Gündem

Siyasetsiz siyaset

Ali Ateş

Seçimlerde ortaya çıkan politik tablonun analizi, bir başka açıdan, ülkenin içinde bulunduğu krizin aşılamayacağının bir dizi işaretini göstermektedir. Seçim ortamında gözlemlediğimiz politik koordinat düzleminde belli başlı ağırlık noktalarının ve eksenlerin oluşması ya da bu ağırlık noktalarının farklı eksenlere karşılık gelmesi, ülkenin karşı karşıya bulunduğu krizin aşılabilmesinin farklı ihtimalleri olduğu anlamına gelmiyor. Seçimlere çok parti giriyor; bununla birlikte seçimlerde sosyalist/devrimci politik güçleri ayrı tutarsak 3 temel ağırlık noktasını ya da eksenini tarif etmek mümkün. 3 merkezde “toplaşan” siyaset, düzenin verili ekonomik, siyasi ve ideolojik krizine 3 farklı almaşık olmak yerine temel bütün noktalarda aynılaşan bir burjuva siyaset düzleminin yansımasından ibaret. 

Bugün düzen siyasetinde benzeşme hali yaşanıyor. AKP’nin 21 yıllık iktidarının ülkeyi taşıdığı yeni politik düzlemde, düzen siyaseti, özünde merkez eksenin sağa kaydırıldığı yeni bir eksen üzerinden şekillenirken ortaya çıkan tablo temel birçok noktada aynılaşan bir gerçeklik oluyor. Bu tablonun tamamlayıcı unsuru ise Yeşil Sol Parti ile liberalizm olurken, düzen karşıtı sol da liberalizm aracılığıyla düzene bağlanıp benzeşmeden nasibini alıyor. 

Benzeşme hali aynı zamanda siyasetsiz siyaseti gündeme getiriyor. Artık siyasetin yerini ittifaklar, aritmetik seçim hesapları ve yancılık siyaseti alıyor.

İkinci Cumhuriyet’in krizi

Türkiye kapitalizmine bir başlangıç tarihi biçmek zor. Ancak 100 yılı aşan bir sürecin şekillendirdiği kapitalist sistem, kendi idare biçimlerini sınıf mücadelesinin derecesine ve sermaye birikim modelleriyle belirleye geldi. İthal ikameci modelin büyük bir dönüşüme uğradığı 12 Eylül’den bugüne yeni bir sermaye birikim modelini gündeme getirirken Türkiye emperyalist dünya sistemine entegrasyonda yaşadığı ivmeyi sermayenin merkezileşme ihtiyacıyla sürdürdü. AKP dönemi hem iki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra yeni dünya düzenine Türkiye kapitalizminin entegrasyon sürecinin hem de bu süreçte sermaye birikim modelinin merkezileşme ihtiyacı ile çakışmasının sonucuydu. Bu anlamıyla AKP sürecini tek başına emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi’yle uyumluluğu üzerinden tarif etmek eksikli bir yaklaşım olur. AKP, bundan daha öte iki kutuplu dünyanın dengelerinin emperyalizm lehine bozulduğu bir sürecin partisi olarak başta “1923 Cumhuriyet’inin paradigmalarını” değiştirdi.

Bugün siyaseti ve seçim sürecini, bu dönüşümle birlikte düşünmek, bu anlamıyla AKP eliyle kurulan “İkinci Cumhuriyet”in yeni paradigmalarıyla birlikte değerlendirmek gerekir. Başka bir deyişle bugünkü siyasal eksen aynı zamanda İkinci Cumhuriyet rejiminin yerleşme sorunsalı bağlamında ele alınmalıdır. Siyaset ekseni, Birinci Cumhuriyet’e göre merkez siyasi ekseninin daha sağından çizilmiştir. Bu durum yeni siyasal tabloda CHP başta olmak üzere bütün düzen partilerini daha sağa çekerken, sağcılaşan bir siyasal dinamiği karşımıza çıkarıyor. Buradan siyasi ayrımların belirginleştiği değil siyasette benzeşmelerin daha fazla yaşandığı bir sürece tekabül etmesi kaçınılmaz oluyor. İkinci olarak, merkez eksene CHP’nin daha fazla oturması AKP’nin kendisini var ettiği merkez sağ eksenin yeniden kurulması sürecini de beraberinde getirmektedir. İkinci Cumhuriyet’in sağa yatmış eğik düzleminde bütün partiler sağa kayarken HDP dahil bütün süreç İkinci Cumhuriyet’in partilerini bu nesnellik üzerinden yeniden üretiyor. Artık yeni bir siyasal program, yeni bir gelecek tasavvuru, yeni bir toplumsal dönüşüm arayışı yerini yeni düzende bulmaya/oluşturmaya çalışan partilerin siyasetine bırakıyor; buradan da siyasetsiz siyasetin ortaya çıktığı bir durum beliriyor. 

