Türkiye’nin Deprem Gerçeği
17 Ağustos depreminin üzerinden 23 yıl geçti. Unutulunca olmayacağına inanılan, tuhaf bir durum yaşanıyor depremle ilgili. Ülkedeki sorumlu
ve yetkililer örneklerini fazlaca gördüğümüz üzere “nasıl olsa geçiştirir” havasındalar. Ülkesine ve halkına sorumlu hissedenlerse bir şeyler yapmaya, depremi unutturmamaya ve gerekli önlemlerin alınmasını sağlamaya çalışıyor.
Bu bağlamda Derin Uğultu belgeselinin yönetmeni Ozan Turgut ile ve Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Sami Teymurtaş ile söyleştik…
‘Deprem söz konusuysa her an geç kalınmış demektir’
Ozan Turgut
Derin Uğultu belgeselini Türkiye’nin deprem gerçeğine dikkat çekmek için hazırladınız. İnsanların unutarak, sanki olmasını önleyeceğine inandıkları bir olay. Siyasiler de yurttaşlar gibi yaparak doğal afetleri önleyebileceklerini sanıyorlar. Oysaki yer bilimciler özellikle Marmara bölgesine büyük bir depremin yaklaştığını söylüyor.
- Film sürecinden bahsedebilir misiniz, nasıl gelişti, nereden doğdu?
Film süreci uzun bir süreç, bir gecede aklınıza gelmiyor. Özellikle de belgesel film, uzun bir hazırlık dönemi geçiriyor. Öncelikle yaşamış olduğunuz ve tanığı olduğunuz olaylar sizi tabi ki daha çok etkiliyor. Genç yaşlarda 1992 Erzincan Depremini yaşadık. Ardından 1995 Dinar Depremi, Adana Depremi 1998, 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi, hemen 3 ay sonrasında Düzce Depremi, 2011 Erciş ve Van Depremleri… İran’ın Hoy kentinde 2020’de deprem oldu, Van’ın Özpınar köyünde 8 kişi öldü. Köye gittim, belgeselde de görüntüleri var, köy yerle bir. Biz gittiğimizde depremin üzerinden 3-4 ay geçmişti, insanlar kendi imkanları ile kalıcı konut yapmaya çalışıyor. Maalesef ki yine başına yıkılan ev gibi, çünkü imkanları ona yetiyor. En tazesi 2021 Sisam Adasında olan 4,7 büyüklüğündeki depremde, İzmir’de 12 bina çöktü, kilometrelerce ötede hepimiz canlı canlı izledik. Yani esasında bu kadar sık aralıklarla olan bir olayı biz nasıl bu kadar çabuk unutuyoruz hala şaşırıyorum. Hadi biz unutuyoruz ama ya unutmaması gereken kurumlar, kuruluşlar, yerel yönetimler, üniversiteler, hükümetler, devlet nasıl unutma yolunu seçiyor bunu anlamıyorum. İşte bu duygular ve bu kafamın içindeki “derin uğultu”lar rahat bırakmadı. Rahat bırakmadı çünkü birçok depremin haber ya da belgesel olarak içinde çalıştım, çekimlerini yaptım, acıları dinledim. Dinlemenin veya tekrar tekrar şiddetin üretildiği bir film yapmak istemedim. Bu belgesellerden yüzlerce yapıldı. Her deprem sonrası ben biraz daha sorun ve çözümü konuşmak istedim, duymak isteyen kulaklar ve görmek isteyen gözler için. Film sürecinin başında, Jeoloji Mühendisleri Odası 17 Ağustosun 21. yılında farkındalık yaratmak için kısa bir film yapar mısın önerisi ile geldiler. Ben de senaryolarını yazarak kurmaca 3 kısa film hazırladım. Erdal Özyağcılar, Haluk Levent, Ayçe Abana, Sedef Kabaş, Bilge Işık veMetin Uca’nın rol aldığı, katkı sunduğu bu filmlerde ana tema 21 yıldır hiçbir şey yapılmadığı idi. Bu filmler o dönem ekranı olan tüm toplu taşıma araçlarında ve dijital platformlarda gösterildi. Buradan gelen olumlu tepkilerden, Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, farkındalık için ne yapabiliriz sorusunu güçlü bir şekilde sormaya başlayınca, önce Oda Başkanı Sami TEYMURTAŞ ve Murat YILMAZ’a yapmak istediğim belgeseli anlattım. Bunun üzerine oda yönetimi ve TMMOB JMO Genel Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin ALAN’nın da bulunduğu geniş katılımlı bir toplantı daha yapılarak filmi ana hatları ile konuştuk. Proje böylelikle hayata geçmeye başladı. JMO İstanbul Şubesi olmasaydı belki bu “derin uğultu” kafamın içinde uğuldayacaktı. Umarım şimdi izleyenlerin kafasında uğuldamaya başlar. Bu filmin en büyük zorluğu pandemi dönemi olmasıydı belki de. Çekimi ve kurgusu 2 yıl sürdü. Burada belgesele çok büyük katkı sunan Murat YILMAZ’dan sonra, akademik çalışmalarının arasında mesleki alanı olduğu için filmin ikinci danışmanı ve kurgucusu olan, her daraldığımda beni yeniden motive eden, röportajlarda bilfiil yanımda bulunan eşim Özge Karslıoğlu Turgut’a da teşekkür etmek isterim. Bir de tabi oyun zamanından çaldığım, baba yine mi deprem filmi yapıyorsun, diyen kızım Başak Turgut’a da…
- Filmde İzmit’ten, Adapazarı’ndan, Van’dan depremzelerle görüştüğünüzü görüyoruz. Çok etkileyici sahneler. Bu görüşmelerinizle ilgili süreci biraz aktarabilir misiniz?
