Ukrayna, Nazizmin Diriltildiği Topraklar
Çağlar Tekin
Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaş, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından eski birlik ülkelerinde yaşananlara ışık tutması açısından kritik bir gösterge anlamı da taşıyor.
Sovyetler Birliği’nin çözülmesi süreci, birliğe dahil her ülkenin kendini yeniden tanımlaması, bu süreçte de yeni ideolojik argümanların yaratılması anlamına da geldi.
İki ülkede de milliyetçilik yükselirken, bu durum Ukrayna’da yakın geçmişin izlerini de taşıdı.
Yazıda, hem Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından iki ülke arasındaki ilişkileri ve bunda etkili olan dinamikleri, hem de Ukrayna’da bugün egemen olan neo-nazizmin köklerini ele almaya çalışalım.
İki ülke arasında Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından ilk kriz Karadeniz Donanması’nın bölüşülmesi başlığında ortaya çıktı. İki ülke de donanmanın kendisine ait olduğunu iddia ederken, bu başlıkta resmi kararnameler yayınladı.
Moskova ve Kiev’in bu başlıkta yaptığı görüşmeler krizi çözmese de 3 yıllık ortak yönetim anlaşması ile öteledi. Ancak öteleme Odessa açıklarında çatışmanın eşiğine kadar gelinmesini de engellemedi.
Bu gerilimin ardından yapılan görüşmeler, donanmanın ortak idaresi süresinin uzatılması ve Karadeniz’deki en büyük liman olan Kırım’ın ortak işletilmesi kararı ile sonuçlandı. Bu anlaşma daha sonra yenilenerek 2017’ye dek uzatıldı ve sonrası için 10 yıllık aralıklarla yenilenme kararı alındı.
İlişkiler 2001’e kadar sorunsuz ilerlerken, Ukrayna’nın bir Rus yolcu uçağını yanlışlıkla vurması ile yeniden gerilse de uzlaşı yolu bulunabildi.
“Turuncu Devrim” ve kırılma
2000’li yıllar ise ilişkilerde bir kırılma dönemi oldu. 2004 seçimlerine Rusya ile güçlü ilişkileri olan Viktor Yanukoviç ve Batı’yla güçlü ilişkilere sahip Viktor Yuşçenko’nu rekabeti damgasını vurdu. Seçimleri Yanukoviç kazansa da, Yuşçenko sonuçlara itiraz etti.
Yuşçenko’nun taraftarlarını Kiev’de toplanmaya çağırması ile gerilim yükseldi. Ayaklanma, Batı’nın eski Sovyet Cumhuriyetleri’nde yönetim değişikliklerini desteklediği süreçte Yuşçenko’nun partisinin renginin turuncu olması sebebi ile “Turuncu Devrim” olarak isimlendirildi.
Yuşçenko’nun girişimi başarılı oldu ve seçimlerin yenilenmesi kararı alındı. Yenilenen seçimlerde Yuşçenko galip çıktı, Yanukoviç’in sonuçlara itirazı ise karşılıksız kaldı.
Böylece Ukrayna’da Batı yanlısı dönem başladı. Hızlanan özelleştirmeler, piyasa egemenliğinin artması ülkede yoksullaşmayı hızlandırırken, 2010 seçimlerinde yeniden aday olan Yanukoviç bu sefer itiraza yer vermeyecek bir biçimde seçimlerden galip çıktı. Avrupa Birliği temsilcileri dahi bu sefer sonuçlara itiraz edemedi.
Yanukoviç’in başkanlık döneminin ilk yılları sükunet içinde geçse de ekonomide bir takım toparlanmalar yaşansa da, 2013’te Avrupa Birliği ile daha önce imzalanmış olan ortaklık anlaşmasını askıya alınması ve İMF’nin ekonomik programının uygulanmayacağının açıklamasının ardından sokaklar yeniden hareketlendi…
Bu sefer sokağın egemenliği neo-nazilerin elindeydi. Eylemlere başlangıç döneminde destek veren toplumsal kesimlerin hızla evlerine dönmelerinin ardından silahlı neo-nazi örgütler ile güvenlik güçleri arasında sert çatışmalar yaşandı. Artık “Maidan Eylemleri” tüm dünyanın gündemindeydi. Bu süreçte yaşanan iki gelişme ülkenin geleceğini değiştirdi.
