Soner Yalçın: Elma dersem çık armut dersem çıkma
Zafer Aksel Çekiç
Humo sum, humani nihil a me alienum puto
Publius Terentius Afro
De omnibus dubitandum est
Soner Yalçın, daha öncede defalarca yaptığı gibi, aynı saçmalıkları, liberallerin tezlerini tekrar ediyor. Bunun faydasını Soner Yalçın’ın yazdıklarına aksi sedanın geldiği yöne bakarak anlayabiliriz. “Badem gözlü” olan Alev Alatlı’ya övgülerle başlayan, hakikat vesveseleriyle devam eden, Ali Şeriati’den Abdülhamit’e uzanan bir yazılar bütününde “solculuk” öğrenmemiz bekleniyor.
Belli ki bir biçimde AKP-MHP ittifakına esas olan “beka sorunu” kapsamında dolaylı da olsa bağlaşıklar artıyor, bir zamanlar Ergenekon ve benzeri süreçlerde dışarı atılanlardan bazıları tekrar iktidara tutunmaya, Nedim Şener, Hulki Cevizoğlu misali bir yer edinmeye, ömrün son deminde biraz daha rahat etmeye, gün yüzü görmeye meylediyor.
Nitekim aksi seda da doğrudan Beştepe’den geliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı, AKP düzeninin hukukçusu Mehmet Uçum, Soner Yalçın’ın dediklerinden aldığı feyzle daha da ileri giderek işi “Türkiye’de sol var mıdır?” noktasına kadar vardırmış.
Uçum, tamamı liberal tezlerle bir “sol” tanımı yaptıktan sonra “…siyasi niteleme açısından olmasa dahi siyasi pratik bakımından sol ilkelere daha uygun hareket eden liderin R. T. Erdoğan, sol politikalara yakın olan partinin Ak Parti olduğu çok güçlü bir şekilde söylenebilir.” diyerek de bu fırsatı kendince gole çeviriyor.
Yalçın Küçük’ün kulakları çınlasın…
Soner Bey ise Mehmet Uçum’un mektubu ile övüneceğine biraz düşünsün…
Din siyaset alanında değildir
Soner Yalçın, hinliğin büyüğünü en başından yapıyor.
“İslam, sağcı değildir.”
İslam mı? Sağcılık mı, solculuk mu?
En büyük liberal yalanlardan biri hayatın tüm alanlarının siyasetin konusu olduğu önermesidir. Maalesef soldan da büyük bir ezberle bu önermenin üzerine atlayanlar olmakta.
Oysa din, inanç tıpkı kişisel yaşamın başka yönleri gibi siyasetin konusu sayılamaz. Siyaset toplumsal alanın düzenlenmesi mücadelesi ve uğraşısıdır. Öyleyse inanmama özgürlüğü de dahil inanç özgürlüğü siyasetin konusudur. Yoksa insanların neye inandığı nasıl siyasetle belirlenebilir? Bunun ötesine şimdilik geçmeyelim.
Ne diyor Soner Yalçın? “İslam, sağcı değildir.”
İyi de bir dini kendi ortaya çıkışından 1000 yıldan fazla bir süre geçtikten sonra ortaya çıkan siyasi kavramlarla nasıl açıklayabilirsiniz ki? Üstelik, sağcılık-solculuk kavramlarını ise ancak hani deyim yerindeyse “ilkokul düzeyinde” bir açıklamayla bir yerlere koymaya çalışırken…
Ne diyor Soner Yalçın? İslam’ı ve Müslüman kimliğini “Solcular” sağa itiyormuş. Bir takım isimler sayıp “bunlar tamam sağcı ama ya şunlar” deyip duruyor.
Oysa tam da bu nedenle insanların Müslüman, herhangi bir din mensubu, dinsiz, ateist olmalarının onların siyasi görüşü ile hiçbir bağı bulunmuyor. Kimsenin aklına sarışınlar solcudur, kızıllar sağcıdır demek geliyor mu? Veya telefonu filan marka olanlar solcudur, falan marka olanlar sağcıdır… Ya da kadınlar sağcıdır, erkekler solcudur…
Zira, kişinin inancı veya inançsızlığı, tüketim alışkanlıkları, tuttuğu takım, nereli olduğu gibi özellikleri onun üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkilerdeki yerini belirlemediği gibi siyasal konumlanışını da belirlemiyor. Hatta cinsiyet bile üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkilerinde bir ayrımcılık kaynağı iken siyasal konuma doğrudan tahvil edilmiyor.