Çok mutlu olarak görüştüğümü söyleyemem, çünkü hepsi sizde ayrı ayrı yaralar ve dertler açıyor. Belgesel sinema biraz böyle, dert edindiğiniz sorunların peşinden giden bir ömür. Filmde özellikle kullanmadığımız röportajlarımız çok, çünkü çok acı, çok sert hikâyeler var. Eminim ki o görüntüleri, o acı dolu hikâyeleri kullansaydık şimdi bu film daha fazla konuşulur ve daha fazla görünür olurdu ama amacımız ne şiddeti yeniden yaşatmak ne de insanlara acılarını tekrar tekrar hatırlatmak. Onun için çok sıkı tartışmalar yaşadık, filmde neyi kullanıp neyi kullanmayalım diye.
Van’da Özpınar Köyünde röportajlar bitmiş, çocuklarla biraz koşturup oynadıktan sonra konteynerlerin gölgesinde köy sakinleri bize çay ikram ettiler. Çay içerken amcanın bir tanesi “Çocuklar çok mutlu oldular sizle koşturdukları için ama biliyor musunuz o biraz önce oynadığınız çocuklardan bazıları belki öbür baharı göremeyecek, çünkü soğuk bu konteynerlerde hastalanacaklar” dedi. Amca, bahar sıcağında buz gibi yaptı her şeyi, elimdeki çay bardağı bile elimi yakmıyordu. Çünkü öyle bir gerçeklikle yüzleşmek, öğretilmiş bir çaresizliğin içinde olmak, çözüm bulamayınca ölümü bile kabullenmek. Amca devam etti, “Burada kış çetin, çoğu zaman -21, -18’lerde geçer, su donar, kar eritilir, hayvanların ısısından yararlanalım diye evlerimizin duvarı ahırla bitişiktir, şimdi konteyner evlerde bunu nasıl yapacaksın, yaz ayında bile elektriğe biraz yüklenelim trafolar arıza veriyor, onun için bu çocukları çok zor bir kış bekliyor”. Acımızı katmerleştirerek döndük.
- Filmde birçok uzmanla görüşme yapıyorsunuz, sizin genel izleniminiz nedir Türkiye’deki deprem politikasına ilişkin? Belgeseli hazırlarken yararlandığınız verilere baktığınızda, yaşanan büyük yıkımdan dersler çıkartılabildi mi? 23 senelik süreçte gerekli önlemler alınabildi mi?
