“Yetmez ama evetçiler”le yeni sentezlenme: Liberal virüs HDP Kongresi’nde hortladı
Kamil Tekerek
Genel anlamda Kürt siyasi hareketinin, özelde ise HDP’nin liberallerle ilişkisi ya da HDP’de cisimleşen liberal ulusalcı sentez bizler açısından yeni bir olgu değil. HDP’nin Temmuz ayı başında düzenlediği Kongresi’nde oluşturulan Danışma Kurulu’nda Türkiye’nin namlı liberalleri ve yine bu çizgide yer alan bir dizi isim bulunuyor.
Göründüğü kadarıyla, oluşturulan Danışma Kurulu basit bir istihdam alanı olarak kurgulanmamış. Ya da en azından liberaller açısından bunun böyle olduğunu söylemek pek mümkün olmayacaktır. Ortada yıllardır yürüyen bir misyon vardır ve önümüzdeki dönem HDP üzerinden yapılacak açılımlar için böylesi bir Danışma Kurulu tercih edilmiştir.
Çelişkili boyut ise çok açık. Geçmişte AKP iktidarı ile kol kola veren bu kesimler ve hatta rejim değişikliği konusundaki en kritik evrelerde bu desteği “Yetmez ama evet” tavrıyla koyanların HDP’nin Danışma Kurulu’nda ne işleri olduğu doğal olarak soru işareti yaratıyor. Çünkü Türkiye’de bir kesim HDP’den umutlanırken ya da oy verirken, ağırlıklı olarak bu partinin AKP karşıtı pozisyonda yer almasını önemsiyor ve o yüzden destek veriyor. Hâl böyle olunca, HDP liberaller ile yeni bir sentezlenmeye gidince sorular ve eleştiriler artıyor doğal olarak.
Ancak bu durumun bir yerden sonra çok da şaşırtıcı olmadığını, özellikle HDP’nin Kürt siyasi hareketinin liberalizasyonunda özel bir yeri olduğunu ortaya koymak gerekiyor. Elbette bu süreç yeni başlamadı. Geriden bugüne kadar gelirsek, 1990’lı yıllarda “AB demokrasisinden” Kürt sorunu bağlamında beklentileri, bugün HDP tarafından devam ettirilen Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Cumhuriyet” açılımını, 2007 seçimlerinde “Bin Umut Adayları”nı, Ergenekon ve Balyoz sürecinde Kürt siyasi hareketinin kayıtsızlığını ya da “sonuna kadar gidilsin” tavrını, takriben iki yılda bir liberalleri ile yapılan “Barış” ya da “Demokrasi” bloğu açılımlarını, sermayeye karşı duruştan TÜSİAD ziyaretlerine dönüşü, anti-emperyalist yaklaşımdan emperyalizmle işbirliğine verilen onayı ve AKP iktidarı ile yürütülen “açılım süreçlerini” görmekteyiz. Liste uzatılabilir ya da ekler yapılabilir.
Bu açıdan bakıldığında HDP’de cisimleşen liberal sentezlenme ve güncel siyasette karşımıza çıkan olguların arka planının çok da zayıf olmadığını ve birkaç on yıldır adım adım örüldüğünü ifade etmek önem taşımaktadır.
Dolayısıyla, HDP’nin Kürt siyasetinin İkinci Cumhuriyet’e eklemlenme sürecinde liberalizm ve Kürt ulusalcılığının bileşkesinin şekillendiği yer olduğunu hatırlamak gerekmektedir. HDP’nin yanında liberaller için kurulan müştemilatın öncelikli anlamı buradan okunmalıdır.
Devrimciliğe hayır, liberal projeciliğe evet
Devam etmek gerekirse, Kürt siyasi hareketinin verili pozisyonu, gelecek için perspektif belirlemekte zorluklar olduğunu gösteriyor. Ortada elbette bir akıl mevcut ve HDP açısından gelişigüzel bir durum olduğunu söylemek fazla iddialı olacaktır elbette. Ancak Kürt siyasi hareketinin ve HDP’nin geleceğinin ya da Türkiye siyasetindeki pozisyonunun belirlenmesinde kim söz sahibi olacaktır? Avrupa mı, Öcalan mı, Demirtaş mı, Kandil mi, liberaller mi, Millet İttifakı mı, Cumhur İttifakı mı ABD mi, AB mi, Mithat Sancar ve Pervin Buldan mı…?
Demirtaş’ın açıklamalarına geçmeden önce Mithat Sancar’a bir göz atalım isterseniz. Sancar verdiği bir röportajda bir deneme yapıyor gibi görünüyor. Röportajda aslında çok yeni bir olgu bulunmasa da HDP’nin verili pozisyonunu algıda netleştirmek için önemli ifadeler kullanıyor Sancar.
Türkiye’nin tarihsel olarak birikmiş sorunları, kriz döngüleri içinde büyüyerek karşımıza çıkıyor. AKP iktidarı döneminde ise bu sorunlar çok daha ağırlaştı. Biz bu sorunların temel kaynağını tespit ediyor ve çözüm önerileri sunuyoruz. Ama çözüm sadece iktidarın değişmesindeymiş gibi sunulursa, eksik kalır. Kürt sorununu bu iktidarla sınırlayamayacağımız gibi, demokrasi, eşit yurttaşlık sorununun da tarihsel bir boyutu olduğunu unutmamalıyız. Aynı şekilde sürekli çeteleşmeler üreten, hukuk dışılığın hukuk alanını aşacak düzeyde genişlemesine yol açan devlet yapılanması da yapısaldır. 1990’larda benzer bir süreç yaşadık. Görece demokratik bir eğilim belirdiği anda, tarihin en ağır krizlerine yol açan çeteleşmeler, hukuk dışı uygulamalar baskın geldi. Aynı şey 2013-2015 çözüm süreci sonrasında da yaşandı. Diyoruz ki, çözüm için bu döngüye neden olan sorunun kaynağına inmeliyiz. Bunun için devrimci bir müdahalenin, her şeyi baştan sona değiştirecek bir yöntemin dışında da seçenekler olduğunu düşünüyoruz.
