TİP’in siyaseti üzerine: Popüler ikonlar mı? devrimci siyaset mi?
Gökmen Kılıç
Türkiye İşçi Partisi (TİP) son seçimlerde adından çokça söz edilen partilerden biri oldu. TİP’in siyasi söylemleri ve seçim kampanyası işçi partisi olma iddiasıyla birlikte ele alındığında, sol ve devrimci siyaset açısından incelenmeyi hak ediyor. Türkiye’de kendisini sol ve sosyalist olarak tanımlayan bir partinin yüzde 1’in üzerinde oy alması ve TBMM çatısı altında bulunması başlı başına inceleme konusu yapılmalıdır.
Öncelikle sol diye tanımladığımız siyasi alanı bu yazı içinde sosyalist sol ekseninde değerlendirdiğimizi belirtmeliyiz. TİP’in de programı ve siyasi söylemleri düşünüldüğünde bu eksen üzerinden değerlendirilmelidir.
O halde şu soruyu sorarak başlayabiliriz: Solun makus talihi TİP’in aldığı oy ve yarattığı siyasi etki hesaplandığında kırılmış sayılabilir mi?
Sol siyaset küçümsenmeyecek bir özgül ağırlığı her dönem korusa da şimdiye kadar lineer bir toplumsallaşmaya ulaşamadığını kabul etmeliyiz. Düzenin türlü badirelerini atlatarak günümüze ulaşan sol için asgari bir başarı hikayesi çıkarmak bile mümkün olabilir. Fakat Türkiye’nin siyasi ölçeği düşünüldüğünde birkaç özel dönem dışında toplumsallaşmış bir sosyalist soldan bahsedemiyoruz. Toplumsallaşmanın ve geniş kitlelere ulaşmanı kuşkusuz birçok göstergesi ve ölçüsü olduğu söylenebilir. Bunlardan en azından birinin seçim sandığından çıkan temsiliyet olduğunu söylersek hata etmiş sayılmayız.
Türkiye sosyalist hareketinin uzun yıllara dayanan bir seçim pratiği bulunmuyor. Hatta solun önemli bir bölümünün seçimlere yıllarca mesafeli durduğu bile söylenebilir. Son tahlilde seçimlerin Türkiye toplumu ve siyasal özneler özelinde önemsenen kriterlerden biri olarak kabul gördüğü yadsınamaz bir gerçek.
Hal böyleyken, sol öznelerin meşruiyeti tek başına seçime katılma kabiliyetleri üzerinden ölçülmese bile, seçimlerin bu meşruiyete ciddi katkısının olduğunu kabul etmeliyiz. İşte bu meşru alanda Türkiye sosyalist hareketinin karnesinin pek parlak olmadığını söylemeliyiz.
Tarihsel TİP’in 1965 seçimlerinde aldığı yaklaşık yüzde 3’lük oy oranı dışında Türkiye’de sosyalist partilerin öne çıkan herhangi bir seçim başarısı bulunmuyor. 2017 yılında kurulan günümüzdeki TİP’in son seçimlerde aldığı yüzde 1,76’lık oy oranının ise solun hanesine yazılması gerektiği konusunda kafa karışıklığı yaşanmaktadır.
Lafı hiç dolandırmadan TİP’in şimdiye kadarki siyasetini ve seçim pratiğini sosyalist siyasetle ilişkilendirmek bakımında zayıf bulduğumuzu ifade etmeliyiz. TİP’in özellikle bu yıl gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde ortaya koyduğu siyasetin bizim anladığımız devrimci sınıf siyasetiyle uzak yakın bir ilgisi bulunmuyor. Kendi deyimleriyle “ya bir yol bulacakları ya da bir yol açacakları” şeklindeki iddiayı siyasal öngörülerimiz ve tarihsel deneyimlerimiz ışığında değerlendirdiğimizde bu yolun nereye çıkacağını tahmin etmekte güçlük yaşamıyoruz. Ancak okurlar açısından TİP’in hangi yolu aradığına dair kimi başlıkları açmak ve siyasetin bir gereği olarak tespitlerimizi paylaşmak istiyoruz.