Filmde evet, çok uzmanla görüşme yapıyoruz ama tam istediğimiz röportajları da yapabilmiş değiliz. Çünkü biz bu belgeselde tüm paydaşların konuşmasına çok önem verdik. Fakat bu işte iktidar tarafı zayıf kaldı, çoğu isim röportaj teklifimizi kabul etmedi, edenler iptal etti. Hatta çekim seti kuruldu, kamera karşısına geçti ve kamera açılmadan röportaj vermekten vazgeçenler oldu. Bazı röportajları biz iptal etmek durumunda kaldık, çünkü karşısında ona cevap verecek bir denk muhatabını bulamadık. Bu siyasi ve yerel yönetimlerde başımıza geldi daha çok. En açık yüreklilikle konuşan ve öyle olması gereken akademiklerimizle yola devam ettik. Buna 23 yıl diye bakmamak gerekiyor, evveliyatı var, yani durum daha vahim. Hesabı sadece ülkeyi yöneten erke kesemiyorsunuz. Toplumun bilgisizliği, kolay para kazanma kültürü, bana bir şey olmaz duygusu, çaresizliği, eğitimin kötü oluşu, denetleme mekanizmasının yeterli olmayışı. Devlet memurlarının “benim memurum işini bilir” mantığını bu kadar içselleştirmiş olmaları, hepsi bir bütün. Bir hocamız imar affı üzerine diyor ya, bence her şeyi özetliyor. “Siyasetçi imar affını oy kazanmak için kullanıyor, seçmen de gecekondusunu ya da uygun olmayan binasını ranta dönüştürüyor ama kaybeden ülke oluyor”.
Açıkçası umudum yok, bir kandırmacadır gidiyor. Depremi sadece yıl dönümlerinde hatırlayıp geçiştiriyoruz. Şimdi diyorlar ki ilkokullarda, anaokullarında deprem eğitimleri verelim. Verilsin tabi ki ama sanki büyükler, yasa koyucular, yerel yönetimler üzerlerine düşen bütün işleri doğru şekilde yapmışlar, sorun çocuklarda. Her şey göstermelik maalesef bizim ülkemizde. Yine bir hocamız filmde söylüyor, yerel yönetimler arama kurtarma ekibi kuracağına, birincil görevi olan bina denetimlerini doğru yapsın. Verilen mesaj, “siz depremde bina altında kalırsanız biz belediye olarak sizi orada bırakmayız ölü veya canlı bir şekilde çıkarırız”. Çözüm çok basit, çocuklarımızı eğitmeye vaktimiz yok, bu satırlar okunurken bile deprem olabilir, onun için deprem söz konusuysa her an geç kalınmış demektir. Biz bir belgesel için bu kadar önemli hocalara ulaşabiliyoruz. Yasa koyucular, yerel ve genel yönetimler ise yıllardır sadece dinliyor, dinlediklerini eyleme geçirmek için ise süreleri her geçen saniye daralıyor.
‘1999 öncesine göre kentlerimiz depreme daha dayanıklı değildir’
Sami Teymurtaş
1999 İzmit depreminden 23 sene geçti. Belgeseli hazırlarken yararlanılan verilere baktığınızda, yaşanan büyük yıkımdan dersler çıkartılabildi mi? 23 senelik süreçte gerekli önlemler alınabildi mi?
17 Ağustos 1999’da meydana gelen Kocaeli Depreminin, diğer bir deyişle büyük Marmara yıkımının 23. yılındayız. 14,5 milyon insanın yaşadığı 9 ili etkileyen deprem sonucu 18.373 vatandaşımız ölmüş, 48.901 vatandaşımız yaralanmış, 505 vatandaşımız sakat kalmış, 96.796 konut ve 15.939 işyeri kullanılamaz hale gelmiştir. Merkez üssü İstanbul’a yaklaşık 120 km uzaklıktaki bu depremde İstanbul’da 981 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, Avcılar`da 1823 konut ve 326 işyeri kullanılamaz hale gelmiş, İstanbul genelinde yaklaşık 4000 bina ağır hasar görmüştür.
Yapı üretim süreci, mevcut yapı stoku, kentleşme ve imar politikaları, afet sonrası planlamanın eksikliği ve yetersiz mevzuat Türkiye’yi 1999 depremine taşıyan tablonun ana unsurlarını oluşturmuş, ülkemiz 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999’da iki büyük yıkımla karşı karşıya kalmıştır. 1999 depreminden 12 sene sonra meydana gelen Van depreminde yine büyük bir yıkımla yüz yüze gelmemiz ise olumsuzlukların varlığını korumaya devam ettiğinin birinci dereceden kanıtı sayılmalıdır. İşin doğrusu, her 17 Ağustos’ta kamuoyuyla aynı sorunları paylaşıyor olmanın yarattığı kısır döngüyü aşma sorumluluğu, sorunları dile getirenlerin değil, sorunları ortadan kaldırmaya muktedir olanların omuzlarında bulunmaktadır.
