Manşet

Seçimlerin ardından: Ekonomik krizden siyasi krize mi?

Kurtuluş Kılçer

Mayıs 2023 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerinde Cumhur İttifakı birinci olmuş, Mart 2024 yerel seçimlerinde ise bu sefer rüzgâr tersten esmiş, belki de kimsenin beklemediği biçimde Millet İttifakı’nın as partisi CHP birinci parti çıkmıştı. Yaklaşık olarak bir yıl içinde farklı iki seçim sonucunun nedenleri üzerine söylenecek çok şey olmakla birlikte, yazımız asli olarak seçimlerin politik sonuçları üzerine odaklanacak.
Seçim sonuçlarının nedenlerine kabaca baktığımızda ilk söylenecek şey, uzun süredir dillendirilen “boş tencere siyasetinin” sonunda galebe çalmış olmasıdır. Çünkü, genel seçimlerde işlenen bu tezin yanlışlandığı ve ekonomik krizin etkisi altında bulunan insanların bütün olumsuzluklara rağmen dinciliğin tesirinden çıkamadıkları söylenmeye başlamıştı. Ancak sınıf çelişkisi bir kez daha kendisini göstermiş, ekonomik krizin bütün yükünü omuzlarına yükledikleri emekçiler AKP’ye tepkilerini göstermişlerdi. AKP’ye tepki CHP’ye yönelirken, CHP’nin seçimlerde birinci parti olarak çıkması, tek başına CHP’nin aşağıdan yukarıya estirdiği bir rüzgârın neticesi olmadığını da ayrıca belirtmek gerek. Kılıçdaroğlu’na bağlanan umutlar çökmüş, CHP’ye güven azalmış ve CHP içinde tartışmalar yoğunlaşmışken, seçimlerde CHP’nin birinci parti olarak çıkmasını CHP’nin örgütsel ve siyasal başarısı olarak görmek zor.

Seçimler, bütün ezberleri bozdu. En başta AKP’nin ve yandaşlarının ezberini. 2023 vizyonu, 2050 ve 2071 gibi hedefler koyan bir AKP vardı seçimlerden önce. “Türkiye Yüzyılı” diyerek bir yandan 100 yıllık Cumhuriyet’i küçümseyen ve yok sayan bir anlayışı temsil ediyorlar diğer yandan yeni rejimin kurucu partisi olarak kendilerine yeni bir misyon biçiyorlardı. Ancak seçimler, Cumhuriyet’in kurucu partisi olan CHP’yi birinci parti çıkardığı gibi AKP’nin dengesini ise büyük oranda bozmuş durumdadır. Öte yandan önemli kentlerin büyükşehir belediyelerinin CHP tarafından kazanılmış olması, önümüzdeki süreçte genel seçimlerde kazanma olasılığını artıran bir zemin olarak görülmektedir.

Düzenin krizi

Bu durum mevcut kriz ortamına başka krizlerin de doğacağına işaret etmektedir. Ekonomik kriz, başta enflasyon ve döviz kuru olmak üzere etkisini doğrudan yoksullaşma ve hayat pahalılığı ile gösteriyor. Bu krize ilk eklenmesi gereken olgu, düzenin ideolojik bir krize doğru da evrilme olasılığı.

Siyasal İslamcılığın, 22 yıllık iktidarın ardından duvara tosladığını yazmakta bir beis yok. Siyasal İslamcılık, bütün hamaseti ve manipülasyonuna rağmen ekonomiden dış siyasete kadar büyük bir başarısızlık olarak kayıtlara geçmiş bulunuyor. Tek başına Türkiye değil, Mısır ve Tunus başta olmak üzere ılımlı İslamcı projenin başarısızlığından bahsediyorum. Türkiye açısından ise AKP, 1923 Cumhuriyet’i ile hesaplaşmaya girişmiş, Cumhuriyet’in bütün kazanımlarına bayrak açmış ve yeni bir rejimin tesisine başlamıştı. Aslında bu rejim, MHP’nin de ortak olduğu Türk-İslam sentezi ideolojisinin bir devlet ideolojisi haline getirilmesinden başka bir şey değildi. Bu açıdan doğrudan 12 Eylül cuntasının mucidi olduğu Türk-İslam sentezinin hayat bulduğu bir istibdat rejimi karşımızdaydı. İşte bu rejimin ülkeyi nereye taşıyacağı sorusu, seçim sonrası daha da havada durmaktadır. Hem ılımlı İslamcı modelin çökmesi hem 22 yıllık AKP iktidarının artık mutlak çoğunluğa sahip olamaması hem 2023 vizyonu ya da Yeni Türkiye projesinin sandık sonuçlarıyla raftan indirilmesi hem de AKP ya da daha doğru bir deyimle düzen açısından bir ideolojik krize gebe bir durum yaratmaktadır. Şöyle ya da böyle Kemalizm bir ulusal kurtuluş ideolojisi olarak devletin ideolojik bağlamı iken doğrudan bununla kavgalı siyasal İslamcılığın yerine bir şey koyamadığı bir tablo, seçimlerle birlikte yeni bir durum olarak görülmelidir.

