Dosya

Deprem Neden olur?

Doç. Dr. Savaş Karabulut* 

6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremleri ülkemizde depremin yine, yeniden ve daha büyük bir afetle anılacağı bir afet olarak sonuçları itibariyle tarihin “kirli” sayfası içinde yerini aldı. Deprem bir doğa olayı, doğal tehlikedir. Bilimsel tanımı ise yap-pozun parçaları şeklinde olan yer kabuğunun birbirine göre göreceli hareket eden parçalarının, birbirinden kopmak/ayrılması sırasında sınırları boyunca (faylar bu sınırı temsil etmektedir) biriken elastik yamulma enerjisinin aniden açığa çıkmasıdır.  Anadolu Coğrafyasında “Öküzün kafasını sallamasıyla” meydana geldiğine inanılan depremin bugün levha tektoniği kuramıyla izah edildiği bir durumda, artık fayların geçtiği alanlar, üreteceği depremin büyüklüğü, depremin derinliği ve deprem olacak noktanın yeri genel olarak bilinirken, süresi konusunda sadece olasılık analizi ile kestirimlerde bulunulmaktadır.

06.02.2023 Kahramanmaraş Depremleri Bekleniyor muydu?

Evet, 1972 yılında Bingöl depremi meydana geldiği günden beri Doğu Anadolu fayının varlığı konusunda yapılmış oldukça fazla sayıda bilimsel makalenin olduğu ve özellikle 1999 depremi sonrası “Doğu Anadolu fayının 500 yıldır deprem üretmediği ve kırılırsa büyük bir afetle karşı karşıya kalınacağı” konusu bilim insanları kadar ülkeyi merkezden yönetenlerin de, yerel yönetimlerin de bilgisi dahilindeydi. Bu tespit oldukça önemlidir. Çünkü bilindiği halde böyle bir doğa olayını veya tehlikeyi görmezden gelerek çözüm üretemeyen idarenin bu konuda bir mesuliyeti olmalıdır. “Kemik kırılsın, yen içinde kalsın” diyecek değiliz. Ayrıca “acılarımızı içimize gömelim, daha zamanı değil, hele bir yaralarımızı saralım sonra konuşuruz, sorumlular elbette bulunur, iki değil, iki yüz müteahhit tutuklarız” gibi vaat ve sözlere de inanacak ve itaat edecek değiliz. 500 yıldır deprem üretmesi beklenen, bilimsel çalışmalarla 1800’lü yıllarda aktif olan bir fay zonunun özellikle 24 Ocak 2020 Sivrice- Doğanyol depreminden sonra komşu faylara transfer ettiği enerji beraberinde düşünüldüğünde, bu deprem(ler)in bağıra bağıra geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durumda sonuçları bilindiği halde deprem öncesi neden önlem alınmadığı sorusuna cevap verecek siyasi “irade” neden hala ortada değil?

Afete Neden Geç Müdahale Edildi?