Mithat Sancar’ın devrimci müdahaleden ne anladığını biz bilemiyoruz. Ya da anladığımız kadarıyla bakarsak, Sancar düzenle Kürt siyasetinin uzlaşma kanallarının açık kalmasını istemektedir. Çünkü HDP açısından Kürt sorunu, kapitalizm ve sınıflar mücadelesi dışında bir sorun olarak görülmekte, kimlik siyasetine ve statü talebine indirgenmektedir. Bunun yolu “Demokratik Cumhuriyet” olarak gösterilirken, liberallerin projeciliği de desteğe yerleşmektedir.
Demirtaş konuşuyor, liberaller destekliyor ya da tersi
Siyasette sentetizm bazen bazı odaklarda fazlasıyla sırıtabiliyor. Devrimci siyasette neyse odur. Selahattin Demirtaş’ın yaptığı açıklamaların böylesi bir düzleme oturduğunu söylemek mümkün görünüyor. Örnek olarak, geçtiğmiz haftalarda Demirtaş tarafından yapılan ve PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesi gerektiğini söylediği açıklamasının hemen ardından 202 kişi tarafından bu açıklamaya verilen desteği hatırlayabiliriz. Burada yer alan isimler ağırlıklı olarak liberal cenahta yer alıyor ya da bu destek çalışmasını HDP’nin çiçeği burnundaki Danışma Kurulu’nun ilk faaliyeti olarak görebiliriz.
Tersi de geçerli, özellikle liberal yayın organlarında Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili girdiler artmaya başladığı zaman Selahattin Demirtaş cephesinden de sürekli bu konuyla ilgili açıklamalar yapılmaya başlanıyor. Benzeri bir durum 2021’in son aylarında ortaya çıkan “Üçüncü İttifak” tartışmalarında da gündeme gelmişti. Türkiye solunun HDP’ye eklemlenerek yeni bir ittifak kurulması gündem liberal basında gazlanmaya başlayınca, Demirtaş da açıklama yaparak Türkiyeli devrimcilere ve sosyalistlere “devletten kadro” fırsatını kaçırmamaları gerektiğini söylediği açıklamalara imza atmıştı.
Bir siyasi hareketin liderlerinden bir tanesinin cezaevinden partisinin siyasetine dair söz söylemesi ya da görüşlerini ifade etmesi elbette meşrudur ve dikkate alınmalıdır. Ancak bunların hepsinin yukarıda “sentetizm” olarak ifade ettiğimiz biçim ve içerikle yapılması işin garip boyutunu oluşturmaktadır. Yoksa, HDP’nin ya da Demirtaş’ın çizgisinin Türkiye devrimci hareketi açısından önemli bir yerde durmakla beraber, ancak örtüşmenin zorlukları olduğu genel olarak herkes tarafından bilinmektedir.
Kürt sorununda neyle mücadele edilmeli?
Türkiye’de sol hareketten Kürt siyasi hareketine transfer olan bazı çevreler açısından bugün temel mesele Türkiye solunun Kürt hareketinin çevresinde toparlanmasıdır. Ancak Kürt siyasetinin liberallerin çevresinde toparlandığını ya da Kürt siyasetinin liberal bir kuşatma altında olduğunu görmezden gelirseniz esas atılması gereken adımlar konusunda boşa düşersiniz. Çünkü liberaller piyasacıdır, özgürlükler adı altında siyasal İslâm’a ve laikliğin tasfiyesine destek vermişlerdir ve emperyalizmin Türkiye’deki birinci elden temsilcisidirler.
O açıdan bunları görmezden gelerek yapılan yorumların ve HDP’nin liberalizasyonunu eleştirenlere kafa tutmaya çalışan “geçmişin namlı” solcularının Kürt siyasi hareketine olan kayıtsız şartsız biatlarının altı boştur.
Çok açık bir şekilde Kürt sorununu bugün Türkiye’de sorun yapan temel olgular, sermaye düzeni ve emperyalizmdir. Bunları yok sayarak merkeze devleti koyup, bunun sınıfsal, iktisadi ve siyasal anlamını el çabukluğuyla yok ederek Kürt meselesine dair yapılan değerlendirmelerin kapısı liberalizme çıkıyor. Emperyalizm bahsi de benzerdir. Bu anlamda Kürt siyasi hareketi neyle ve nasıl mücadele edeceği konusunda önemli bir değerdirmede bulunmalıdır. Görünen haliyle Kürt hareketinin siyasi ve ideolojik koordinatlarının önemli noktaları liberalizm tarafından teslim alınmış gibi görünüyor. Bunu tersine çevirmek içinse mücadelenin sınıfsal boyutunu yükseltmek, Kürt emekçilerinin kurtuluşu yolunda bir siyasi hattı inşa etmek önem taşımaktadır. Türkiye sosyalist hareketinin güncel görevleri arasında bu da yer almaktadır.