TİP Gezi’yi mi temsil etmektedir?
Değerlendirmemize Gezi’den başlayarak ilerlemenin faydalı olacağını düşünüyoruz. Çünkü, Türkiye İşçi Partisi kendisini Gezi’nin bir ürünü, Gezi’de ortaya çıkan bir irade olarak görmektedir. Kuşkusuz bu iddianın bir gerçekliği bulunmaktadır. Gezi Parkı Direnişi ya da diğer adıyla Haziran Direnişi, sosyalist öznelerin hatta AKP iktidarının bile kartları yeniden karma ihtiyacı duyduğu Türkiye tarihinin en büyük halk hareketidir. Bu açıdan baktığımızda Gezi Direnişi tüm siyasi öznelere olduğu gibi sola da örgütlü gücünün sınırlarını göstererek çekidüzen vermiştir. Dolayısıyla TİP’in kuruşunda da Gezi’nin izlerinin bulunması olasıdır.
O halde ikinci sorumuzu sorarak devam edebiliriz: Gezi’deki özneler siyaseten homojen midir?
Bu soruya evet diyemiyoruz. Gezi Direnişi bir halk hareketi olarak ortak paydalar taşımakla birlikte siyaseten farklı saiklerle hareket eden onlarca farklı yapıyı içinde barındırmaktadır. Gezi’de komünistlerden cumhuriyetçilere, çevrecilerden kendilerini anti-kapitalist Müslümanlar olarak tanımlayan gruplara kadar geniş bir toplam mevcuttur. Bunun böyle olması da Gezi’nin ölçeği düşünüldüğünde gayet doğal sayılmalıdır.
Fakat bu tabloda bir sadeleşmeye gidecek olursak Gezi’yi iki temel kampta toplamak mümkündür: Bunlardan ilki, tüm eksiklerine ve hazırlıksızlığına rağmen örgütlü hareket etmeyi tercih eden ve Gezi kitlesini öncü bir anlayışıyla siyasal bir program etrafında toplamaya gayret eden sol-sosyalist öznelerdir.
İkinci kamp olarak tanımlayabileceğimiz özneler ise farklı dinamikler arasında “eşitler arası” bir hukuk kurmak isteyenlerden oluşmaktadır. Kurulan hukuk kuşkusuz daha anti-otoriter ve daha anti-örgütcü bir anlayışa denk düşmektedir. Buradan hareketle, “Gezi’nin ilk günleri iyiydi, sonraki günlerde örgütler deveye girdi” heyulası sıradan ve tesadüfen ortaya çıkan bir söylem olarak görülmemelidir.
Gezi’ye bir aşamadan sonra hakim olan “park forumculuğu” bu anlayışın temel mekanizmasını oluşturmaktadır. Sonuç olarak örgütlü ve daha siyasal bir mücadeleyi önüne koyan sosyalist öznelerle “forumcuların” ayrı kutuplara doğru ilerlemesi kaçınılmaz olmuştur. Burada şu eleştiri elbette yapılabilir; sol özneler böyle bir ayrışmaya maruz kalmasa dahi Gezi’yi bir yerden başka bir yere zaten taşımazlardı… Bunu haklı bir eleştiri olarak kabul ettiğimizi burada belirtmek gerekiyor. Her iki durumda da ne solun ne de işçi sınıfının mevcut gücü Gezi’yi arzu edilen noktaya taşımaya yetmeyecekti.