İkinci Cumhuriyet’in siyaseti, siyasi partileri birbirlerine daha çok yaklaştırırken, İkinci Cumhuriyet’in yerleşme sorunsalı bugünkü siyasi tabloyu belirleyen bir başka olgudur. Yerleşme sorunsalından kastedilen şöyle tarif edilebilir: 20 yıllık AKP iktidarı eliyle ülkede gerçekleşen dönüşüm belli oranlarda yol almış, geriye dönüşü kendi iç dinamikleriyle mümkün olmayan bir durumu karşımıza çıkarmıştır. Ortadaki verili gerçek, İkinci Cumhuriyet’e uyumun bütün düzen aktörleri için objektif bir gerçek olduğudur. Bugün düzen siyasetinde hemen hemen bütün aktörler, kendilerini İkinci Cumhuriyet’e uyumlulaştırmaya çalışmaktadır. Benzeşme ve siyasi ayrımların silikleşmesinin nedenlerinden birisi de budur. Aynı zamanda bugün İkinci Cumhuriyet rejimi, 20 yıllık gerici dönüşümün yaratmış olduğu tahribatla birlikte yönünü ararken, derin bir ekonomik krizle karşı karşıyadır. Yaşanan ekonomik krizin yapısal olarak çözümü bir tarafa İkinci Cumhuriyet bugün siyasi bir krizle karşı karşıyadır. 

Kuruculuk ile tıkanmanın yarattığı çelişki AKP’yi keserken, İkinci Cumhuriyet rejimine uyum ile “AKP’ye hayırcılık” muhalefeti kesmektedir. Krizin aşılması ile yerleşme gerilimi de bizzat İkinci Cumhuriyet rejimini kesen bir çelişki olarak görülmelidir. Bu gerilim eksenlerinde kendisini var etmeye çalışan düzen siyaseti, bu açıdan gerilimin uç noktalarından orta noktaya çekilirken elde kalan düzenin restorasyonu olmaktadır. 

Bugün düzen siyasetinde bütün aktörleri benzeştiren başlık, ister yerleşme sorunsalı isterse krizin aşılması bağlamında olsun düzenin restorasyonunun merkeze konulmasıdır. Cumhur İttifakı, rejimin yerleşmesi üzerinden kendini daha fazla ifade ederken, Millet İttifakı ise rejimin paradigmalarına karşı bir dönüşümü değil 20 yıllık tahribatın tadilatı üzerinden bir politik hattı temsil etmektedir. Buradan siyasetsiz siyaset diyebileceğimiz, programatik ve politik ayrımların benzeştiği ya da belirsizleştiği bir durum çıkıyor ve içinden geçtiğimiz politik kesitin fotoğrafını oluşturuyor. 

Aritmetik siyaset

Politik nesnelliğin İkinci Cumhuriyet rejimine adaptasyon olduğu bir kesitten geçiyoruz. Bu adaptasyonun bir başka boyutu ve aynı zamanda sonuçlarından birisi de seçim siyaseti olarak karşımıza çıkıyor. İttifaklar siyaseti olarak kodlayabileceğimiz seçim siyaseti, ideolojik ve programatik bütün ayrımların geriye çekildiği bir başka seçim davranışıyla belirleniyor. Seçimlerde artık seçim bildirgelerinin ve bir gelecek projeksiyonu olarak politik programların yerini oy hesapları ve bunun üzerinden şekillenen milletvekili pazarlıkları alıyor. Artık siyaset programa ve dünya görüşüne göre değil, doğrudan seçim aritmetiğinin sonuçları üzerinden “ayarlanmaktadır.”