Bugün çok rahat bir şekilde hayatını kaybedenlerden veya artık o kenti terk etmek zorunda kalmış afetzedelerden “helallik” istemek, afete geç müdahale edilmesinden dolayı onbinlerce yurttaşın hayatını kaybetmesini, yüzbinlerce yurttaşın ise ağır yaralı olarak enkaz altından çıkarılmasına neden olmasını asla meşru kılmayacaktır. Depremin ilk günü AFAD tarafından ülkemizde kurulan yüzlerce kuvvetli yer hareketi kayıtçısındaki ivme değerini “çok yüksek” olarak tanımlayan Deprem ve Risk Azaltma Daire Başkanı Prof. Dr. Orhan TATAR’ın bunu söylerken aslında söylemek istediği bir şey vardı. O da depremin ivme değeri çok yüksek olan bu alanları yıktığının/farklı düzeylerde hasarın kesin olduğuydu. Özellikle 2019 öncesi yapılmış tüm yapıları. Kuvvetli yer hareketi kayıtçıları bir nevi acil müdahalenin yapılacağı alanların belirlenmesinde kullanılan bir veri bankasıdır. Bu banka ise AFAD sorumluluğundadır. Oysa AFAD bu veriler ilk yayınlandığı günden itibaren 3-5 kere değiştirmiştir. Normal bir deprem/ ivme kayıtçısına ait veri neyse o değer kullanılacağı halde, hala AFAD’ın bu değerleri neden giderek küçültmeye çalıştığı anlaşılabilir değildir. Ayrıca 2018 yılında resmi gazetede yayınlanan Türkiye Afet Müdahale Planı  (TAMP) ve sonrasında her il için ayrı ayrı hazırlanan İl Risk Azaltma Eylem Planları (İRAP) eylem planlarında düşünülmeyen durum neydi ki; bu durum onbinlerin hayatına mal oldu. Eğer depremin ilk günü planlarda tanımlanan 4 alarm seviyesinden en üst düzeyi olan 4. seviye alarm veriliyorsa, bilin ki yaşanan afetin boyutu biliniyor ve bırakın o illeri, komşu illerin ve hatta ülkenin bile yetersiz kaldığı ve uluslararası yardım dışında bir çözümün olmadığı anlaşılmıştı. Ayrıca Gebze Teknik Üniversitesi ve Uluslararası İşbirliği yaptığı ülkelerle birlikte uydu verileriyle hasarın/yıkımın boyutları hızlı bir şekilde belirlenmişken, İHA ve SİHA’ları ile övünen İktidarın o İHA ve SİHA’ları neden uçurup, yerleşim alanları ve köy/mahallerdeki durumu hızlı bir şekilde belirlemesi mümkün olduğu halde, bu incelemeyi yaptı mı? Yaptıysa neden müdahale etmedi veya açıklamadı? Bu sorular yanıtlarını arıyor. Olası afet sırasında yandaş müteahhit firmalarına verilen ihalelerle güzergah etütleri uygun Jeofizik/Jeolojik etütleri yapılmadığından mı bilinmez ama yapılan yolların faylarla ve zemin koşullarından dolayı alınmayan önlemler neticesinde kapanması, iskelelerin oturması, havalimanlarının terminal ve pistlerinin faylar üzerinde olması nedeniyle kullanılamaması, tren istasyonları ve kilometrelerde ray hatları dahil, tünel ve köprülerin  ve ishale ve atık su hatlarının ihalelerini alan kodaman müteahhitlerin neden kendi söküklerini dikmediğini ve bu konuda uzun sürecek tadilatlarının kamu kaynaklarıyla yapıldığını da sorgulamak gerekmez mi? Yani tüm bu kara, hava, deniz ve tren yolları hem tahliye ve hem de gidecek arama kurtarma ve destek personelinin ulaşmasının engel olduğu özelleştirme politikaları, yap-işlet ile yapılan ihaleler ve denetim/kontrol işlerini piyasalaştıran neoliberal politika sevici ve uygulayıcıların kararları yüzünden onbinlerce afetzede tabut mezarlarda ölüme terk edildiği neden sorgulanmıyor?

Afetin Nedeni Zemin Problemleri mi?

Deprem Bölgesi Gebze Teknik Üniversitesi’nin 5 öğretim üyesi ve 3 yüksek lisans öğrencisiyle birlikte incelemelerde bulunmak için görevlendirilmesiyle gittik. Üniversite yönetiminin bu konuda hızlıca karar alıp böyle bir inceleme için bizleri görevlendirmesi oldukça önemliydi. Bizim gibi diğer üniversitelerden deprem ile ilgili incelemeler yapan tüm bilim insanı, mühendis, mimar, plancının bu konuda afetin nedenleri anlayabilmek için hızlı bir şekilde deprem bölgelerine gitmesi oldukça önemli olup, bu durumun gerçek boyutunun anlaşılması açısından da elzemdir. Hemen hemen tüm illerde yaptığımız incelemelerde deprem nedeniyle oluşan yüzey kırıklarının yerleşim yerlerinin ya içinden ya da çok yakınından geçtiği bir durum ilksel anlamda üzerinde durulması gereken bir konu olarak düşünülebilir. Ancak asıl sorun kentlerin kurulduğu yerleşim alanlarının zemin koşulları açısından yerleşime uygun olup olmadıkları, yerleşim alanları kurulurken zeminden kaynaklı problemlerin bertaraf edilmesi için alınması gereken önlemlerin bu nedenle alınmamış olması nedeniyle ovaya, sağlam kayanın derinde olduğu kentlere, zeminlerinin deprem sırasında bir sıvı gibi davranması nedeniyle koca koca binaların yerin içine gömülmesi, heyelanların ve kaya düşmelerinin yaşanması, zemine uygun kat sayısının ne olacağının belirlenmemiş olması nedeniyle afetin en temel problemi zemin problemleri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bugün tüm bu iller için deprem öncesi TAMP ve IRAP planlarını hazırlayan ve yayınlayanlar bu kentlerin zemin koşullarına uygun olmadıklarını bildikleri halde neden tüm yapıların zemin etütleri ile birlikte Riskli Yapı Tespitlerini yaptırmadıklarının sorumlusu kim diye sorulması gerekmez mi? Her deprem sonrasında kalıcı konutları inşa edebilen siyasi iktidarın böyle bir finansal kaynağı var ise bu kaynağı neden deprem öncesinde durum apaçık ortadayken kullanmadığının yanıtını kim verecek?

AFAD’ı yönetenler hangi hataları yaptılar?

