Söz işçilerin: Direnişteki işçiler ile söyleşiler
Geçtiğimiz ayla birlikte yükselişe geçen, direniş ve grevlerle ülke gündemini etkilemeye başlayan işçi hareketleri canlılığını sürdürüyor. Farklı sektörlerdeki işçiler sınıf dayanışmasını, sınıf kardeşliğini bir kez daha mücadeleden öğreniyor. Dergimizin bir önceki sayısında haberlerini verdiğimiz bu eylemler- in özneleriyle kısa söyleşiler gerçekleştirdik ve belirlediğimiz 3 soruya yanıtlarını derledik.
1. Enflasyonun %100’leri aştığı, faturalara fahiş zamlar yapıldığı bir dönemdeyiz. Bu dönemi nasıl değerlendirirsiniz? Ücretlere yapılan zamların yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
2. Gerçekleşen grev ve iş bırakma eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Birçok yerde gerçekleşen bu direnişlerin temel noktası nedir?
3. Seçimlere yaklaştığımız da göz önüne alındığında, muhalefetin tutumuna ve izlenmesi gereken mücadele yöntemine ilişkin görüşleriniz nelerdir?
Sınıf Tavrı Sözcüsü Kemal Parlak
1. Uzunca bir süredir ekonomik kriz yaşanıyor. Kriz çıktığında Sınıf Tavrı olarak yaptığımız değerlendirmede bu krizin derinleşerek uzun bir dönem süreceğini söylemiştik. Kapitalizmin döngüsel krizine bir de AKP iktidarının tercih ettiği ve uyguladığı ekonomik politikalar da eklenince krizin şiddeti ve süresi de arttı.
Kriz, etkilerini 2020 yılından itibaren gösterirken 2021 yılında etkisini daha şiddetli bir şekilde hissettirdi, 2022 yılında da artarak devam edeceği görülüyor.
Başta temel tüketim ürünleri olmak üzere her şeye astronomik derecede zamlar yapıldı. Akaryakıta, doğalgaza, elektriğe, ete, süt ürünlerine, ekmeğe, toplu taşımaya son bir yılda saydığım bu ürünlere yapılan zamlar yüzde 100’ün de çok üzerinde. Yani halkın temel ihtiyaç ürünlerine bakıldığında yapılan zamların yüzde 100’ün çok üzerinde olduğu açıkça görülüyor. Temel tüketim ürünlerine yapılan zamlar ile ücretlere yapılan zamlar karşılaştırıldığında aradaki fark açıkça ortaya çıkacaktır. AKP’nin asgari ücretle ilgili yaptığı şov boşa düşmüştür. Diğer yanda, kamu çalışanlarının ve emeklilerin ücretlerine yapılan artışlara bakıldığında bu artışlar da enflasyon karşısında ezdirilmiştir, özellikle emeklilerin durumu ise son dönemde vurguladığımız gibi toplumsal bir yaraya dönüşmüştür. Aynı zamanda bu dönemde yapılan toplu iş sözleşmeleri ile işçi sendikalarının aldığı ücret zamları da enflasyon göz önünde bulundurulduğunda yetersiz kalmıştır.
2. Sendikalı veya sendikasız, kuryeler, gemi söküm işçileri, metal, market, tekstil işçilerine kadar eylemlilikler var. Eylemlerin olması, işçilerin haklarını araması elbette ki iyi bir şey. İşçi sınıfının ayağa kalkma işaretlerini veriyor lakin bu eylemler birbirinden kopuk ve lokal düzeyde kalıyor. Bu eylem ve direnişlerin ortak özelliği, insanca yaşanabilecek bir ücret talebi ile iş güvencesidir. Her iki talep de bu düzen içerisinde çözülmeyecektir ama bu talepler sınıf mücadelesinin pek ala kaldıracı olabilir. Onun için de yapılması gereken, öncellikle bu eylemlerin ortaklaştırılması ve bir merkezde koordine edilmesidir. İşçi sınıfının bölünmüşlüğü yapılan direniş ve eylemlere de yansıyor, mevcut sendikal konfederasyonlar birçok nedenden dolayı bu görevi yerine getir(e)miyorlar. Aynı zamanda bu eylem ve direnişlerdeki taleplerin, sadece ekonomik taleplerin ötesine taşınması ve sınıfın siyasal taleplerini de içermesi gerekmektedir. Nerdeyse bütün direnişlerde işçilerin kendiliğinde atmış oldukları ‘’ İşçiler açken patronlara huzur yok ‘’ sloganı bir mücadele programı ve siyasal hedeflerle anlamlandırılabilir. Bugün acil görev, işçi sınıfının güncel taleplerini sınıfın birliğini sağlayarak ve aynı zamanda bu talepleri siyasal bir program ve zeminde dile getirmek olacaktır. Sınıf Tavrı bunu kendine görev olarak tanımlamış olup bu konuda üzerine düşeni yapmaktadır, yapacaktır.
