CHP kuyruğunda Türkiye solu
H. Murat Yurttaş
Bir seçim dönemini daha geride bıraktık. Türkiye’de sosyalist solun “makus talih”i bir kez daha kırılamamış oldu. Seçim döneminin başlangıcında ortaya atılan sosyalistlerin bir alternatif olması, güçlü bir sosyalist odağın kurulması için çeşitli siyasi öznelerden yapılan çağrılar ve başlatılan girişimler son noktada bir kez daha Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Recep Tayyip Erdoğan’ın “bu seçimlerde yenileceği” hesaplarına kurban edildi.
Bu satırların yazarı olarak 20 yıla yaklaşan partili siyasi mücadele hayatımın özellikle son yarısının bir sosyalist mücadele odağı yaratılması tartışmalarıyla ve yenilenen girişimleri kurmakla geçtiğini söyleyebilirim. Öyle ki, insanın aklına Osman Bölükbaşı’nın şiirinin o son mısraları geliyor: “Seraba harcanmış ömre yanarım.” O kadar heba edilmiş ve hor kullanılmış fırsattan sonra bir ruh halini böyle tarif edecek olsak da ihtiyaç maalesef hala ortada.
HDP İLE CHP ARASINDA BEYNAMAZ KALMAK
Maalesef her seçim dönemi sosyalist sol üzerinde anlamsız bir basınca dönüşüyor. Her ne kadar sosyalist odak çabalarının seçimleri aşan bir ihtiyaç ve girişim olduğu söylense de bu esasen seçimlerde düzen siyasetinin peşine takılmanın örtüsü haline getiriliyor.
Elbette bir sosyalist odak ihtiyacının ve sosyalizm mücadelesinin bir seçim ittifakı ve siyasi partilerin yan yana gelişi üzerinden tariflenebilecek basitlikte ele alınması mümkün değil. Ama bir taraftan Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP), diğer taraftan Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) doğru çekiştirilen bu sosyalist odak girişimlerinin giderek şekilsizleştiği ve dağıldığı da artık anlaşılmalı.
Bu açıdan, doğrudan HDP, veya son seçimler vesilesiyle Yeşil Sol Parti (YSP) içerisinde bulunmayan Emek Partisi (EMEP) ve Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP), ilki için fazlasıyla demokrasi mücadelesi sınırlarında kalan bir retorik ve ikincisi için altı büyük ölçüde boş olan ve nasılı ancak “söyleriz olur” düzeyinde açıklanabilen bir Kürtler ile Kemalistler veya Cumhuriyetçiler veya adına her ne denecekse kesimler üzerinden HDP ile CHP arasında bir halka olma iddiası ile bu bağımsız odak girişimlerine devrimcilik öğretmeye kalkmalarını ibretle izliyoruz.
Son seçimlere ittifak halinde girdikleri Kürt siyasi hareketinden ağır eleştiriler gören TİP’in, sağcı ittifakın başını çeken CHP ile olan ilişkisinin de basit bir fotoğraf vermekten öteye geçmeyen hali iki cami arasında binamaz kalmaya benziyor. Bu ilişkinin Kürt siyasi hareketi ile olan ilişkisi bu yazının konusu değil.
Bununla birlikte, TİP’in, örnekleri “Tatava Yapma Bas Geç”, “Ekmek İçin Ekmelettin” gibi sloganlarda yer alan, bugüne kadar liberallerin taşıyıcılığını yaptığı bir siyasetsizlik ve sosyalizmden kaçış stratejisi olarak ilk günden “Bir oy Kemal’e” diyerek seçim sath-ı mailine dalması ile sosyalist mücadele hattında önemli bir zehir saldığının altı çizilmeli. Özellikle Haziran (Gezi) Direnişi sonrasında giderek artan şekilde Erdoğan’dan ve AKP’den kurtulma retoriğinin etkisiyle ve bunun gücüyle HDP ve CHP arasında seçim hesapları çerçevesinde salınan bir siyaset aklının geldiği ve geleceği nokta açısından şaşırtıcı sayılmamalı.
TİP’İNKİ KEMAL’E DE SİZİNKİ NEREYE?
