside, siyasette büyük sonuçlar doğurabilecek bir kitleyiz. Siz ne yapacaksınız sorusuna gelince yukarıda da belirttiğim gibi canımın pahasına da olsa ha bu bir isyan başkaldırı falan değil, çalışmak zorundayım, bununla beraber öbür yandan bütün yasal ve siyasal haklarımı da, yolları da deneyeceğim.
Evet işime, aşıma, geleceğime, çekçeğime dokunmayın diyorum. İşe sosyoloji gözüyle bakarsak çalışmak sanattır, sanatıma dokunma diyorum. İşe dini açıdan bakarsak peygamber efendimiz s.a.v. diyor ki çalışmak ibadettir, ibadetime dokunma…
Geri Dönüşüm İşçisi Çetin Bozan
- Eğitim seviyem düşük, mesleğim yok, vasıfsız bir insanım, yapabileceğim bir iştir bu. 40 yıldır yapıyorum.
- Zor şartlarda çalışıyoruz. Sağlık koşulları, hava şartları ve yıllardır belediyenin bize çıkarttığı zorluklar.
- Yaptığımız iş kesinlikle çevreye çok faydalı, katkı sunuyoruz, atıkları topluyoruz. Bu şekilde çevreyi de koruyoruz ve atıkları topladığımızdan dolayı sokak hayvanlarını da bu şekilde koruyoruz. Bunu bu şekilde kazanca dönüştürüyoruz. Bundan hem biz hem de ülke ekonomisi faydalanıyor.
- Biz baskıların oluşmasından dolayı çalışamaz hale geldik. Çekçeklerimize el konuldu, mallarımıza el konuldu, kazancımız düştü, ailemizi geçindiremiyoruz, çocuklarımızı okutamıyoruz, başka iş yapabilecek durumda değiliz, bu işi sonuna kadar yapmaya devam edeceğim.
- Yapabilecek en son işi yapıyorum. Çöpe razı geldim, devlet yetkilileri bana karışmasın. Bu işi yapmak istiyorum, sonuna kadar da yapacağım çünkü yapabilecek başka bir işim yok.