Şimdi, Muaviye ve Yezid de Müslüman, Hasan ve Hüseyin de Müslüman ise, patron da Müslüman, işçi de Müslüman ise, biz ne diyeceğiz?
Sağ nedir, sol nedir?
Bu arada, sağ nedir, sol nedir de anlaşmamız gerekir. Tarihte ilericilik-gericilik kendi zamanında değerlendirilebilecek kavramlardır. Sağcılık ve solculuk da öyle. Dahası öznelerin konumları da zamanla değişkendir. İlericilik ve gericilik veya sol ve sağ derken nasıl bir tanım yapacağız peki?
En sade şekilde, tarihte ilerici olan tüm düşüncelerin üretici güçlerin önceki haline göre çok daha gelişkin hale gelmelerini sağlayanlar ve bu arada yepyeni üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkiler geliştirilmesinin de önünü açanlar olduklarını görüyoruz.
Buna karşın gericiliğin ise üretici güçlerin önceki halinde kalmasında ısrar eden veya üretici güçlerin sadece egemen sınıf lehine olacak şekilde gelişmesini savunan düşünceler olduğunu söyleyebiliriz.
Bu tanımlara bağlı olarak sol ilerici düşüncelerin siyasi tezahürü, sağ ise gerici düşüncelerin siyasi tezahürü olarak konumlandırılmalı.
Bu değerlendirme kapsamında zaten zamanları aşan bir solculuk veya devrimci konum olmadığı açık olmalı. Her üretim ilişkisinde yeni ilericilik, yeni bir solculuk, yeni bir devrimcilik doğmaktadır. O nedenle burjuvazi 1789’da devrimci iken 1830-1848 Devrimleri sonrasında bu özelliğini tamamen yitirmiştir. Bugün burjuvaziye ilerici, devrimci bir rol biçilemez. O gün solcu olanlar yeni bir konum almadıkça bugün artık solcu değildir.
Kaldı ki, Soner Yalçın’ın “sol” dediği bizler, bir inancın kendisine değil, bu inancın toplumsal hayatın kurallarına dayatılmasına karşı mücadele ediyoruz. Laiklik, kişilerin inanç özgürlüğünü de kapsayacak şekilde “devlet işlerinin” ve toplumsal düzenin kurumsal dini yapıdan ve dini kimliklerden bağımsızlaştırılmasıdır. Bu açıdan siyasal İslam mümkün olduğunca sağa ve marjinalliğe itilmelidir. Soner Yalçın kusura bakmasın.
Bu tanım en çok liberalleri rahatsız edecektir. Ama gerçek şudur ki, kimlikler kişilerin var oluşlarına ilişkin tercihlerinden ibaret olup gerçekte yapılması gereken bu tercihlerin yapılabilmesine olanak sağlayan eşit ve özgür bir toplum kurmaktan ibarettir. Öbür türlüsü her bir kimliğin bir diğeri ile çatıştığı ve siyasetin üzerinin örtüldüğü liberal demokrasiden ibaret kalmaktadır.
Solun mücadele ettiği tam da budur.
O yüzden AKP’yi, Müslüman Kardeşler’i, bir başkasını tarif ederken “siyasal İslam” diyoruz. Soner Yalçın biz solculardan bir “Müslüman Yoldaşlar” örgütü bekliyorsa onu da daha çok bekler. Söylemek gerekir. Sol, sağı sağın yaptığı yanlışları tekrar ederek yenemez.
Soner Yalçın’ın komplocu yöntemi
İşin özü bu açıdan açıklanmış olmalı. Ama bir de Soner Yalçın yöntemi var. Bu nedenle araya bir parantez açarak siyasal İslamcıların da çok sık başvurduğu bu klasik doğrunun yanında yalanları da sıralama yöntemine de bir şeyler söylemek gerekiyor.
Soner Bey, bir konu hakkında bir sürü değer yargısı ile birlikte ciddi veriler ortaya atıyor. Ama bu verilerin bir tanesinin bile kaynağı, dayanağı nedir bilen, duyan olmuyor. Kitapları bile kaynak olarak gösteriyor, pek çok alıntılar yapıyor, dipnotları da var diyenleriniz olacaktır ancak bunların tamamına dikkatlice bakıldığında hiçbir bağlama oturtma kaygısı olmadan boca edildiklerini, aralara ilgili ilgisiz bilgilerin katıldığını, bilimsel gözlemlerden ziyade sağduyuya hitap eden doğrular ile hedeflediği kitlenin takip ettiği, benimsediği, yakından tanıdığı kaynakların arkasına hiçbir bağlantı, bağlam, ilişki kaygısı da taşımadan hacim olarak çok daha büyük yer kaplayan kendi iddialarını yığdığını fark etmelidir.