Maidan’da darbe kıyımı
İlki, Maidan eylemcilerinin üzerine ateş açılması, ikincisi de aynı dönemde Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in konvoyuna yapılan silahlı saldırıydı.
Maidan saldırısını Yanukoviç’in organize ettiğine olan inanç ve 106 kişinin bu saldırılarda hayatını kaybetmesi, Başkan’ın ülkeyi terk etmesine sebep olacak bir öfkeye yol açtı.
Yanukoviç Rusya’ya sığınırken, Kiev’de yönetim artık Batı yanlılarındaydı.
Sokakta ise neo-nazilerin egemenliği ortaya çıktı. Parlamentoya, Hitler’in Ukrayna’daki müttefiki Stepan Bandera’nın dev posterlerinin asılması, bugün Ukrayna Ordusuna dahil edilen neo-nazi örgütlerin sokaklarda yaptıkları kutlamalar, Rusya kökenlilere yönelen şiddet…
Bu dönemde Rusça konuşmak yasaklanırken, sokaklardan ve caddelerden Rusça isimler kaldırıldı, hatta Tolstoy gibi Dostoyevski gibi dünyaca ünlü yazarların kitapları Rus kökenli oldukları gerekçesi ile eğitim müfredatından çıkarıldı, okunmaları yasaklandı.
The Ukrainian Week, 2014 yılı içerisinde ülke genelinde 376 Lenin heykelinin yıkıldığını bildirirken, Sovyetler Birliği’nin nazizme karşı verdiği Anavatan Savunma Savaşı’nda yer alan isimlerin heykelleri yıkıldı; sokakların, caddelerin isimleri de değiştirildi… Sözkonusu cadde ve sokakların isimlerinin bir kısmına Ukraynalı nazilerin isimleri verilirken, ülke nazizminin lideri Bandera “Ulusal kahraman” ilan edildi.
Maidan’da yapılan saldırıların sebebi de bu dönemde ortaya çıktı. 106 kişinin öldüğü keskin nişancı saldırılarında yer alan Gürcü bir saldırgan, infaz edilmek istenirken kaçtı ve Belarus’a sığınarak itirafçı oldu. Saldırıların ABD ve AB tarafından desteklenen neo-naziler tarafından organize edildiğini ve kendilerine bunun için yüklü ödemeler yapıldığını itiraf etti.
Kırılma yaratan katliam
Rusya kökenlilere yönelen şiddet, bu nüfusun ağırlıkta olduğu doğu bölgelerinde geniş tepki ve korku yarattı. Saldırıların doruk noktası ise Odessa’da neo-nazilerin saldırılarından kurtulmak için bir sendika binasına sığınan 48 kişinin diri diri yakılarak öldürülmesi oldu…
Donbass ve Kırım Yarımadası’nda başlayan eylemler bağımsızlık talebine dönüştü. İç çatışma alevlendi. 3 Mayıs 2014’te Odessa katliamı yaşanırken, 12 Mayıs’ta Donbass bölgesinden bağımsızlık ilanı geldi.
Bu esnada Kırım da referandumla Rusya’ya bağlanma kararı aldı. BBC gibi batılı medya kuruluşlarının yakından takip ettiği referandum sürecinde insanların dilinde “Faşistleri istemiyoruz” sloganı vardı. Sivastopol’un da sonradan eklenmiş olduğu referandum sürecinde yüzde 97’ye yakın bir oranla Rusya’ya bağlanma kararı alındı.
Böylece 1954 yılında Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Kruşçev’in kararı ile Rusya’dan ayrılarak Ukrayna’ya bağlanan Kırım, Putin’in onayı ile yeniden Rusya’ya bağlandı.
Uzlaşı arayışları
Bugün tartışılan Donbass sorunu ise ilk Minsk Anlaşmasına götürüldü. Doğu’da baskının artması üzerine Donbass bölgesi hareketlendi. Neo-nazi birlikler bölgeden çekilirken, valilik binaları halkın eline geçti. Kiev’in saldırıya geçmesi üzerine çatışmalar başladı. Birleşmiş Milletler’in rakamlarına göre Kiev’in 2014’te başladığı saldırılarda, Rusya’nın müdahalesine kadar 14 binden fazla insan öldü. Ancak bu rapor bölgede yaşanan katliamı ortaya koymaktan da uzak kaldı. Zira BM, araştırmalarını katliamın yaşandığı Donbass bölgesinin sadece bağımsızlık ilan eden Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri’nin kontrol ettiği kısımda yapabildi. Kiev yönetimi kontrol ettiği bölgede katliama ilişkin araştırma izni vermedi. BM araştırmasının yapıldığı alan, katliamın yaşandığı bölgenin hemen hemen 3’te 1’i ile sınırlı kaldı. Yapılan katliamın boyutu bu sebeple henüz tam olarak ortaya çıkarılamamış olsa da, neo-nazilerin saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısının 30 binden fazla olduğu düşünülüyor.