3. Türkiye seçim ortamına girdi. Bu bağlamda bir dizi siyasi ittifaklar kuruldu, kimi ittifaklar için de adımlar atılıyor. İşçilerin taleplerini ne Cumhur İttifakı, ne de çoğunluğu Cumhur İttifakı’nı oluşturan partilerin içerisinden çıkan ve onun kopyası olan Millet İttifakı karşılayabilir. Dolaylı bir şekilde Millet İttifakı’nın parçası olmakla da bu işçilerin talepleri karşılanamaz. Sorunu sistem sorunu olmaktan çıkarıp bir kişi sorununa dönüştürmek eksiklik olduğu gibi, aynı zamanda işçi sınıfı mücadelesini saptırmaktır. Bu seçimlerde işçiler 20 yıldır bu ülkeye ve işçi sınıfına her türlü kötülüğü eden AKP’den hesap sormalı ve AKP’yi iktidardan indirmelidir, bunu yaparken de AKP’nin her anlamda kopyası olan Millet İttifakı ve onun dolaylı destekçilerine de teslim olmamalıdır. Sınıfsal bir perspektif ve siyasi bir programla seçimlere hazırlanmalıdır. İşçilerin güncel talepleri aynı zamanda çok siyasidir. ‘’İşçiler açken patronlara huzur yok!’’ sloganını, çözüm patron sınıfının iktidarında değil işçi sınıfı iktidarında denilecek bir programla örtüştürmek gerekiyor.
Gemi Söküm İşçileri*
1. Ali: Enflasyonun %100’lere ulaştığı, faturalara fahiş zamların yapıldığı bir dönemdeyiz. Ülkemizin kaynaklarının yüzde 80’lik kısmının sermaye sınıfının elinde olması maalesef böyle bir durumu ortaya koyuyor.
Dünyadaki durum da farklı değil. Emperyalist ülkelerin, fakir ama toprakları zengin ülkeleri sömürmesi ile aynı şeyleri yaşıyoruz.
Ülkemizde 6 milyon hane sosyal yardım alıyor, bu da yaklaşık 30 bin insan demektir. Bir buçuk milyon insanımız da gıda yardımına muhtaç durumda. Aile Bakanlığı’nın rakamlarına göre ise 4 milyon insanımıza doğalgaz veya kömür yardımı da yapılacakmış. Bu da ülkemizde 20 milyona yakın insanımızın ısınamadığını gösteriyor. Halk ekmek, ucuz gıda kuyrukları uzayıp gidiyor.
Bu aslında bizim kaderimiz değil, fakir bir ülkede yaşadığımızdan da değil. Bu durum maalesef paylaşımda adaletin olmamasından kaynaklanıyor. Fakirden alıp zengine veren, zengini daha zengin yapan sistem yerine emperyalizmin pençesinden kurtulup, ezilen mazlum ülkeler ile birlikte olup dünyanın sömürgeci düzenine baş kaldırabiliriz. Aynen gemi söküm eyleminde bizim yaptığımız gibi.
Mehmet: Bir işçi olarak öncelikle şundan bahsedebilirim; ücretlerimize yapılan zamlar yetersizdir. Nedeni ise çok basit, bir sakız bile artik 10 kuruş yerine 50 kuruş ile 1 lira arasında satılıyor. Ama benim maaşım asgari ücret olarak yatırılıyor. Ülke olarak kötü bir dönemden geçiyoruz, gidişat bizi kaygılandırıyor. Ülkeye bir kan değişikliği, bir hükümet değişikliği gerekiyor.
2- Şu an geçinebiliyor musunuz? Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
Ali: Gemi sökümden kırmızı kalem yemeden önce gemi sökümün şartları itibari ile maaşım piyasaya göre yüksekti ama mevcut risk itibari ile düşüktü. Oradan aldığım maaş ile ay sonunu rahat bir şekilde getirebiliyordum. Peki ay sonunu getirebilmek geçinebilmek anlamına mı geliyor, ay sonunu getirip tekrar o maaşa muhtaç olmak geçinebilmek anlamına gelmiyor.
Benim üç tane çocuğum var, ay sonunu getirip diğer maaşı beklemek beni zor duruma düşürüyor.Neden, çünkü benim üç çocuğuma gelecek hazırlamam gerekiyor. Aldığım maaşı bugün bitirirsem, çocuklarımın geleceğine yatırım yapamam ve bu geçinmek değil. Bu sürünmektir, köleliktir. Şu anda gemi sökümden atıldım. Farklı iş kollarında farklı işler bulacağım.