Yazıya baktığımızda onlarca isim ardı ardına sıralanıyor. Soner Yalçın, “İslam’ı, “Müslüman” kimliğini ötekileştirerek sağa itekleyen kimi solculardır” deyip devam ediyor. Sürekli liberalleri eleştirir gözükse de liberal kimlik siyasetinin en önemli kavramlarından “ötekileştirme”yi kullanmakta beis görmediği gibi, bunu “itici solcular kimdir?” sorusunun bir cevabını da vermiyor.
Bu görünmez ve bilinmez düşman bakın neler neler yapmış…
Mesela Cemil Meriç’e, Nurettin Topçu’ya, Alev Alatlı’ya sağcı demişler.
Efendim Yaşar Nuri Öztürk’ün çevirdiği “İslam Sosyalizmi” kitabının yazarı Suriyeli Mustafa Sıbai’ye, daha çok İran Devrimi’nin İslamcı düşünürü saymamız gereken İranlı Ali Şeriati’ye dönüp bakmamışlar.
Tamamının amacı İslami bir yaşama dönmek olan Hariciler, Mutezile, Karmatiler üzerine düşünmemişler. Muaviye’ye karşı çıktığı için çöle sürülen Ebu Zer el-Gıfari’yi değil; Roma köle isyanının lideri Spartaküs mücadelesini örnek almışlar. Büyük devrimci Hz. Muhammet “sağcı” olabilir miymiş? Şeyh Bedrettin’i bile sadece Nazım Hikmet’in şiirinden bilen bir sol (kimi solcular burada sol oluveriyor) varmış, Hikmet Kıvılcımlı yok sayılabilir miymiş, Mustafa Suphi’yi sosyalizme yönlendiren Melami Terlikçi Salih olmamış mı? Melami Şeyhi Mecdi Tolun, Balkan Federasyonu ütopyasını “sosyalizm” temeli üzerinden kurgulamamış mı? . Melami tarikatından Abdülbaki Gölpınarlı TKP davasından yargılanmamış mı? Kerim Sadi veya A. Cerrahoğlu ve Abidin Nesimi eserlerini bilen var mıymış?
Sonunda yine sorularla karşı karşıyayız… “Sol, İslam’a niye uzak düştü? Sol, İslam ile politikayı birleştirmek isteyenlerin oyununa nasıl geldi?”
Yukarıda parantez içerisinde yazan kısmı hatırlarsak, “kimi solcular” diye başlayan ithamlar 3-5 satır sonra birdenbire “sol” oluveriyor. Böylece başlangıçta belirsiz olan karşıtlık artık belirsiz bir şekilde ama herkese karşı hale geliveriyor. Bütün bunları sol yapamamış oluyor. Sol İslam’a uzak düşüyor,Sanki siyasal İslam yokmuş gibi “İslam ile politikayı birleştirmek isteyenler” diyerek kavramsallaştırdığı kimlerse onların oyununa geliyor.
On kere, yüz kere, bin kere de okusanız bu satırların manasını anlamanız mümkün olamaz. Yazdıkları zaten geçmişte yaşanmış olaylar, bunlara hayır denilemeyince Aristo’nun mantık silsilesiyle diğer önermelere de hayır diyemeyeceğimiz veya varılan sonucu da kabul etmemiz bekleniyor.
Böylesi tam da ilaç endüstrisini hedef alır gözüktüğü 600 sayfalık Kara Kutu ve gıda endüstrisini hedef alır gözüktüğü 500 sayfalık Saklı Seçilmişler kitabıyla Rockefeller komplolarıyla bezediği sözde bilimi bize sunmaya çalışan Soner Yalçın’a yakışır.
Bu 1.100 sayfada bir tek bilimsel araştırma ve sonucunu görebilme şansımız olmazken sürekli olarak Sovyetler Birliği’ne, halk sağlığına, koruyucu hekimliğe atıflarıyla ve gıda ve ilaç endüstrilerinin kar hırslarının bolca malzeme sunduğu kemofobi safsataları üzerinden homeopatiye, aşı karşıtlığına, sanayi karşıtlığına, bilim karşıtlığına ikna olmamız beklenir.