Yeşeren barış umudu
Belarus’un başkenti Minsk’te başlayan görüşmeler 5 Eylül 2014’te anlaşmaya dönüştü. İlk Minsk Anlaşması ile çatışmalar hafifledi… Anlaşma, şiddetin sona ermesini sağlamayıp Kiev saldırılara devam ederken, bir yıl sonra 2. Minsk Anlaşması imzalandı. Çatışmalar tamamen durmasa da bu sefer büyük oranda sessizlik sağlandı. ABD’de Joe Biden’ın iktidara gelmesi ve yeni Rusya stratejisi üzerine bölgede çatışmalar yeniden alevlendi…
Kullanışlı tarihi aparat: Nazizm
2014’te gerçekleşen Miadan darbesinin ardından şiddetlenerek devam eden saldırılar ve Kiev rejiminin aşırı sağcı niteliğinin tarihi, uzun süreli siyasi dönüşümün bir sonucu ve kökenleri 2. Dünya Savaşı öncesine kadar dayanıyor.
Ukrayna yönetimine aşırı sağcı ve Sovyet/Rus karşıtı karakterini kazandıran tarihsel figürler bugün ‘ulusal kahraman’ olarak isimlendiriliyor. Bu isimlerin en önemlisi ise 2. Dünya Savaşı sırasında Kiev’de Hitler’in müttefiki liderliğini yapan Stephan Bandera. Kiev yönetiminin yeni tarih yazımında kullandığı diğer liderlerin ortak noktaları da aşırı sağcı ideolojiye sahip olmaları.
Ukrayna’da nazizmin kökleri
Bugün Ukrayna olarak bilinen coğrafya, Çarlık döneminde birden fazla bölge olarak anılıyordu. Ancak Çarlık’ta yükselen milliyetçiliği bilinen ilk örneği olan “Kara Yüzler” bu coğrafyada da etkinlik kazandı… Kara Yüzler’in ardından Çarlık coğrafyasında etkili olan Rusya Nasyonal Sosyalist Partisi, Pamyat gibi örgütler de bu akıma eklendi.
Çarlık’ın devrildiği ve devrim sürecinin ilerlediği dönemde Simon Petlura liderliğinde Ukrayna Halk Cumhuriyeti kuruldu… Petlura liderliğinde Ukrayna’ya egemen olan aşırı sağcıların 1917-21 arasında kurdukları egemenlik esnasında 50 bin kadar Yahudiyi katlettiği tahmin ediliyor…
Mevcut Ukrayna yönetimi, 2017 yılında ülkenin batısında yer alan Vinnitsa’ya aşırı sağın ilk büyük katliamının mimarı Petlura’nın heykelini dikti. Heykelin açılış töreninde konuşan Bölge İdare Başkanı Valery Korivy, aşırı sağcı liderin Sovyetler Birliği tarafından itibarsızlaştırılmaya çalışılan Ukrayna vatanseverlerinin öncüllerinden olduğunu söyleyerek Kiev’in yeni tarih yazımının önemli halkalarından birisini döşüyordu. Bu halkaların gerisi de gelmekte gecikmedi.Petlura’nın Başkent Kiev dahil bir dizi kente de heykelleri dikildi ve anısına plaklar çıkarıldı.
Aşırı sağ için yeni dönem: 2. Dünya Savaşı
Ukrayna’da aşırı sağın veya adlı adınca nazizmin yükseldiği ikinci dönemse 2. Dünya Savaşı öncesine tekabül eder. Almanya’da Hitler’in egemenliği, İtalya ve İspanya’da iktidara yürüyen faşizm, eski kıtanın tamamında aşırı sağa ilgiyi de artırdı.
Bu döneme damgasını vuran Ukrayna Milliyetçiler Örgütü, başta kurulduğu coğrafya olmak üzere Polonya, Romanya ve Çekoslovakya’da çok sayıda katliama imza attı.
