Kültür-Sanat

“The Banshees Of Inisherin” bir iç savaşın panoraması mı? 

Arjin Avcı

Hem dünyada hem ülkemizde küçük bir kasabada geçen filmlere, özellikle son birkaç yıldır, hepimiz oldukça alıştık. Elbette genel bir çerçeveyi kavratmak açısından bu tarz filmler oldukça iyi bir zemini hazırlıyor; fakat aynı zamanda daha geniş veya parçalı bir bakış açısını doğuruyor.  Son zamanlarda öne çıkan 2022 yapımı “The Banshees Of Inisherin”i de bu tarz filmlerden biri olarak görebiliriz. Filmin, çizdiğimiz bu çerçeveye rağmen özgün bir film olarak gündeme geldiğini ve senaryosuyla, kurgusuyla, oyunculuklarıyla, sahneleriyle etkili olmayı başardığını söyleyebiliriz.

Yönetmenliğini, aynı zamanda oyun yazarlığı yapan Martin McDonagh’ın üstlendiği “The Banshees Of Inisherin” 1923’te, İrlanda İç Savaşı’nın olduğu dönemde; İrlanda’nın küçük, sakin Inisherin adlı kasabasında geçiyor. Konuyu serimlemeden önce bu “iç savaş” ayrıntısına dikkat çekmekte fayda var. Ken Loach gibi yönetmenlerin de dikkatle ele aldığı bu konuyu, Martin McDonagh’ın daha yumuşak ve incelikli ele aldığını söyleyebiliriz. Çünkü başlarda, bizi, savaşın kasabalının üzerinde pek bir etkisi olmadığı düşüncesine sevk ediyor; fakat devam ettikçe böyle olmadığını anlıyoruz. Genel bir umutsuzluk ve savaş hâli varken Inisherin kasabasına yansımamasını beklemek elbette olanaksız. İnsanî ilişkilere, bireylerin psikolojisine, duygularına her yönden etkide bulunduğu hissediliyor. Tabii bunun sadece “savaş” başlığı üzerinden irdelenmemesi, farklı yönlere de dikkat çekmesi, filmi değerli kılıyor. Burada filmden farklı olarak iç savaşın arka planına daha yakından bakabiliriz:

1916’da Paskalya ayaklanması, 1921’de IRA’nın (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) Britanya hükümetine karşı olan Bağımsızlık Savaşı ve pek çok ayaklanmadan sonra; İngiltere kralının İrlanda’ya özerklik teklif etmesi, İrlanda’daki milliyetçilerin, sosyalistlerin kendi grupları arasında bir ayrışma doğuruyor. 1922’den 1923’e kadar da sosyalistler Britanya’nın güdümü altında olmayı kabul etmeyip yeni bir savaşın çanlarını çalıyor. Böylelikle İrlandalı grupların bir bölümü İngilizlerin düzenli ordusuna bağlı bir biçimde konumlanıyor ve İrlanda’daki iç savaş başlıyor. Halk ise her savaş durumunda olduğu gibi umutsuzluğa ve sefalete sürükleniyor.

Filme geri dönecek olursak: Başkarakterlerimiz olan Colm ve Padraic, savaşın yarattığı bunalımlarda ve bireysel olarak yaşadıkları sorunlarda kavrularak yaşayıp giden iki dosttur ya da daha doğrusunu söylemek gerekirse artık iki “eski” dosttur. Padraic’ten yaşça büyük olan Colm, bir gün aniden radikal bir karar vererek arkadaşıyla olan bağını tamamen koparır ve bir daha konuşmak istemez. İki arkadaş arasında olacak bu küslük Inisherin’de bir gündem hâline gelir ve tüm kasabaya yayılır. Aralarından su sızmayan iki arkadaşın küslüğünün nedeni Colm’dür ve nedeni basit görünse de Colm’ün bu kararı oldukça keskindir. Colm, artık Padraic’le yalnızca içip, eğlenmek istemiyor, boş konularla ilgilenmek istemiyor; iyi olduğu kemanda ilerlemek, besteler yapmak ve sonuna geldiği hayatın üzerine düşünmek istiyor; bir nevi varoluşunu kanıtlamak, iz bırakmak istiyor ve “bir şeyler yapmak gerek” diyordu. Değişime kapalı olan, kendi deyimiyle “boş” biri olan Padraic’le paylaşacak bir şeyi kalmadığının bilincine varıyor.

Padraic, Colm’ün aldığı bu kararı görmezden gelip aynı bağı yeniden kurmaya çalışır; fakat Colm o kadar ciddidir ki, her iletişim kurduğunda parmaklarının her birini keseceğini söyler ve öyle de yapar. Colm’ün bu davranışı uç bir davranış olarak görülse de yaşadığı değişimin, almak istediği huzurun ve varoluşunun aldığı küçük bir darbe bile onu her eyleme sevk edebilecek konuma getirir. Hayatı öylece yaşamak değil, anlamlandırmak isteyen bir insan tipiyle karşı karşıya kalıyoruz; ama içinde bulunduğu kasaba, yanı başında top-tüfek sesleriyle gelen savaş tamtamları, Padraic’in inatçılığı onu bu bireyselliğine hapsedemez. Onun için kayıtsız kalabilmek oldukça zor bir süreçtir. Filmin burada sadece tarihi bir alt metne değil; varoluşçu bir vurguya sahip olduğunu da görüyoruz. Dolayısıyla başta söylediğimiz gibi her yönden incelenebilecek bir film olarak karşımıza çıkıyor.

Sadece bu iki karakterin değil; birkaç karakterin daha öne çıktığını ve bir model oluşturduğunu söyleyebiliriz. Örneğin; Dominic adlı genç karakter, kasabanın polisi olan babası tarafından tacize uğramış, şiddet görmüş, toplumdan dışlanmış bir karakterdir. Babası IRA’lı bir grubun idam yargılamalarında görev almak için can atan tipik bir otoriter figürdür; bu yüzden Dominic film boyunca gözümüzde daha en başta bir kurban gibi gelir.

Film boyunca dikkat çeken temel unsur çoğu karakterin dönüşüme uğramasıdır. Savaş başlarken ve savaş biterken kişiler aynı kişi olarak kalmaz. Bunun en büyük örneği de Padraic’tir. Filmin başında olan inatçılığından eser kalmaz; yalnızlık, acılar, kayıplar, savaşlar, kötülükler onu da olumsuz bir yöne doğru evriltir. Savaş gibi bir olgunun acımasız gerçekliği hem bireyi hem toplumu psikolojik bir kriz içine sürükler. “The Banshees Of Inisherin” açık şekliyle bunu göstermese de savaşın tarihsel ayağının değil, toplumsal ve bireysel yanının bir panoramasını çizer. Savaş bittiğinde Padraic de Colm de kendi başlarına yeni bir başlangıç yapar, ama bu pek bir şey değiştiriyor mu bilemiyoruz:

-Colm: Bir iki gündür ana karadan çatışma sesi gelmiyor. Galiba bitmek üzere.

-Padraic: Eminim yakında yine başlarlar. Bazı şeyler hiç değişmez. 

 

Comments are closed.

0 %