En azından gemi söküm’ün risklerinden sıyrılıp daha normal bir işe gittiğimde daha mutlu daha huzurlu çalışabilirim. Geçinme noktasında hangi şirkette çalışırsam çalışayım iyi maaş alamayacak olmamın sebebi mevcut sistemin devam etmesidir. Çünkü bu sistem işçiden yana değil, patronlardan yanadır.
Mehmet: Şu anda geçimimi sağlamakta zorluk çekiyorum. Bu duruma gelmemizin sebebi mevcut hükümetin uyguladığı politikalardır. Biz artık açlık sınırının da altında yaşıyoruz. Bir ev, araba almayı bırakın kenarda köşede bir miktar para biriktiremiyoruz. Bunlar artık hayal oldu. Ay sonunu dahi getiremiyoruz. Tek bir işte çalışarak geçinmemiz mümkün değil artık. Geçimimi ek iş yaparak sağlamaya çalışıyorum. Sürekli bir para bekleyişi, çalışma içerisindeyiz.
3-Gerçekleşen grev ve iş bırakma eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Birçok yerde gerçekleşen bu direnişlerin temel noktası nedir?
Ali: Ülkemizin birçok noktasındaki eylemlerin sebebi ortak. Bütün işçi sınıfı ‘Geçinemiyoruz’ ve ‘Daha iyi çalışma koşulları istiyoruz’ diyerek sermaye sınıfına sesini yükseltiyor.
Bizler gemi söküm işçileri olarak aynı dilek ve temennilerle 11 gün süren bir eylem yaptık. Kısmi kazanımlarla sonuçlanan eylemimiz amacına tam ulaşamasa da gelecek için büyük umutlar biriktirmemizi sağladı. Böyle eylemler sonrasında biriken deneyimler son noktada umarım işçi sınıfının hak ettiği değeri kazanarak sınıf farkını ortadan kaldırıp adil bir dünyayı kurma noktasında etkili olacaktır.
Mehmet: İş bırakma, iş durdurma eylemi en son 20 yıl önce meydana gelmişti. Şimdiki de bizim dönemimize denk geldi. Şartlarımız o kadar kötü ki, şu 10 günlük sürede açıkladığımız tüm talepler zaten yasal haklarımız. Maaşlarımız ve sigortaların bankaya yatırılması, iş güvenliğinin arttırılması, iş kıyafetlerinin karşılanması ve şaloma bakımlarının yapılması gibi talepler tamamen iş verenin hukuksal olarak yapmak zorunda olduğu konulardır. Bunlar bizim yasal hak ve taleplerimiz olmasına rağmen karşılanmıyor, yani o kadar kötü durumdayız.
Bunun temel noktası şöyle, artık her iş yerinde olduğu gibi her işçide de huzursuzluk var çünkü işçi ay sonunu dahi getiremiyor. Biz işçilerin bu duruma gelmesinin sebebi mevcut hükümettir . Ciddi olarak ekonomik anlamda bütün işçiler zor bir durumdalar.
4-Seçimlere yaklaştığımız da göz önüne alındığında , muhalefetin tutumuna ve izlenmesi gereken mücadele yöntemine ilişkin görüşleriniz nelerdir?
Ali: Güzel ülkem bu noktalara gelene kadar büyük olaylarla mücadele etmiştir. Osmanlı’nın yıkılmasında emperyalist ülkelerin rolü büyüktür. Eksisi artısı ile Mustafa Kemal Atatürk milletimize baş olmuş radikal kararlar alarak o günün sıkıntılı koşullarından ülkemizi kazanımla çıkarmıştır.
Bugünkü siyasi atmosfer inanın emperyalist ülkelerin güdümündedir. Halk dili ile sağcısı da solcusu da ABD ve Avrupa sevdalısıdır.Ülkemizin deneyimlerinden de yola çıkarak bize ne Avrupa’nın ne ABD’nin olumlu yönde bir faydası olmadığı açıkça ortadadır.
Biz eğitim, üretim ve adalet noktasında kendi öz benliğimizle yani gelenek ve göreneklerimizle kendi eğitim, üretim ve adalet adımlarımızı atmadığımız müddetçe ithal kanun ve eğitim sistemi ile hiçbir yere varamayız.
Bugünkü iktidar muhafazakar ve sağcı seçmenin milli duygularına hitap ederek suni bir senaryo ortaya koyuyor. Muhalefet ise mevcut sorunlara en küçük bir çözüm bulmayarak horoz kavgası misali hükümeti suçlayarak prim yapmaya çalışıyor.