Türkiye’de sosyalist solun uzunca bir süredir ayağına dolanan Kürt siyasi hareketiyle olan ittifak ve onun etkisinde kalma hali, uzunca sayılabilecek bir süredir komünistler tarafından ve halihazırda en net şekilde Türkiye Komünist Hareketi (TKH) tarafından olmak üzere, ama Türkiye Komünist Partisi (TKP) ve Sol Parti’nin dahil olduğu geniş bir kesim tarafından karşıya alınan bir siyaset tarzıydı. Kürt hareketinden bağımsızlık her ne kadar bu kesimlerde titizlikle korunsa da Erdoğan’dan ve AKP’den kurtulma retoriğinin etkileri de bir CHP’cilik olarak bu tarafta da kendini bir süredir gösteriyor.
Bu bağlamda, belki de ilk kez sosyalist solun da doğrudan ve net bir şekilde dahil olduğu bir siyasetsizlik girdabında boğulduğumuzu söyleyebiliriz. Seçim döneminin başlangıcında ortaya atılan sosyalistlerin bir alternatif olması, güçlü bir sosyalist odağın kurulması için çeşitli siyasi öznelerden yapılan çağrılar ve başlatılan girişimlere rağmen son noktada sağcıların adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na oy çağrısı dışında somut bir siyaset ortaya koyamayıp iki oydan birine talip olmaya kalkışan bir taşra kurnazlığı ile hareket edilmek istendi.
Bugüne kadar da çeşitli düzeylerde dile getirilen Kürt siyasi hareketiyle CHP arasında köprü vazifesi görmek önermesinden başlayarak Cumhuriyetçi kitlelerle yan yana gelme arayışları diye tarif edilen önermelere varıncaya kadar çeşitli çerçevelerde dile getirilen CHP’nin kuyruğuna takılma hali son seçimlerde tavan yaptı. Geçmişte CHP’den Beyoğlu Belediye Başkanı adayı olan Sol Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş’ın ağzından “ikinci turda” diye başlayıp TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın “gönül rahatlığıyla oy da isteyeceğiz” sözlerine bağlanan bir yelpazede AKP’nin gidişine yatırım yapıldı.
Bu durumun hiç değilse bir zamanlar “taban tabana zıt” olduğu iddia edilen TKP ve TİP’in o kadar da zıt olmayabileceğin gösterdiğini söyleyemez miyiz? Öyle ya, TİP’inki “Kemal’e” de sizinki nereye diye sormayacak mıyız?
CHP’NİN SOL KANADINA OYNAMAK
Bu açıdan, sosyalist solun 1970’lerin sonundaki “CHP bataklığı”na bir kez daha düştüğünü acıyla gözlemliyoruz. Bugün de Türkiye’de sosyalist solun CHP ile arasına mesafe koyamadığı, sağcılaştığı iddiasıyla CHP’yi eleştirirken CHP’nin soluna siyaset yapmaktan öteye gidemediği, CHP içerisinde daha solda gördüğü isimlerle birlikte hareket etmek dışında bir perspektif ortaya koyamadığı, tüm bunlar üzerinden CHP’yi belirlemeye çalışmak gibi bir tarifle hareket ettiği sıklıkla görülüyor.
Burada zinhar CHP’ye ve içerisindeki kimselere sırt dönülsün, yüzlerine bakılmasın demiyoruz. Mutlaka öncelikle CHP’ye oy veren kimselerden başlayarak CHP’nin merkezine yakın isimlere kadar çeşitli düzeylerde ve tariflerle birçok düzlemde ilişki kurulabilir ve hatta kurulmalıdır. Ancak bu ilişkilerin CHP’ye etkisi üzerinden hesaplar yapılması doğru değildir.
Sosyalist sol içerisinde özellikle Haziran (Gezi) Direnişi sonrasında kentli orta sınıflar ya da orta gelir grubundaki beyaz yakalılar üzerinden yapılan sınıf analizleri ve bütünüyle buraya odaklanan siyasi yaklaşımların sonuçlarının sosyalist sola bu hareketler üzerinde ciddi bir orta sınıf karakteri olarak yansıdığını gördüğümüzü söylemek gerekiyor. Kimileri daha radikal söylemlerle, kimileri retorik sınıf vurgularıyla da olsa esas olarak giderek sınıfsal özden uzaklaşıldığını görmezden gelemeyiz.