Her şeyin sorumlusu Rockefeller, bir avuç elit, efendiler sistemi. Soner Bey, kapitalizm, liberalizm ve faşizm ile sosyalizmi bir arada anmayı tercih ederek “bütün şeytani düzenleri boykot” yemini ettiren Şevki Yılmaz’dan farkı var mıdır? Soner Bey’i dinleyerek “Yaşanılan tüm krizlerin, savaşların tek müsebbibi olarak salt kapitalizmi görmek yanıltıcı değil mi?” sorusuna evet mi diyeceğiz?
Hiç mümkün mü?
Soner Yalçın’ın bitmeyen fantezisi ve siyasal İslam’ın gerçekleri
Soner Yalçın’ın yazdıkları yeni de değil esasında. Temcit pilavı gibi uygun fırsatı bulduğunda tekrar ettiği neredeyse birebir aynı sırayla yazdığı tezlere dayanıyor. Bugüne kadar hiç karşılık bulmayan bu tezleri tekrar tekrar dinleyip duracağımız da anlaşılıyor. Elbette bu sefer “Külliye”den görülen karşılık Soner Bey’i yeni maceralara sürüklemezse…
Temcit pilavı dedik, hemen hatırlatalım. “İslam, sağcı değil” aslında Soner Yalçın’ın iki yıl önce yazdığı bir başka yazısının başlığı. O yazıda da “Marksistler ile İslamcılar ittifak yapabilir mi?” diye soran Yalçın, devamında yine Hariciler, Mutezile, Karmatiler, Kerim Sadi veya A. Cerrahoğlu, Abidin Nesimi, Hikmet Kıvılcımlı, Melami Terlikçi Salih, Melami Şeyhi Mecdi Tolun, Abdülbaki Gölpınarlı, Şeyh Bedrettin, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Mustafa Sıbai, Ali Şeriati ve Ebu Zer el-Gıfari anılıyor. Çoğu kez birebir aynı sözcüklerle, sorularla.
O yazıda kim yok derseniz, “henüz” hayatta olduğu için Alev Alatlı bu statüye erişememişti Soner Yalçın’ın gözünde.
Ama bu da ilk yazı değil.
2015’te bu kez “Davutoğlu! Ağzını topla” başlıklı yazısında yine benzer çerçevede ve hemen hemen aynı isimlerin tamamını andığı bir yazısını daha biliyoruz.
Soner Yalçın 2011’de Melamiler için yazdığı “Hangi tarikat sosyalizmden yanaydı” yazısında da benzer vurgular ile Melamiler üzerinden bu kez sosyalizm ile İslam’ın uyumlu olmasını yazmıştı. Esasında hepsinin 2009 yılında çıkardığı “Bu dinciler o Müslümanlara benzemiyor” kitabına dayandığını da söyleyebiliriz.
Yani 2009’dan beri temcit pilavı gibi evire çevire aynı yemeği servis etmeye çalışıyor Soner Yalçın.
Bazı Melamilerin sosyalist, komünist olması üzerinden kurucusu Muhammed Nur’ül Arabi’nin tarikatına verdiği siyasete karışılmaması düsturunu hatırlatmanın da yararı olmamış zaten. Keza tekil olayları uçlara çekerek yaptığı genellemelerin çoğunlukla dayanaksız kalması da ona geri adım attırmıyor.
Sonuç yerine: Elmalar ile armutlar, bilim ve sözde bilim veya bilimle derdi olanın esas derdi cüzdanıyladır
Soner Yalçın’ın yazdıklarına bakınca arada kendisi de ifade ediyor. Yukarıda andığımız iki kitabı Kara Kutu ve Saklı Seçilmişler’in kabul görmemesi, bilim karşıtlığının ifşa edilmiş olmasına içerlemiş durumda. Bu nedenle tonu arttırmaya çalıştığı da söylenebilir.
Bu açıdan elmalar ile armutları bir arada değerlendirerek kendince kamuoyunu etkilemek istiyor. Ancak CHP’den rahatsız olup ona ayar vermek isteyen Soner Yalçın’ın her şeyi komplo teorileri ile açıklamaya çalışıp kantarın topuzunu kaçırıp sürekli olarak lafı Marksistlere, solculara, sosyalistlere, komünistlere getirmesi gerçekten kabak tadı vermiş durumda.
İlgi görmedikçe daha da pasif-agresif bir tutumla aynı şeyleri tekrar etmesi ancak kitapların tirajları ile ilgili olabilir kanısı uyandırıyor.