Sol, ilkeler ve siyaset: Matematiğe hapsedilir mi?
Irmak Ildır
Matematik; bilimlerin evrensel temelini oluşturan, doğanın nasıl işlediğini anlamamızı sağlayan araçları veren eşsiz bir insan aklı soyutlamasıdır. Bilimlerin anası olan matematik, ne yazık ki çoğu zaman ihmal edilen, sadece karmaşık işlemler yığını olarak görülen bir alan. Çok özel insanların, çok özel yeteneklerini kullanarak “anlamayı başarabildikleri” özel bir dil muamelesi gören matematiğin, son günlerde farklı bir alanda adeta bir rönesans yaşadığına şahit oluyoruz.
İnsanların gündelik yaşamda hayatlarını idame ettirmek için kullandığı, çoğu zaman da başarısız olduğu matematiksel işlemler bugün fazlasıyla hayatımızda yer bulmuş durumda. Sözünü ettiğimiz yer bulmaya neden olan şey; hayat pahalılığı kaynaklı değil, çok daha özel bir noktadan kaynaklanıyor: seçim!
Yaklaşmakta olan 14 Mayıs seçimlerinin sonuçlarının ne olacağına herkes kilitlenmiş durumda. Yapılan ince hesaplar gerçeklerle beklentilerin arasını bulmaya çalışıyor. Beklentiler ile gerçekler arasındaki mesafe açıldıkça, başvurulan matematiğin de karmaşıklığı o kadar artıyor. Artık büyük çoğunluğun okul hayatında zorlandığı matematik, daha farklı bir alanda ama yaygın kesimler tarafından kullanılır oldu. Sadece toplama, ittifaklar ve alınacak oylar, çıkarma, kaybedilen kesimler ve karşıya alınanlar, çarpma, toplumsal etki, değil, aynı zamanda bölme, oyları, işlemi de “hatasız” bir şekilde yapılır oldu. Yıllardır işin ustasının dışında kimsenin detaylarına hakim olmadığı milletvekili seçim sistemi, barajlı D’Hondt, bile eksiksiz bir biçimde hesaplanır oldu. Acaba yaşadıklarımız bir “toplumsal bilincin” yükselmesinden mi kaynaklı?
Kuşkusuz hayır.
Geniş kitleler açısından hareket etme biçimi “sezgisel” bir temele dayanır. Siyasetin merkezinden üretilen düşünceler, çoğu zaman sermaye düzenine uygun, sistemin devamlılığını sağlayan hazır bilgiler yığını, geniş kesimlerin sezgilerini manipüle etme konusunda oldukça mahir. Bu merkezlerin mahareti manipülasyonla da sınırlı değil. Siyaseti korkular üzerinden belirleyen bu merkezler, geniş kesimlerin istek ve ihtiyaçlarını da sınırlandırıcı bir söylem üretme kapasitesine sahip.
Siyasetsizlik değil, sermaye siyaseti belirleyici
Buraya kadar yazdıklarımız yeni bir şey söylemiyor. Var olanın soyutlamasını yapmaya çalışıyoruz. Ancak bundan sonra söyleyeceklerimiz için bu girişi bir veri olarak kabul edip, bu verili duruma karşı neler yapmak gerektiğini düşünmek gerekiyor. Aradığımız yanıt tam da burada. Çünkü bu “ince matematik” hesapları ister istemez büyük bir girdap yaratmış durumda.
Herkesin birbirini “diğerine” çalışmakla suçladığı, bir ittifakın içindeki unsurların dahi arasının açıldığı bu ince hesapların hüsran yaratacağını anlamak için “allame-i cihan” olmaya gerek yok. Hüsran daha seçim sonuçları açıklanmadan başlamış, hiçbir ittifakın destekçisi için “tamam bunlar bizi temsil edecek, iktidara geleceğiz” hissiyatı yaratılamamıştır. Bu durumu yaratan esas nedeni bulmaya çalışanlar ise durumun “siyasetsizlik” kaynaklı olduğunu düşünse de, hüsranı doğuran temel etmen siyasetsizlikten daha çok sermaye siyasetinin dar kalıplarıdır.
