Millet İttifakı 2023: Sağ yeniden inşa edilirken
Barış Zeren
“Merkez sağ çöktü.” Bu saptamayı ünlü yapan, CHP lideri Deniz Baykal’ın, AKP zaferiyle sonuçlanan Temmuz 2007 seçimlerini yorumlarken kullanmasıydı. Temmuz 2007 genel seçimlerinde AKP yüzde 34 oyla birinci parti gelmiş, dahası, Türkiye seçim bölgelerinin ezici çoğunluğunda birinci parti çıkmıştı. Sonuç şaşırtıcı, hatta şok ediciydi, zira 2007 bahar ayı AKP için büyük bir buhranla geçmişti. Art arda düzenlendiği halde dinamizmini artırarak milyonlarca insanı meydanlarda toplayan Cumhuriyet Mitingleri, bu arada 27 Nisan Muhtırası, iktidar partisi saflarında 27 Mayıs çağrışımları yaratmış, ürküntü ve demoralizasyon saklanamaz olmuştu. Ne var ki, statüko güçleri TÜSİAD’ın önderliğinde “erken seçim” talebiyle kendini gösterdi ve AKP’ye sandıkta “meşruiyet tazeleme” imkânı sundu. CHP lideri Deniz Baykal, bahar 2007 boyunca parlamento dışı muhalefetle köşeye sıkışmış AKP’nin parlamentoya sığınarak, hem de dünyanın en adaletsiz seçim sistemlerinden biriyle kurtulmasında aslan payını, örneğin bir CHP’nin siyasetsizliğine değil, AKP’ye alternatif sağ partilerin yokluğuna veriyordu.
Bu saptamada iki teslimiyet vardı. Birincisi, aynı Baykal, 2003 yılında Tayyip Erdoğan’ı iktidara taşırken (önce Tayyip Erdoğan’ın milletvekili olmasını engelleyen anayasa maddesini değiştirmede, sonra Erdoğan’ı yasadışı şekilde Siirt’ten yeniden seçimlere sokmada AKP’ye yardım ederken) Türkiye’nin iki partili bir sisteme gideceğini hesaplamıştı. Sağın AKP’de, solun CHP’de, alternatifsiz biçimde toplandığı bu Filipin-tipi demokrasi, CHP önderliğini rahatlatacak, CHP’nin ilelebet –iktidar değilse bile– ana siyasal gövdelerden biri olarak kalmasını sağlayacaktı. Şimdi, bu alternatifsizliğin pek de hesaplandığı gibi gitmediği itiraf edilmiş oluyordu.
İkincisi ve daha önemlisi, bu söz, CHP’nin AKP tabanındaki merkez sağ seçmeni çekebileceği düşüncesinden vazgeçildiği anlamına geliyordu – en azından CHP kalarak. Bülent Ecevit fenomeninden beri merkez sağ tabanı sola, sosyal demokrasiye ya da demokratik sola kazanma iddiasını hep korumuş olan “merkez sol” açısından önemli bir dönüş sayılmalıydı bu. AKP’nin kapsamı altındaki sağ tabanı merkez sol iddialı bir partinin toplaması imkânsız kabul ediliyorsa, reçete de belliydi: AKP’ye alternatif bir sağ hareket yaratmak, CHP’yi de bu siyaset mühendisliğinin merkezine yerleştirerek ona görünüşte hegemonik bir rol biçmek. CHP’nin cumhuriyetçi ve sol bir parti olmaktan çıkışı, “merkez siyaset çöktü” parolasıyla başlıyordu.
2007 yılından Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığına, oradan 2010 referandumuna, en mühimi 2013 Gezi Ayaklanması ve ardından gelen Ekmeleddin’ciliğe bakarak söylenebilir ki, bu parolayla başlayan siyaset mühendisliği AKP’nin çöküşünü hazırlamaktan ziyade, karşısındaki siyasal, kurumsal, hatta kültürel mevzilerin bir bir, hem de savaşmadan terk edilmesine yol açtı. 2007’de Cumhuriyet Mitingleri ile yükselen taban hareketini ileriye taşıyacağına siyaseti sağcılaştırma formülü getiren CHP yönetimi, 2013’te Gezi’yle bir kez daha, bu kez daha görkemli yükselen halk tepkisini sağcı, hatta dinci bir muhalefete kanalize edecek, bir İslamcı için “tıpış tıpış oy vereceksiniz” diyecek cüreti gösteriyordu. Tayyip Erdoğan’a 2003 yılında iktidarın kapılarını açan CHP toplantısının ev sahibi Mehmet Sevigen’in, daha sonra çarşaf açılımının da mimarı olması bir rastlantı değildir. Bir hesap hatası değil, Erdoğan diktatörlüğünün kuruluş ve yıkımlarına eşlik eden bir siyaset hattı söz konusudur.
2018 yılında ilan edilen Millet İttifakı, işte bu “merkez sağı yeniden kurma” mühendisliğinin bir ürünü oldu. Ne var ki, o tarihe kadar artık savaşmadan bırakılacak mevzi bile kalmamıştı: Seçimlerin kendisi dışında. Erdoğan, muhalefetin sağcılaşma sürecinde kendisine tanıdığı manevra alanıyla hem etki alanını genişletti hem de partisini kendi iktidarını sağlamlaştıracak şekilde yeniden yapılandırdı – muhalefetten pek çok sağcı politikacının yanında devasa bir sağ partiyi, MHP’yi de kopararak. Dahası, Nisan 2017 referandumuyla parlamenter sistem ortadan kaldırılmış, meclisin yasama tekeli, bütçe denetimi gibi en kritik yetkileri budanmış, Tayyip Erdoğan’a gerektiğinde kendi partisinden bile kaderini ayırma imkânı veren bir keyfi yönetim sistemi yerleşmişti. Türkiye düpedüz anayasasızlaşmıştı. Millet İttifakı’nda CHP, 2007’den beri dilinden düşürmediği stratejisinde bir aşamaya geliyor, bu iktidar konsolidasyonunun zorunlu olarak dışarıda bıraktığı, bir nevi ıskartaya çıkardığı sağ fraksiyonları bir araya getiriyordu.