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak bizler, kurulduğumuz 1974 yılından bu yana, jeoloji bilim ve uygulamalarının önemini toplumsal bilince taşımak, jeoloji mühendisliği ile ilgili uygulamalarda bilgilendirici ve uyarıcı görevini yerine getirerek kamuoyunu aydınlatmak misyonu ile hareket etmiştir.
Bu bağlamda, yukarıda bahsettiğimiz misyonumuza uygun olarak, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi olarak ülkemizde deprem gerçeği ile yüzleşmek adına, tüm paydaşların konuşabildiği ‘’Derin Uğultu’’ isimli bir deprem belgeseli hazırladık.
Çekimlerine Haziran 2020 tarihinden itibaren başladığımız belgeselde, çeşitli meslek disiplinlerinden akademisyenler, mühendis/mimar/şehir plancıları, STK temsilcileri, siyasetçi, psikolog, sosyolog, ekonomist, iletişim bilimci, müteahhit ve depremzedeler olmak üzere 30’u aşkın kişiyle röportaj yaptık.
Belgeselimizde yer alan tüm paydaşların da ifade ettiği üzere, toplumun ve kurumların daha henüz depremle mücadeleye hazır olmadığını, acı bir şekilde görüyoruz. Eksikliklerimiz hala gün yüzü gibi ortada ve artık bir an önce, hemen gerekli önlemlerin alınması gerekmekte.
Bugün bir deprem olsa, hükümetin ve yerel yönetimlerin öncesi ve sonrası planlayan afet planlamaları bulunuyor mu?
Ne yazık ki bu soruya olumlu bir cevap verebilmek güç. Günümüz afet yönetim ilkeleri ve dünya genelinde gördüğümüz iyi uygulamalar afet risk yönetiminin çok paydaşlı ve çok katılımlı mekanizmalarla başarıya ulaştığını göstermektedir. Bu noktada, ilgili kurumlarımız ve yönetim erkini elinde bulunduran karar vericiler vatandaşlarımızın afetlere karşı güvenliğinin sağlanması noktasında birinci derecede sorumludurlar. Maalesef bu sorumluluk çerçevesinde yeterli çalışmalar yapılmamakta, başlanmış çalışmalar da bitirilememektedir.
Ülkemizin afet ve acil durumlarla ilgili sorunlarını çözmek, koordinasyonu sağlamak, kentsel dönüşümü sağlamak, çevre felaketlerini önlemek ve planları hayata geçirmek üzere kurulmuş olan ilgili kurumların risk yönetiminden ziyade kriz yönetiminde çalışmalarını yoğunlaştırdığı, eskiden olduğu gibi “yara sarma” politikasını ısrarla sürdürdüğünü görmekteyiz.
2012 yılında yürürlüğe giren ülkemizin afet konusunda ilk strateji belgesi olan Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planının (UDSEP-2023) deprem konusunda bir yol haritası olarak geleceğe emin adımlarla ilerlememizde bize yol gösteren rehber olacağına inanmıştık. Maalesef her strateji belgesinin başlangıcında olduğu gibi sahiplenilen, eylemleri harfiyen yerine getiren sorumlu kuruluşlarımızın konuyla ilgili farkındalıklarının ilerleyen aşamalarda azaldığı gözlenmiştir. Ülkemizin deprem gerçeği bilinmesine ve tüm uyarılarımıza rağmen yaşanan büyük depremlerden ders alınmadığını ve ilgili kurumların işlettikleri kritik tesislerimizde (baraj, demiryolu, okullar, köprüler gibi) depreme karşı gerekli önlemlerin (erken uyarı sistemleri, deprem gözlem istasyonları, yapı sağlığı izleme sistemleri gibi) alınmadığını kaygıyla izliyoruz.
Yine de bunca karamsar tabloya rağmen, bizleri sevindirici durumlarda görülebilmekte. 2018 yılında çıkan Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği ile birçok kazanım elde edilmiş gözükmekte. Ayrıca Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından 2019 yılında İl Afet Risk Azaltma Planı (İRAP) hazırlanmış, kurumumuzdan da meslektaşlarımız ve hocalarımızın katkıları ile hazırlığı ve devamlılığı sürecinde çalışmalara destek verilmiştir. 2020 ve 2021 yılları içerisinde ise neredeyse tüm Türkiye’de (6 pilot il ile başlanmış devamında 74 ilde ilgili raporlar tamamlanmıştır) çalıştaylar düzenlenmiş, kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, üniversiteler, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların planın paydaşları arasında yer aldığı bir dizi toplantı gerçekleştirilmiştir. Ancak gelinen noktada ne yazık ki henüz, ilin afetselliğini ve afetlerin olası etkilerini ortaya koyan ve bu etkileri en aza indirebilmek için afetler olmadan yapılacak çalışmaları eylemler biçiminde gösteren, sorumluları tanımlayan bir plan olması misyonu ile hareket edilen İRAP planlarına ilişkin somut sonuçlar uygulama açısından ortaya konabilmiş değildir. Yine de bu tür çalışmaların olumlu sonuçlarını ilerleyen günlerde göreceğimiz inancını korumaktayız.