Deprem nedeniyle AFAD’ı ve Kızılay’ı yönetenlerin asıl yapması gerekenleri yerine getirmediği ve yapmaması gereken şeyleri yaptığı kamuoyunun ve bu metni okuyanların malumudur. Ancak bu ve diğer kurumların başına atadıkları liyakatsiz kadroların yaşanacak bir afetin tüm boyutlarıyla öncesinden yapılacak hazırlık, anı için müdahale ve sonrası için iyileştirme yapmamış olmaması “tek adam rejimi” olarak isimlendirilen merkeziyetçi yönetim sisteminin bir kusuru olamaz mı? Ya da hazırlanan planlarda askerin Milli Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığından yazılı bir emir beklemeksizin, doğrudan krizi yönetmekle yetkili kılınmış Vali’nin çağrısıyla kışlalardan, alay ve taburlardan sürece hızlı şekilde müdahale edilememesinin nedeni, bu illeri yönetenlerin sorumluluk almak istememeleri mi, yoksa yangını bile söndürmek için “tepeden emir almanın elzem olduğu” mekanizmanın yerelleri işlevsiz kıldığını kabul etmenin büyük bir erdem olduğunu söylemekle daha doğru olur? sorusuna da yanıt vermek gerekmez mi?

Hem eski hem de yeni yapılan binalar neden yıkıldı?

Bu makalenin giriş kısmında belirtmiş olduğum gibi tüm mühendislik yapılarının ruhsatlandırılıp inşa faaliyetlerine başladığı döneme ait deprem yönetmeliklerinin kullanıldığı, her büyük/kuvvetli yıkıcı deprem sonrası yönetmeliklerin güncellendiği ve son yönetmeliğin en uygun olarak tanımlandığını öncelikle belirtmek gerekir. Böyle bir durum ortadayken, yeni yapılan yapıların bile yıkıldığı bir durumda yıkıma neden olan şeyin kaynağını sadece bir doğa olayı olan depreme, faya ve/veya yönetmeliklere indirgeyerek mi yıkımın boyutunu anlamak gerekir? sorunun yanıtı da vermek lazım gelir. Genel olarak 2000 öncesi yapıların riskli yapı tespiti yapılırken orta hasardan başlayarak, her an yıkılabilir durumda olduğu hep gündeme gelir. Bu durum inceleme yapan yerel yönetimler tarafından da, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yetkilendirdiği Riskli Yapı Tespiti yapan müteşebbis kuruluşların raporlarında da belirtilmiştir. Bu önemli envanter ÇSB envanterinde olduğu halde, bu deprem bölgesinde bulunan ve yapım yılı bu tarihe denk gelen yapıların riskli olduğu neden Bakan ve diğer yetkililer tarafından düşünülmedi? Ya da deprem ülkesi olduğumuz 1939 Erzincan depremi ve sonrasında meydana gelen onlarca 7’den büyük deprem yaşamış coğrafyamızda 1992 Erzincan depremi sonrası kamu binaları ve 1999 depremi sonrası normal konut türü yapılara zemin etüt yapma zorunluluğu geldiğini hangi bürokrat ve siyasi irade yanıt verecek? 2019 sonrası yapılan yeni yapıların yönetmeliğe uygun olarak projelendirilip, uygulanmaması nedeniyle mi, yoksa yönetmeliğin deprem sırasında açığa çıkan yatay kuvvetin (yapı tasarımını yapan mühendis tarafından yönetmelikte tanımlanan düşey yük düzeyleri genelde bu boyutuyla hesaba katılmaması) geniş bir spektrum aralığında tasarım spektrumunu aşması nedeniyle mi olduğuna kim yanıt verecek? Ya yönetmeliği hazırlayanların, yoksa güvenli aralıkta kalmak için uygun hesabı yapmayan, bunu denetleyip itiraz etme hakkı olduğu halde etmeyen yapı denetim firmalarının mı sorumluluğu var? Yoksa kamucu bakış açısı reddeden, piyasacı, özelleştirme seven düzenin iktidarı veya sözde muhalefet belediyecilerinin yerel yönetimlerin sorumluluğunda mı sorusuna yanıt aranacağına eminim. Bugün ülkemizde bakanlığın envanterindeki riskli yapı tespit raporlarının doğrudan analizi bile, ülkemizin her sathında yüzbinlerce binanın benzer bir şekilde eski/yeni demeden en iyi ihtimalle orta hasar alacağı bir durumla karşılaşacak en azından %20’lik bir bölümünün olduğunu bildiği halde yönetenlerin neden önlem almak için depremin yıkmasını beklediklerinde sorumluların istifa etmelerini istemek, yanlış mı yoksa vicdan mı kalmadı sorularına da yanıt yakın zamanda verilecek veya hukuk düzeni tesis edildiğini alınacağına eminim.

Alt ve Üst Yapı Sistemleri Neden Çöktü?