Örgüt Naziler adına ülkede faaliyet yürütürken, Sovyetler Birliği ile savaşacak tüm güçlerle ittifak kuracağını da ilan etmişti. Bu örgütün ideolojik lideri de Dmitri Dontsov’du. Dontsov’un şiddetin politikanın ana aracı olması gerektiğine ilişkin görüşleri bu dönemde Ukraynalı nazilerin daha kanlı bir dönem yaratmasının da teorik altyapısını oluşturdu.
2014’te NATO desteği ile gerçekleşen neonazi darbenin ardından Dontsov da unutulmadı “onuruna” ödüller verilen isimlerden, ulusal kahramanlardan birisi ilan edildi..
Ukrayna nazizminin tarihi önderi: Bandera
Ukrayna’da nazizmin tarihi önderi Stepan Bandera, işte bu dönemde, 2. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde sahneye çıktı… Bandera, Alman Nazi Partisi ile ittifak kuran Ukrayna Milliyetçiler Örgütü’nden ayrılan Nachtigall Taburu’na öncülük etti. Tabur, Alman Nazilerin esir aldığı Sovyet askerlerine yaptıkları işkenceler ile Sovyet coğrafyasında duyurdu ismini. Ayrıca, Polonya ve Ukrayna’da Yahudileri hedef alan katliamların da baş aktörlerinden oldu.
Örgütün 100’den fazla pogroma imza attığı biliniyor. Ancak bu rakamı 150’ye kadar çıkartan kaynaklar da mevcut. Bandera liderliğinin katliamları sebebi ile 100 bin kadar Yahudinin katledildiği düşünülüyor.
Bandera’nın kaderi ise güvendiği dağlara kar yağması ile örüldü. Hitler, Bandera’yı bağımsızlık ilan etmesi sebebi ile cezaevine attı ve örgütünü de lağvetti.
Ancak, Hitler’in Bandera’yı anımsaması uzun sürmedi. Nazilerin Sovyetler Birliği’ne karşı Stalingrad direnişi karşısında hezimete uğramasının ardından serbest kalan Bandera, bu dönemde 100 bin kadar Yahudi, partizan ve Sovyet askerini katletti. Bu dönemde Bandera’nın yeni örgütünün ismi “Ukrayna İsyan Ordusu” oldu.
Bandera, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Batı bloğunun kullandığı binlerce naziden birisi oldu. Ukrayna’da nazizim damarının diri tutulması Batı bloğu için hayatiydi. Hitler’in Sovyetler Birliği’ni yenememesinin ardından, naziler bu sefer de Sovyetler Birliği’ne bağlanan yeni cumhuriyetleri karıştırmak için kullanılacaktı. Ancak KGB 1959 yılında Münih’te Bandera’yı infaz ederek bu perdeyi kapattı.
Ancak bu dönemden sağ çıkan Bandera’nın yardımcısı Stetsko, ABD Başkanı Ronald Reagan tarafından 1983’te Beyaz Saray’da ağırlandı ve “mücadeleniz, mücadelemizdir” övgüsü aldı. Bu destek, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ardından yaşanacak neonazizimin yükselişinin de anahtarlarından oldu…
Çözülüş ve neo-nazizmin yükselişi
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından sahneye çıkan neo-nazi yapılanmalar, 2004 yılındaki renkli devrim ve 2014’teki Maidan darbesinin ardından daha da güçlendi ve Ukrayna’yı NATO’nun Rusya’yı çevreleme stratejisinin önemli bir üssü haline getirmek için atılan adımlarda önemli roller üstlendi. Bu başlıkta oynadıkları en büyük rol, ülkede çözülüşün ardından yaşanan büyük yağma sürecinde, çözümün iktidarın Batı yanlılarına geçmesinde olduğuna toplumsal iknayı sağlayan huzur bozuculuktu.
Bu gelişmelere paralel olarak Ukrayna, 2 Aralık 1991 tarihinde imzalanan AB-Ukrayna Deklarasyonunu kabul etti. Yine Ukrayna, 1994 yılında AB ile siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarında ortaklık ve işbirliği anlaşması imzalayan ilk eski Sovyet Cumhuriyeti oldu. Ukrayna’nın SSCB sonrasında çizdiği bu yeni rota, başta yer altı kaynakları olmak üzere Ukrayna’nın uluslararası şirketler aracılığıyla sömürüye açılmasının önemli adımlarıydı.