Fakat bizim burada yaptığımız eleştiri, kimlik siyaseti ve toplumsal dinamikler üzerinden “kendiliğindenci” bir anlayışın Gezi’de hakim hale gelmesiyle ilgili. Siyasal yelpaze içinde bu istikametin adı düpedüz sol-liberalizm olarak adlandırılmalıdır. 2013 yılı düşünüldüğünde bu siyasetin taşıyıcısı olan parti dönemin BDP’si olsa da, AKP ile yürütülen çözüm süreci nedeniyle Gezi’deki etkisinin sınırlı kaldığını belirtmeliyiz. Gezi kitlesinin, en azından yukarda belirttiğimiz özneler düzleminde başka bir siyasal kimlik arayışında olduğu söylenebilir. Bu bağlamda, aradan geçen yıllar içinde Gezi’yi temsil etmekle övünen öznelerden biri olan TİP kurulmuş ve oluşan siyasal boşluğu tek başına olmasa bile doldurma iddiasıyla hareket etmiştir. TİP’in muhtevasındaki grupların bir bölümü belirttiğimiz siyasal çizgilerini bugün TİP bünyesinde yaşatmaya devam ettirmektedirler. Dolayısıyla TİP’in Gezi’yi temsil ettiği iddiası Gezi’deki hangi siyasal çizgiyi temsil ettiği cevabıyla verilmelidir.
‘Büyük Siyaset’ ve TİP’in seçim pratiği
Gezi’den günümüze tekrar dönecek olursak, Türkiye siyaseti 2013 Haziranı’ndan bu yana sokaktan sandığa doğru bir gerileme yaşamıştır. AKP, yıllar içinde iktidarda kalmaya devam ettikçe kurulmaya çalışılan yeni rejim düzen muhalefeti tarafından kabul görmüş, siyaset giderek sağa kaymıştır. Son yıllarda sağcılıkla sağcılığın yarıştığı ittifaklar siyaseti kurulmuş, toplum AKP’den kurtarmak adına sağ siyasetin şantajına mahkum bırakılmıştır.
Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı arasında yaşanan çekişmede kendisine alan kapmaya çalışan siyasi öznelere bu düzlemde sol da eklenmiştir. Kılıçdaroğlu’nun seçilmesinin kendilerine alan açacağını düşünen TİP, “büyük siyaset” yapmak üzere yeni ittifak arayışlarına cesurca girmiştir. TİP’in bu kararı seçim dönemindeki siyasetini ve siyaset yapma biçimini belirleyen temel angajman haline dönüşmüştür.
2017 yılında kurulan TİP’in ilk seçim pratiği Genel Başkanı Erkan Baş’ın 2018’de HDP listelerinden İstanbul milletvekili seçilmesiyle başladı. Aynı seçimde oyuncu Barış Atay’ın da HDP listelerinden Hatay’dan milletvekili seçilmesiyle Baş ve Atay TBMM’ye girmiş oldular. Kendi beyanlarına bakılırsa HDP ile yaptıkları anlaşma neticesinde iki vekil daha sonra HDP’den ayrılarak TİP milletvekili olarak yollarına devam ettiler.
Yine HDP’den İstanbul milletvekili olarak meclise giren Ahmet Şık ve CHP’nin İstanbul milletvekili olarak meclise giren Sera Kadıgil de istifa ederek TİP’e katıldıklarını duyurdular. Böylece TİP’in TBMM çatısı altındaki vekil sayısı dörde yükselmiş oldu. Dört vekilli sosyalist bir parti olarak mecliste yer alan TİP’in bu dönemde özellikle sosyal medyanın da etkisiyle popülerliği giderek arttı. Erkan Baş’ın ve Barış Atay’ın meclis konuşmaları sosyal medyada paylaşılarak hatırı sayılır bir çevreye ulaştırıldı.