Seçim aritmetiği bugün hem düzen siyasetinde hem de düzen karşıtı diyebileceğimiz sol kesimlerde de gördüğümüz şekliyle siyasetin belirleyici unsurudur. İdeolojik ayrımlar, programatik farklılıklar ve ilkeler geriye çekiliyor, aritmetik siyasetin gerekleri yerine getiriliyor. Siyasetin bir matematiğinden bahsedebiliriz ancak aritmetik siyasetin karşılığı ise ilkelerin geriye çekilmesi oluyor. Doğaldır ki bu durum birbirinden çok farklı aktörlerini yan yana getiriyor, bunun sonucu ise benzeşme ve aynılaşma olarak karşımıza çıkıyor. 

Siyasetsiz siyaset tam da burada aranmalı. Artık kimlerin neyi savunduğu, neyi talep ettiği, neyi doğru bulduğu ya da hangi siyaseti temsil ettiği bir yerden sonra önemini yitiriyor. Ortada aritmetik seçim hesapları tarafından belirlenen pazarlıklar ve hesaplar bütün politik öznelerin eksenlerini belirlerken en iyi seçim hesabını yapmak “siyaset yapmak” diye pazarlanabiliyor. 

Burjuva siyaseti pragmatist siyasettir. İlkeler yerine çıkarlar öndedir. Bu açıdan, seçim hesapları üzerinden kurulan ilkesiz ittifakların burjuva partiler açısından bir yerden sonra önemi bulunmayabilir. Ancak bu tablo, yukarıda bahsettiğimiz şekliyle İkinci Cumhuriyet rejimine adaptasyonun en önemli araçlarından birisi haline gelmekte, aynı zamanda toptan bir sağcılaşmanın ve kimliksizliğin de zemini olmaktadır. Benzer bir durum, ne yazık ki, solun bir kesimi açısından da yaşanmaktadır. Hatta doğrudan sol değer ve ilkelerin ayaklar altına alındığı bir tablo aritmetik seçim hesaplarına kurban ediliyor. 

Örneğin HDP’nin NATO’nun genişlemesine karşı bile isteye hayır dememesi ve Meclis oturumuna katılmaması, HDP ile ortak ittifak çatısı altında bulunan TİP için de geçerli olabilmektedir. Yapılan mazeret açıklamalarının bir yerden sonra önemi yok. Siyasi ilke ve doğrultunun değil de seçim hesaplarının başat hale geldiği bir davranış ve siyaset yapma kültürünün bu başlıkları da önemsiz ve atlanabilir kıldığının bir başka örneği olarak görülmeli. Yine ülke tarihimizde önemli bir kırılma olarak görülmesi gereken ve İslamcı-faşist bir rejimin önünün açılmasındaki önemli olgulardan birisi olan 2010 referandum sürecinde liberal ihanetin bugün görmezden geliniyor olması benzer bir siyasetsizliğin ya da ilkesizliğin tezahürü değil mi? Yetmez Ama Evetçi ihanetle hesaplaşmadan, Yetmez Ama Evetçilerle aynı parti çatısı altında ve milletvekili listelerinde bulunmayı, ilkelerin terki olarak okumak gerekmez mi? Seçim aritmetiği üzerinden kurulan pragmatizm, Yetmez Ama Evetçilerle yan yana düşürmüş, ortaya ise kokusuz, renksiz, tatsız “AKP’ye hayırcılık” dışında bir şey bırakmamıştır. Yetmez Ama Evetçilerin paraşütle aday yapıldığı Yeşil Sol Parti ile sadece seçim barajını geçmek için örneğin TİP’in yaptığı ittifak ve Yetmez Ama Evetçi Cengiz Çandar’ı Diyarbakır’da destekleme kararı, hangi siyaset sorusunu gündeme getirmektedir. 

Ortada siyasetin olmadığı, siyaset yerine çıkarın/faydanın bulunduğu bir siyasetsizlik gerçeğidir. “AKP’ye hayırcılık” duruşu dışında temelde farklılık taşıyan bütün politik başlıkların geriye çekildiği bir politika yapma tarzı siyasetsiz siyaset dışında başka bir anlama gelemez. 