Neo-nazilerin ana rolde sahneye çıkışları ise Yanukoviç’in IMF ile anlaşmayı bozması ve 21 Kasım 2013’te AB ile ortaklık sürecini askıya almasının ardından oldu.
Maidan darbesi
Ukrayna’da 8 Aralık 2013 tarihinde, Kiev’deki Lenin heykelinin yıkılması, Ukrayna’nın bir daha asla eskisi gibi olamayacağının sembolü de oldu… Batı medyasında ‘yolsuzluk karşıtı’ olduğu iddia edilen eylemlerin başrolünde neo-nazilerin olması ve eylemcilere karşı düzenlenen silahlı saldırıların ardında da neo-nazilerin olduğuna ilişkin ortaya çıkan veriler yeni bir dönemin de açılışıydı. Bugünden bakıldığında ülkede özellikle güvenlik aygıtında sağlanan egemenlik ve rejimin ana ideolojisinin neo-nazi motiflerle örülmesi kritik bir dönemin, faşizmin yeni yükselişinin de sembolü oldu.
Ülkede 1991 yılında kurulan Sosyal-Milliyetçi Parti, Batı’nın içini boşalttığı ‘özgürlük’ kavramına sığındı, daha sonra aynı anlamı taşıyan ‘Svoboda’ ismini aldı.
Ukrayna’da 2002 yılında kurulan ve daha sonra Azov Taburu’na dönüşen ‘Trizub’ isimli (Aynı zamanda Petlyura’nın çıkardığı haftalık derginin adı) örgütü kuran, 2011’de yandaşlarıyla Lenin heykelini patlatınca hapse atılıp Maidan darbesinden sonra serbest bırakılan ve parlamentoya giren neo-nazi Andrey Biletskiy, Maidan rejiminin karakterini en iyi yansıtan simgelerden biri haline geldi.
Maidan eylemlerinin uluslararası alandaki en büyük destekçisi ise ABD oldu. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Victoria Nuland, eylemler devam ederken Ukraynalı eylemcilere kurabiye bile dağıttı. Nuland, Şubat ayının ikinci yarısında Ukrayna’da çok sayıda biyolojik silah tesisi kurduklarını ABD Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmada itiraf etmesi ile de yeniden gündeme geldi.
Maidan darbesinin ABD tarafından neden bu kadar çok desteklendiğinin bir diğer önemli göstergesi ise, ABD Başkanı Joe Biden’ın oğlu Hunter Biden’ın, ülkenin en büyük enerji şirketi Bursima’nın yönetim kuruluna alınmasıydı.
Hunter Biden’ın ismi, Rusya’nın yayınladığı yasa dışı biyolojik silah tesislerinin finansmanında da yer aldı. Rusya’nın ele geçirdiği belgelerde yer aldığını açıkladığı bilgilere göre, Hunter Biden’ın yönetimindeki “sivil toplum örgütleri” üzerinden biyolojik silah üretimi için 2.4 milyar dolarlık bir kaynak aktarılıyor ve ülkenin 14 ayrı kentinde, 30 ayrı biyolojik silah üretim tesisi kuruluyordu…
Ukrayna’nın Maidan darbesiyle yeniden şekillendirilmesi, Batı’nın “Rusya’yı çevreleme” stratejisinin çok önemli bir ayağı da neo-naziler eliyle inşa ediliyordu…
Ülkede neo-nazizmin yükselişi, Rusçanın kamusal alanda yasaklanması, Tolstoy gibi Rus yazarların eserlerinin eğitim müfredatından çıkartılması, Bandera gibi çok sayıda aşırı sağcı liderin resmen “Ulusal Kahraman” ilan edilmesi gibi bir dizi alanda etkisini gösterdi… Bu başlıkta yaşanan en kritik gelişme ise neo-nazi örgütlerin Ukrayna Ordusu’nun parçası ilan edilmesi ve Savunma Bakanlığı’nın büyük oranda bu güçlere devri oldu. Ayrıca ülkenin en büyük üç partisinden birisi olan Komünist Parti’nin yasaklanmasını, diğer sosyalist örgüt ve partilerin yasaklanmaları izledi. Odessa’da yaşanan katliam da bunun doruk noktalarından oldu.