Bu nedenle, Türkiye Komünist Partisi, Sol Parti ve Türkiye İşçi Partisi’nin son tahlilde birbirinin içine geçen, birbiriyle örtüşen siyasetler ve kampanyalarının arkasında da bu sınıfsal odaklanmanın ve bu sınıfsal odaklanmanın getirdiği, bu partilerde yarattığı sınıfsal yeni biçimlenmenin etkisi olduğunu değerlendirmek gerekiyor.
Bu küçük burjuva ya da orta sınıflara dayanan, orta gelir grubundaki emekçilere dayanan, beyaz yakalı emekçilere dayanan siyaset tarzı, yine son tahlilde, bu grupların kaybedecek çok şeylerinin olması, büyük ölçüde apolitik olmaları ve AKP’nin gitmesi gibi çok ilkel bir düzeydeki siyaset ortaklaşması üzerinden hareket edilmesi nedeniyle seçim sandığı başında hiçbir zaman sosyalist sola beklediği karşılığı göstermeyen ve hep CHP’ye kayan bir döngüyü gösterdi.
Bir tarafta yüzde bire yakın oy aldığı için kendisini solun en büyüğü ve tek başına belirleyeni saymaya çalışan Türkiye İşçi Partisi, bir tarafta her zaman aldığı oyu çok da geçemeyen Türkiye Komünist Partisi ve Sol Parti’nin nihayetinde bu seçimlerde de Kemal Kılıçdaroğlu’nun peşinde gerçek bir etkiye sahip olamadıklarına tanık olduk.
DOĞMADAN BOĞULAN SOSYALİST GÜÇ BİRLİĞİ
Türkiye’de sosyalist solun üzerinde uzunca bir süredir var olan güvensizliğin ve kendisini baskı altına olan bir seçim başarısı tartışmasının gölgesinde kalması, ister istemez sosyalist solun önemli bir bölmesinin Kürt siyasi hareketinden bağımsızlaşsa bile CHP’nin dümen suyundan çıkamaması ya da buraya hapsolması sonucunda olduğunu görüyoruz.
Maalesef solun bir kısır döngüsü olarak her seçim dönemi aynı tartışmalarla başlayıp sonuçta aynı noktaya varan bu halin bir kez daha karşımıza çıktığını görüyoruz. Oysa, bu süreç öncesinde kurulan Sosyalist Güç Birliği ile bir kez daha büyük ihtiyaç duyulan bir sosyalist odak kurulması için güçlü bir çıkış yapılmıştı. Ancak seçim sürecinin sonunda bugün artık kendi içinden doğmadan boğdurulduğunu söyleyebiliriz.
Tüm bu süreçte seçim pusulasında yer alıp ayrık duran tek partinin Türkiye Komünist Hareketi (TKH) olduğu not etmek gerekiyor. Öyle ki bugün birlikte kurdukları Sosyalist Güç Birliği’nin diğer unsurları, Sol Parti ve TKP tarafından CHP’nin ve sağcıların ortak adayına oy verme çağrısı yapmadığı ve buna karşı çıktığı için, Sosyalist Güç Birliği’ni zayıflattığı hatta sonunu getirdiği iddiasıyla suçlananın da Türkiye Komünist Hareketi olmasına insan aslında şaşıramıyor.
Ancak Sosyalist Güç Birliği’nin bir ittifak olarak seçime girmesine karşın birlikte tek bir seçim çalışması yapmaması, tek bir miting, tek bir siyasi çıkış göstermemiş olması, bunun engellenmesi tarihe kalmış sayılabilir.
Ama tarihin bize gösterdiklerini unutmamak gerekir. Bu açıdan, CHP gündemi açıldığında unutulmaması gereken 1970’lerin sonunda %50’lere varan bir oy oranına ulaşan “Karaoğlan” Bülent Ecevit’in bir cephe unsuru sayılan CHP’sinin sola kaymasında esas olanın büyük ve güçlü bir işçi sınıfı hareketi ve buna dayanan güçlü bir sosyalist siyaset olduğunu unutmamak gerekir. Ama o gün solda gözükmeye özen gösteren CHP’nin bile esasında Ecevit’in en büyük övüncü saydığı “Türkiye’ye komünizmin gelmesini engellemiş olmak” için sola kaydığını hep akılda tutmak gerekiyor.