Şu an itibariyle doğal afetler için yurttaşların ve yöneticilerin acilen yapması gerekenler nelerdir?
Ülkemizde afetlere karşı 1959 yılından bu yana birçok mevzuat ve yönetmelik çıkarılmıştır. (3194 sayılı imar, 4708 sayılı Yapı Denetim, 7269 sayılı Afet, 2872 sayılı Çevre ile 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun, TBDY 2018 vb.) Ancak Geldiğimiz noktada;
Bugün, 1999 öncesine göre kentlerimiz depremlere karşı daha güvenli değildir.
Afet risklerini azaltmaya yönelik ulusal afet politikaları hala oluşturulmamıştır.
Afetlerle doğrudan ilintili yasalarda değişiklik yapılmamıştır. Deprem Şûra`sı vb. diğer raporlarda ısrarla vurgulanan Afet, İmar ve Yapı Denetimi gibi kanunlarının yeniden düzenlenmesi konusunda aradan geçen süre içinde herhangi bir gelişme olmamıştır.
Halkın afet bilinci ve afetlerle mücadele kültürünün geliştirilmesi için gerekli ve yeterli çaba gösterilmemiştir.
Tüm bunlar için diyoruz ki;
Acilen
Afet Mevzuatı, 7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun`u bütünleşik afet yönetiminin ana hatlarını içerecek şekilde yeniden düzenlenmeli; bu çatı yasanın altında “Fay Yasası”, “Heyelan Yasası” ve “Su Baskını Yasası” yer almalıdır. Öte yandan, “Fay Yasasına” dayalı olarak “Diri Fay Haritası Kullanım Yönetmeliği”, “Yüzey Faylanması Tehlike Zonu Belirleme (Tampon Bölge) Yönetmeliği” ve “Sismotektonik Harita Hazırlama ve Kullanımı Yönetmeliği” gibi ikincil mevzuat meslek örgütlerimizin görüşleri dikkate alınarak hazırlanmalıdır.
Doğal olan depremdir, doğal olmayan ise afettir. Depremleri önlemek mümkün değildir, ancak zararlarını ortadan kaldırmak veya azaltmak mümkündür ve bizim elimizdedir. Bu doğa olayı, bilimden, akıl ve teknikten uzak uygulama ve politikaların sonucunda birer afete dönüşmektedir. Depremde ortaya çıkan bu olumsuz tablo afet zararlarının doğrudan belirleyicisi olan, düşük standartlarda, sağlıksız ve yasa dışı bir yapılaşma, ranta dayalı hızlı ve düşük nitelikli kentleşme, bilimsel normlara dayalı olmayan arazi kullanım ve yer seçimi kararları, etüt, proje ve yapı üretim süreçlerindeki denetimsizlik ve özellikle tüm bu olumsuzlukları giderecek yasal düzenleme ve idari yapılanmaya ilişkin bütünlüklü bir çalışma olmayışının sonucunda ortaya çıkmakta. Bu sebeple öncelikle yasa ve yönetmelikler eksiksiz uygulanmalıdır. Ve her defasında iletmiş olduğumuz gibi bu ülkenin acilen bir Fay Yasasına ihtiyacı vardır.
Halkın afet bilinci ve afetlerle mücadele kültürünün geliştirilmesi için ise gerekli çabalar gösterilmemekte. Bu hususta Oda olarak her zaman üzerimize düşen görevi yerine getirdiğimizi ve getirmeye çalıştığımızı her platformda tekrar etmemize karşın ne yazık ki bizlerde bu yeterliliğin sağlanamadığını görmekteyiz. Bir an önce yurttaşlarımızda, 7’den 70’e afet bilincinin yerleştirilmesi, gerekirse bunun için ilkokullardan başlamak üzere eğitimlerin verilmesi gerekmektedir. Ve bu noktada siz medya çalışanlarından da yeterli ilgiyi beklemekteyiz.