İttifaklar siyasetinden yancılık siyasetine

Bu durum aynı zamanda yeni bir tarzı da gündeme getiriyor: Adlı adınca kimliksiz, programsız ve ilkesiz bir siyasetin ortaya çıktığı yancı siyaset tarzını. Cumhur İttifakı’nda örneğin DSP ya da BBP’nin durumu tam da budur. Yancılık yaparak var olmaya çalışan bir siyaset tarzı. Benzer bir durum Millet İttifakı açısından söylenebilir. CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı içinde bir dizi partinin özelde AKP’den farklı ne söylediği belirsiz kalırken “AKP’ye hayırcılıkta” birleşen bir politik kimliksizliğin karşılığı bir dizi aktör açısından yancılıktan ibaret oluyor. Yancılıkla var olmaya çalışan bir politik pragmatizmin temsil ettiği siyaset sadece “AKP’ye hayırcılık”tan müteşekkil. Ama daha derine inildiğinde ise düzenin bütün aktörlerinin ülkenin temel ekonomik, siyasi, politik ve toplumsal sorunları karşısında AKP’den farklı hiçbir şey söylemediklerinin fotoğrafı çıkıyor. NATO, AB, özelleştirme, tarikatlar sorunu gibi temel konularda aynılaşma ve benzeşme özünde siyasetsizliğin en sade göstergeleri değil midir? 

“AKP’ye hayırcılıkta” mangalda kül bırakmayan solun bir kısmı açısından da yancılık yeni siyaset tarzı. Herhangi bir toplumsal tabana basmayan, bir toplumsal direnişi ya da mücadeleyi temsil etmeyen bir dizi sol unsurun HDP’de yancılık yaparak geliştirdiği siyaset tarzı, bugün kendileri açısından varoluş şeklini almış durumda. Kendi ilkesel, ideolojik ve programatik “politikası”nı örgütlemek yerine ittifak siyasetinin arkasına saklanarak yürütülen yancılık siyaseti, özünde siyasetsizliğin bir tezahüründen başka bir şey değildir. 

Solun kırmızısı gitti yeşili geldi

Eskiden Türkiye solunun iktidar perspektifi vardı. Milli Demokratik Devrim ya da Sosyalist Devrim yolu vardı. Kırlardan mı şehirlerden mi tartışması yapılırdı. Hangi toplumsal güçlere dayanılacağı tartışılır, ülkenin sosyo-ekonomik yapısının analizi yapılırdı. Bugünkü resme baktığımızda ise solun önemli bir kesimi devrimci mücadeleyi ve devrimci siyaseti, seçim aritmetiğine indirgemiş, il il oy sayıları ve oranları üzerinden yapılan aritmetik hesaplarla yeni bir mücadele kültürü yaratmış gibiler. Hatta devrimci siyaset, en iyi seçim aritmetiği hesabıyla ölçülüyor. Meclis’te çıkacak milletvekili sayısındaki hesap “olasılıkları” üzerinden “doğru siyaset” ölçümleri yapılıyor, siyaseten neyi savunduğunun bir yerden sonra önemsiz olduğu vaaz ediliyor. Eğer tersi olsaydı, örneğin listelerinde patronları aday gösterilmesine, milliyetçi paylaşımlar yapanların aday yapılmasına, avukatı NATO’nun örgütü YATA başkanı olan adayların nasıl tercih edildiğine ya da örneğin yetmez ama evetçi adaylara dönük bir eleştiriyi gündeme getirmek gerekirdi.

Ama bütün bunlar artık geriye çekilmiş, “AKP’ye hayırcılıktan” ibaret tek bir politik söylemle yancılık tarzı bugün siyaset yapmak diye yutturulmaktadır. Laiklik deyip ittifak gereği gerici adayları desteklemek siyasetsiz siyasetin bir örneği değil de nedir? Bugün Türkiye solunda yeni bir durum ortaya çıkmış durumdadır. HDP’nin bir açıdan yedek parti olarak gündeme getirdiği ancak bundan daha öte bir anlama sahip Yeşil Sol Parti adıyla seçime girmesi bir zorunluluk değil başka bir açıdan bir tercihtir. Yeni bir politik hattın, radikal demokratlıktan liberal demokratlığa geçişin bir tercihi olarak okuyabiliriz. Bununla birlikte ittifaklar ya da seçim aritmetiği üzerinden siyasetini, ilkelerini, programını geriye çeken solun bir kısmının Yeşil Sol Parti trenine atlaması, solun kırmızısının gitmesi ve yerine yeşilinin gelmesi anlamına geliyor. Bu da bugün, sol açısından, siyasetsiz siyaseti daha fazla gündeme getirmektedir. 

Comments are closed.

0 %