Bugün sadece konutlarımız değil, alt ve üst yapı tesislerimizin büyük hasar gördüğü bir depremi de yaşadık. Tüm bu alt-üst yapı sistemlerinin tek tek ne zaman inşa edildiğini bilmemekle beraber, bölgenin en az 500 yıldır deprem bekleyen ve bilimsel yayınlar, uzman görüşleri dahilinde her an deprem olacağı bilindiği halde bu tesislerin kontrolü, bakımı, yenilenmesi gibi birçok konuyu neden gündeme almadıklarının yanıtı da oldukça önemli. Çünkü ihalelerin gözle görülebilir olması ve alt yapıya yapılacak yapıların ise neoliberal politikalarda “ek masraf” kalemi olarak düşünüldüğü bir anlayışın çözüm üretmek için çaba sarf etmeyeceğini, merkezi planlı bir ekonomik modelle ancak çözümün temelden yani en alttan başlayacağını da söylemenin tam da bu noktada önemli bir vurgu olduğunu belirtmek gerekir. İhaleci anlayışın bugün alt ve üst yapı tesis ve sistemlerinde (havalimanları, tren yolları/istasyonları, limanlar, karayolları, isale/temiz/atık su hatları) dahil yaşanan yıkımın ve hasarın sorumlusu ihaleyi cukkalayan yandaşlar olduğundan, ortada bir kamu zararı oluşmaması için çözümü de bugüne kadar ceplerine haksız yere indirdikleriyle teknik inceleme sonrası doğrudan hukuki süreçler başlatılarak yaptırılması gerekmez mi? Halktan toplanan vergilerin bu kalemler yerine doğrudan güvenli barınma hakkının tesisi için kullanılması neden yönetenleri rahatsız etsin? 

Ne yapmalı?

Düzenin iktidarı ve sözde muhalefet partisinin yerel yönetimlerini göreve çağırmak gerekiyor. Yoksa görevlerinin bilinçlerinde olup, biz kent/kır emekçisi olup her deprem sonrası enkazın altında kalarak bir kez daha ezilenlerin güvenli barınma hakları hiçbir şekilde tesis edilemez. Neoliberal sistem “ezilenin” değil, depremde yıkılanların canları hiçe sayılarak, ezilene yeni kamu ihaleleri ve dolayısıyla yeni rant alanları yaratacağı modeli merkeze alacağını da unutmamak gerekir. O nedenle merkezi bütçe görüşmelerine neden güvenli kentler inşa etmek için bütçe ayrılmadığını; özel iletişim, zorunlu deprem sigortası, imar barışı ve afları dahilinde toplanan tüm vergilerin neden güvenli kentler inşa etmek için depremden önce kullanılmadığı sorgulanmalıdır. İmar affı/barışı ile yasal statü kazanan ancak hiçbiri zemin ve riskli yapı tespiti yapılmadan meşruiyet alanı açılan tüm yapılar ivedilikle ya tekrar gözden geçirilmeli ya da af kapsamından çıkarılmalıdır. Deprem bölgelerinde bulunan 250 bine yakın konutun bu kapsama girdiğini unutmamak gerekir. Bu yıkımın bir nedeni de bu kararı alanlardır. Bugün ülkemizdeki tüm yapıların zemin etütleri, riskli yapı tespitleri kamu tarafından ücretsiz olarak yapılmalı çığlığı (hukuki hak arama mücadelesiyle) örgütlü bir şekilde yerel/merkezi idare tarafından yapılması çağrısı yapılmalıdır. Bir konutta hangi mülkiyet ilişki içinde ikamet eden/çalışan her kişinin oturmadan önce sürekli yapı sağlığı izleme sistemiyle son durumu hakkında bilgi elde edilmeden ve bu süreç belirli birkaç yılda bir tekrar edilmeden kullandırılamayacağı bir sisteme geçilmelidir. Her bireyin mühendis, mimar olamayacağı ve güvenli barınma hakkının tesisin kamu tarafından bu sistemle yönetilmesi gerektiğini bir hukuki temele dayandırmakta bu noktada elzemdir. Sözün kısası; sıfırı tüketmiş bir yönetim erklerinin, güvenli barınma hakkının tesisinin her boyutuyla çözümü için bilinçli, örgütlü bir topluma, bunun için neoliberal politikalar yerine kamucu, özelleştirmeyi değil tekrar kamuculuğu, denetimi piyasalaştırma yerine kamulaştırmayı merkezine alan, plan bir ekonomik model olmadığı sürece her deprem emekçiler, işsizler, emekliler ve maaşlı çalışanlar için ezilmek olacağı unutulmamalıdır.

 

*(Gebze Teknik Üniversite İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi, Jeofizik Müh. Deprem Bilimci)

Comments are closed.

0 %