Belki de bundan daha önemli olarak görülebilecek bir başka kriz olgusu ise siyasi kriz potansiyelidir. Seçimlerde ikinci partinin iktidarda olduğu, birinci partinin ise muhalefette ama yerel yönetimlerde iktidarda olduğu bir tablo ile karşı karşıyayız. Kavram biraz sonra kullanacağım şekliyle uygun bir anlamlandırma olmasa da derdimizi anlatmak açısından kavramın lafzi anlamı bize yardımcı olacaktır. Merkezi ile yerel iktidarın iki ayrı siyasi güce bölünmesi, düzen açısından kabul edilemeyecek bir “ikili iktidar” durumu yaratabilir. Böylesi bir durum, emperyalizme ekonomik olarak bağımlı, emperyalizmin bölgesel planlarıyla baskı altında tutulan bir ülkenin yaşadığı sıkışmada önemli sayılması gereken politik bir realite olarak değerlendirilmelidir.

AKP sıkışmıştır. Tek partili bir devlet modeli, Türkiye’nin ve dünyanın çoktan geriye bıraktığı bir modeldi ve tıkanma noktaları bugün daha fazla görülmeye başlanmıştı. Nazizmi çağrıştıran bir biçimde “Tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek vatan” söyleminin varacağı nokta tek parti olmuştur, ancak son seçimlerde halkın büyük çoğunluğu tek partiyi tercih etmemiştir.

Düzen sıkışmıştır. Yasama işlevsizleşmiş noterliğe dönüşmüş, yargı doğrudan siyasetin emrine girmiş, hukuk devleti normu ortadan kalkmış, bürokrasi liyakatsizlik nedeniyle çürümeye başlamış, yağma, rant ve faiz üzerine kurulu bir haramiler düzeninin kendisini taşıma kapasitesi giderek azalmıştır.

Düzenin bekası ya da restorasyon

Yerel seçim sonrası ortaya çıkan sonucun diğer ucu ise diyalektik bir biçimde düzenin restorasyon ihtiyacına karşılık gelmektedir. Ekonomik kriz altındaki bir ülkenin yaşayabileceği politik bir krizin bedeli düzenin sahipleri için sermaye, tarikat ve devlet açısından büyük olacaktır. Düzenin bekası her şeyin üstünde görülmektedir. Milli ve yerli söyleminin yanında dile getirilen beka sorunu aslında düzeninin bekasından başka bir şey değildi. İşin bam teli ise şuradadır: Düzen dediğimiz somutluk, doğrudan bu düzenden faydası olan kesimlerle ilgilidir. Patronlar ve emperyalist tekeller ilk sırada yer alırken, mafya ve tarikatlar AKP eliyle eklenen düzenin yeni ortaklarıydı. O açıdan başkanlık modelini ve AKP’yi tek milli güç olarak görenler, bugün haramiler düzeninin bekası için restorasyon arayışı içine girmişlerdir.

İkincisi ise AKP’nin ve Erdoğan’ın kendisini kurtarma arayışıdır. Bir sonraki seçimlerde hezimet olasılığı bulunmaktadır ve Erdoğan oyunu şimdiden kurmaktadır. Seçim yasasında, ittifaklar yasasında ve partisiz cumhurbaşkanlığı gibi bir dizi noktada taviz vermeye hazır bir pazarlık sürecini başlatmak istemektir. Bunun aracı olarak da yeni anayasa bizzat AKP tarafından gündeme getirilmek isteniyor. Daha önce istibdat rejiminin hukuki zemini olarak gündeme getirilmek istenen anayasa bu sefer düzenin restorasyon ihtiyacının bir parçası olarak düşünülmektedir.

Ortanın solundan ortanın sağına: Neo-CHP

Çok uzun zamandır, bu derginin de sayfalarında yer bulan bir tespitle devam etmek gerekir: AKP sermayenin bir kanadını temsil ederken CHP de burjuva sınıfının bir başka kanadını politik olarak temsil etmektedir. CHP’nin düzen siyasetinin bir parçası ve bir burjuva parti olarak değerlendirmek CHP’den bir beklenti içinde olan çok geniş kesimler tarafından hemen kabul edilebilecek bir tez olmasa da yaşanan süreç, bizleri doğrulamaya devam etmektedir.
Kılıçdaroğlu tarafından gündeme getirilen “helalleşme” siyaseti 5 sağ partiyle birlikte CHP’nin kurduğu Millet İttifakı ile kendisini göstermiş, bu çizgi Kılıçdaroğlu sonrasında kesilip atılmamış tersinden Özgür Özel ile devam etirilmektedir. CHP’deki bu sürekliliğin altı özel olarak çizilmelidir. Bu açıdan Kılıçdaroğlu-Özel ya da İmamoğlu gibi kutuplaştırmalar, politik ve ideolojik süreklilik açısından hiçbir farklılık taşımamaktadır. İmamoğlu’nun temsil ettiği “nötr” siyasete yönelik bir kayış ise devam etmektedir. Helalleşme ile Kılıçdaroğlu başlayan; yumuşama ile Özel tarafından sürdürülen çizgi, CHP’nin yeni politik ekseni haline gelmektedir. Bu eksen ortanın solundan ortanın sağına geçiş eksenidir.

Bu açıdan CHP, düzen partisi olarak, bir reform programına asla sahip değildir. CHP, bir reform programında öte düzenin tahrip olan alanlarında tadilat çizgisine denk gelen restorasyon programına sahip bir partidir. Ve en önemlisi ise bu restorasyon siyaseti AKP eliyle kurulan İkinci Cumhuriyet rejimiyle ilgilidir. Görülen o ki Özgür Özel’den, Kılıçdaroğlu’na nazaran daha solcu bir yaklaşım bekleyenler AKP-MHP iktidarına verilen meşruiyet nedeniyle bir kez daha hüsrana uğrayacaklardır.

Comments are closed.

0 %