Bugün Türkiye’de Millet ve Cumhur İttifakları açısından temsil edilen değerler sermaye düzeninin değerleridir. Türkiye’de İkinci Cumhuriyeti kuran karşı devrimci dalga, siyasetin ana merkezini alabildiğine sağa açmış, bu sağa yaslanma ile siyasette bir sağ-sol asimetrisi oluşmuştur. Sağın kapladığı toplumsal, siyasal ve sosyolojik etki düzeyi, devlet-ideoloji-siyaset üçlüsünde edindiği mevzilerden daha azdır. Sermaye düzeni bir bütün olarak sağı devlet-ideoloji-siyaset üçlüsünde tamamen ağır basacak şekilde iktidara taşımıştır. Siyaset dar kalıplara, “dokunulmazlara” hapsolmuştur. Sınıf mücadelesinin kaldıracı olarak siyaset, bugün bu işlevi sadece sermaye sınıfı adına göstermektedir.
Dolayısıyla ortada sermaye de var, siyaset de, ilkeler de! Ortada etkisi düşük olan, siyaset ve toplumsal alan aradaki açısı giderek artan bir sol gerçekliği vardır. Solun siyasetteki temsili, sadece meclis düzeyinde değil, azaldıkça toplumsal alandaki “yüzer geçer” solculuk yeterli hale dönüşmekte, bir bütün olarak sol siyaset özne olmaktan çıkarak nesneleşmektedir. Dolayısıyla sol siyasetin temel iddiası olan emek, laiklik, bağımsızlık üçlüsü siyasetin uzak deryasındaki bir beklentiden ibaret hale dönüşmektedir.
Solda sınırlar ve olanaklar
Burada temel sorun; ilkeleri unutan soldan daha ziyade, “değiştirme gücünü” ve dolayısıyla da devrimci yanını unutan soldur. “Bir tekme de biz atalım’’ ile başlayan, “birleşik cephe” ile teorileştirilen, “baskıcı düzen bir gitsin de, sonrasına bakarız” diyen “hemen şimdi” siyaseti, Millet İttifakının yarattığı güçlü girdabın altında ezilip gitmektedir. Dolayısıyla siyaset matematiğe, solculuk “muhalifliğe”, devrimcilik ise muhalefetin sokak gücüne/sosyal medya etkisine indirgenmektedir.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın da içinde yer aldığı kesim açısından, aslında burası genel yüzer gezer solculuğun sadece küçük bir kısmını oluşturmakta, düzen siyasetinin sol kanadını oluşturmak dışında başka bir şans da kalmamakta. Yeşil Sol Parti’nin, Kürt Hareketi’nin, yeni dönem stratejisinin de siyasetin “tamamlayıcı unsuru” konumuna geri dönmek olduğu anlaşılıyor. Öyleyse burada Emek ve Özgürlük İttifakı’nın diğer unsurları açısından bir yol ayrımı bulunuyor. Siyasetin ya konumlarını kabul edecekler ya da yeni bir pozisyona geçecekler. Yeni bir pozisyona geçme şanslarının bulunmadığı açık. O yüzden seçimler sonrasında siyaseten etkisiz, genel söylemlerin ağır bastığı, örgütlü siyasetin geriye, figürlerin ise öne çıktığı bir siyaset anlayışından fazlasını temsil edemezler.
Ancak burada iş, EÖİ’nin eleştirisinden geçmemektedir. Bu sadece durumu açıklamaya dönük bir değerlendirmedir. Esas yapılması gereken şey; solda siyasetin etkili, örgütlü anlayışın baskın, sınıf mücadelesinin her unsurunun daha iyi değerlendirildiği yeni bir düzlemin kurulması gerekmektedir. Seçimler sonrası alınacak pozisyon ve verilecek mücadelenin bam teli burada kopmaktadır. Aksi durumda “tek yol meclis” diyen bir anlayışın solu daha fazla “tamamlayıcı unsura” dönüştürdüğü bir sürecin önü açılır.
Öyleyse şimdi bir kez daha oturup düşünelim, emek, laiklik ve bağımsızlık ilkelerini nasıl etkili kılabiliriz onun için kolları bir kez daha sıvayalım. Önümüzdeki dönem siyaset yeniden belirlenirken, “tek adamcıklar” partilerinin değil, örgütlü siyasette ısrar edenlerin şansı daha fazla olacaktır.
Ancak biz zar atmıyoruz, siyaset yapıyoruz. Emekçileri siyasette etkin, aydınları ayakları üzerine basan bir mücadeleyi örmek için her anı değerlendirmek zorundayız. Gidilecek yol belli, şimdi mesele o yola çıkmakta!
Yola çıkanların, yol arkadaşlıklarını büyütmekten başka bir şansı yok!