Kitlelerin düzenden rahatsızlığı, bunun sola kazandırdığı itibar, kitlelerin sol taleplerle sokakları doldurması, ülkenin en az yüzde 50’sinin iktidar saldırılarıyla pasifize edilememiş olması, CHP yönetiminde ülkeyi cumhuriyetçi bir çizgiye, onu bırakalım, sosyal demokrasiye bükme doğrultusunda en ufak bir heyecan uyandırmamıştı. Bütün bu sol yükseliş, AKP’yi doğudan sağ siyaset değilmiş gibi, yok olmuş bir sağı diriltme doğrultusunda daha pervasız çabalara girmesine yol açmıştı. CHP, sağı yeniden inşa etmişti.
Millet İttifakı, ya da onun yeni formu olan Altılı Masa, 2023 seçimleri öncesinde “sağı yeniden kurma” hedefinin varabileceği en yüksek noktaya vardı. CHP –ve ona ayak uyduran HDP– aracılığıyla sosyalist solu siyaset sahnesinin dışına itti. Soldan bir baskı ya da muhalefet görmeksizin, sosyal ve kurumsal yaşamı dini referanslara göre düzenleme hedeflerini açıkça dile getirmeye başladı. Emekçi kitleleri ağır biçimde yoksullaştıran, yüzde 100’ün üzerinde seyreden enflasyonist yıkım döneminde Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü çıkışı, ancak CHP’nin yakın tarihine geniş bir perspektifle bakamayan belleksiz, miyop ve kariyerist siyaset piyasamız için şaşırtıcı olmalıdır. Babacan’ın tarikatlara meşruiyet kazandırma yolundaki çıkışları, cumhuriyetçi duyarlılığın tamamen –bu kez ittifak yoluyla– teslim alındığı sanrısına iyice kapıldıklarının işareti. Muhalefetteki sağ ittifakın en büyük vaadi olan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in” içinden yarı-başkanlığa benzer, 12 Eylül’ün her özgürlüğü güvenlik kaidesiyle sınırlayan mantığının devamı niteliğinde, özensiz ve yamalı bohça bir anayasa taslağı çıkması, bütün bu tabloyu tamamlıyor. CHP önderlikli sağ muhalefetin temel kaygısı Erdoğan’dan iktidarı almak değil, Erdoğan’ın çöküşü durumunda radikal bir siyasal enerjinin ortaya çıkıp 2003’ten beri kurulan tezgâhı dağıtmamasıdır. Siyasetin sağa bükülmesi süreci, bütün liberal ve muhafazakâr siyaset önlemleri bu doğrultuda harekete geçiriliyor, daha da geçirilecektir.
Partiler ve ittifaklar masa başında planlanmaz. Bir toplumsal dinamiğin üzerine binerler. Bugünkü örnekte bu dinamik, Erdoğan’ın iktidarından yılmış kitlelerdir. Altılı masa, 2023 seçimlerinin özellikle önemli olduğundan dem vuruyor. Sunacağı adayın kitleler bazında itiraz görmesinin önüne “bu son seçim olabilir” söylemiyle geçmeye çalışıyor – 2003’ten beri Erdoğan’a engel olmak bir yana, redd-i miras politikasıyla ona meşruiyet kazandırmamış, Erdoğan’ın önündeki engelleri kendisi kaldırmamış gibi. Erdoğan’a karşı tepkiyi ikircikli bir muhalefetle manipüle etmeye dayalı bu son derece uçucu toplumsal dinamik, altılı masanın ömrünün de sayılı olduğunun göstergesi. Ciddi gözlemciler, altılı masanın seçimleri kazandıktan sonra birbirine düşeceğini öngörüyordu, oysa daha aday belirleme sürecinde mavi milliyetçiler ile Kılıçdaroğlu arasındaki gerilim önüne geçilmez bir hal almaya başladı.
Kişisel tahminim, Altılı Masa’nın bu tartışmadan kendini kurtaracağı, cumhurbaşkanı adayının ne Kılıçdaroğlu ne İmamoğlu olacağı, şu ana dek adı pek geçmeyen, daha dış ilişkilere hâkim, Batı’da tanınan, liberal bir teknokratik figürün ileri sürüleceği yolundadır – tıpkı Kılıçdaroğlu’nun vizyon toplantısında sunduğu kadro çerçevesine uygun bir tipoloji. Her şeye rağmen siyaset aklı tümüyle yitirilmediyse kendi mantığıyla uygun çıkış yolu budur.
En iyi senaryoda bile, altılı masada ifadesini bulan sağ muhalefetin Türkiye’de Erdoğan-sonrası gerekli “restorasyon” sürecini bütünlük içinde götürmesi imkânsız görünüyor. Kitleler için acı reçeteler, hükümet içi didişmelere karışacak, siyasal kriz yeni bir Erdoğanizmi meşrulaştıracak şekilde evrilecektir. Bu koşullarda sosyalist sola büyük görevler düştüğünü belirterek bitirelim: Kitleleri böyle bir kriz döneminde solsuz, reçetesiz, alternatifsiz bırakmanın faturası çok ağır olacaktır. Sosyalist Güç Birliği’nin tereddütlerinden kaynaklı atalet halinden olabildiğince çabuk sıyrılması tarih önünde bir görev olarak duruyor.