TİP milletvekillerinin yaptığı ateşli konuşmalar iyi hoştu ama sol ve devrimci iddiaların pratikteki karşılığına baktığımızda ciddi tezatlar içerdiği görülüyordu. Her şeyden önce, TİP’in kendini mecliste var etmesini sağlayan temel siyasi öznenin 2018 ve 2023 seçimlerinde Kürt siyaseti olduğu gerçeğini hatırlamakta fayda var. HDP’nin sosyalist milletvekili kontenjanından meclise giren TİP vekilleri, 2023 seçimlerinde de epey tartışmalı bir ittifakın parçası oldular. Aday belirleme sürecinde Kürt siyasetiyle kimi gerginlikler yaşanırken, cezaevinde bulunan Demirtaş’ın seçimler öncesinde yaptığı itidal çağrısı TİP’in bir süre daha rahatlamasına neden oldu. Şimdiye kadar Kürt siyasetiyle kurduğu ilişki üzerinden kendisine alan açan TİP’in doğrudan HDP ile girmiş olduğu polemik kurulan ittifakı sorgulatmış, TİP’in Kürt siyaseti tarafından fırsatçılıkla suçlanmasına da neden olmuştu.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “AKP gitsinci” siyasetin en ateşli savunucusu olan TİP’in Kılıçdaroğlu’na verdiği doğrudan destek de başka bir tartışma başlığıydı. Kılıçdaroğlu gibi birçok dalda aynı anda oynamayı deneyen bir burjuva politikacısına verilen açık desteğin sol seçmeni sürüklediği yer sağ ittifakların tam kucağı oldu. CHP kitlesinin de desteğiyle “Bir oy Kemal’e bir oy TİP’e” sloganının kolayca popülerleşmesi sağlanırken, TİP’in aritmetik hesaplara olan düşkünlüğü HDP’yle olan ilişkisini dahi geride bıraktı. Diğer yandan AKP’nin Kürt siyasetini şeytanlaştırma siyaseti ve seçim öncesi HDP’ye açılan kapatma davası Kürt siyasetinin gardının da giderek düşmesine neden oldu.
Bu dakikadan sonra TİP’in seçim çalışmaları popüler adayların ve TİP Milletvekillerinin bireysel performansları üzerinden ilerledi. TİP’in evlere şenlik adayları birer ikona dönüşürken, burjuva basını tarafından da ilgiyle takip edildiler. Oyuncu Mehmet Aslantuğ kendisine ait teknesiyle gündeme gelirken, bazı adayların ünlü bir patron olması büyük siyasetin gereği olarak görmezden gelindi. Kimi milletvekili adayları ticaret ve sanayi odalarına seçim desteği için ziyarette bulunurken, mevcut milletvekilleri mecliste yapılan NATO oylamasına katalog çekimleri nedeniyle gidemedi. TİP’in seçim çalışmaları genç girişimci kafasıyla yürütülen popüler tema ve sloganlara dönüştü. “İnadın iradendir”, “TİP senin, Meclis senin”, gibi apolitik sloganlar eşliğinde fonda Sezen Aksu’nun “karşıyım her şeye karşıyım” seçim şarkısı çalmaktaydı(!)
TİP’in algı ve imaj çalışmalarına kendisini fazlasıyla kaptırdığı bir seçim süreci yaşanıyordu. HDP ve CHP’nin dağınık görüntüsü TİP’e açılan alanın genişlemesine neden oldu. Bununla birlikte o televizyon, bu Youtube programı, şu gazete derken, TİP bir işçi partisinden çok orta sınıf hassasiyetlerinin belirlediği bir siyasetin taşıyıcısı konumuna geldi.
Seçim aritmetiği TİP için o kadar belirleyiciydi ki, yine de bir yerde duracakları iyi niyetiyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en azından ikinci turunda Zafer Partisi’nin Kılıçdaroğlu’na destek açıklamasına verecekleri bir yanıt mutlaka vardır diye düşünmeden edemedik. Ama olmadı..! TİP aldığı oy oranıyla bulunduğu yerden gayet memnun görünüyordu.
HDP ile Zafer Partisi arasında salınan sarkaçta siyaset yapmanın reel ve devrimci siyasetin gereği olduğunu hala düşünenler varsa öte dursun! Bugün siyasi yatırımını Kılıçdaroğlu’na ve Millet İttifakı’na yapanların toplumda nasıl bir çöküşe yol açtığını hepimiz görmekteyiz. TİP aldığı oy oranıyla övünedursun bugün ‘kaybedenler kulübü’nün bir parçası durumundadır.
En başa dönecek olursak, seçimler elbette önemlidir; fakat emekçilerin örgütlü gücü sandıklara, aritmetik hesaplara ve pazarlıklara sığmayacak kadar büyüktür. Bizim hikayemizin kahramanları ise popüler ikonlarımız değil, bizzat bu ülkenin emekçilerini örgütleyecek devrimci örgütü olacaktır.