Oysa ki gerçek kurtuluş ne Avrupa’da ne de ABD’de. Gerçek kurtuluş tam bağımsız, ekonomik yeterliliğini elde etmiş kendi kanunlarını yapan adil bir Türkiyede’dir.
Mehmet: Seçimlere yönelik şöyle konuşabilirim, ülkedeki siyasi partilerin sürekli ekonomi yönünden çalışmalar yürütmesi ve ekonomiyi iyileştirmek için yaklaşımlarda bulunmaları gerek. Çünkü şu an tek ihtiyacımız olan şey para. Dünya ekonomisinin geldiği nokta belli zaten tamamen paraya döndü her şey. Hal hatır, dostluk artık hiçbir şey geçerli değil. Dinimiz imanımız para dedikleri cümlenin tam olarak anlamı bu durum.
Evet konuştuğumuz şey hep para ama biliyoruz ki emek olmadan, üretim olmadan paranın hiçbir anlamı yok. Bu yüzden emeğin mücadelesini yükseltmek gerekiyor, o yüzden sizin mücadeleniz çok anlamlı ve değerli, ikinize de çok teşekkür ederiz.
*Söyleşideki isimler müsteardır.
DGD-SEN Genel Başkanı Neslihan Acar
1. Zamlar tabii ki yeterli değil. Asgari ücrete gelen zamlar daha işçilerin eline geçmeden enflasyon yüzünden eridi. Neoliberal dönem başladığından beri işçilerin ücretleri de hakları da eriyor ama son iki yıldır yaşanan artık bir ekmek mücadelesinden çok onur mücadelesi. Önümüzdeki dönem kesinlikle çokça işçi isyanı göreceğimiz bir dönem olacak çünkü artık işçilerin gerçekten kaybedecek bir şeyi kalmadı.
2. Yeni yılı grev, direniş ve işyeri işgalleriyle karşıladık. Daha fazlası da olacak, çünkü daha önce de tekrarladığım gibi, işçilerin artık kaybedecek bir şeyi kalmadı. Bir yandan direnen ve kazanan emsaller de oluşurken yeni işçi direnişleri kapıda diyebiliriz. Siyaseten bir kurtuluş da görmeyen işçiler kendi yollarını çizecekler. Bizlere düşen görev bu isyan ateşlerini, bu kalkışmaları devrimci bir iradeyle karşılayabilmek ve güçlendirebilmek için elimizden geleni yapmak.
Migros depolardaki süreç sendikamızın kuruluş sürecine kadar gidiyor. Biz 2013 yılından beri Migros depolarında örgütleniyoruz, işçilerin iradelerine dayanan komiteler kuruyoruz. Eski başkanımız Murat Bostancı, bizzat Migros işçisiydi ve deponun şartlarına ve dinamiklerine hakimdi. Geçen sene ücretsiz izne karşı da günlerce direndik. Bu sene depo işçilerinin çalışırken yaşadığı insanlık dışı deneyim ile ücretlerinin hiçbir giderlerini karşılamıyor olması birleşince direniş kaçınılmaz oldu.
İlk iş bırakma eylemi, öncü isçilerden birinin işten atılmasıyla Aralık ayında gerçekleşti. Migros depo taşeronu olan UsGrup şirketi, o gün işçileri muhatap almak zorunda kaldı ve eski bir sendikacı olan patron Veysel Cingöz depoya gelerek işçilerin taleplerini karşılayacağına söz verdi. Bu sözlerin tutulmaması üzerine 3 Şubat günü direniş başladı. Depoda işi durdurduk. Birkaç gün sonra polis depoya girerek işçileri zorla dışarı çıkardı. İlerleyen günlerde, geçen sene de yaptığımız gibi Anadolu Grup patronu Tuncay Özilhan’ın evi önüne gittik ve yine polis saldırısına uğradık. Bu süreçte Migros boykot çağrılarımız karşılığını buldu ve kamuoyu yüzünü direnişe döndü. İşçilerin iradesiyle bu ilgi de birleşince patron boyun eğmek zorunda kaldı ve taleplerimiz karşılandı. Pek tabii bu kamuoyu ilgisi, tüm toplumda yaşanan ekonomik sıkıntıyla yakından ilgili.
3. Seçimlerin yaklaşıyor olması işçiler için çok önemli bir gündem değil açıkçası. Çünkü şu anki hiçbir siyasetçiyi ülkemiz için bir seçenek olarak görmüyorlar. Mevcut muhalefetin emekçi halk adına bir seçenek olmadığını, 811 gündür CHP önünde direnen ve polis şiddetine uğrayan Şişli Belediyesi işçilerinden anlayabilirsiniz.
Düzen dışı bir muhalefet seçeneği olmadığı için şu anki siyasi aktörleri, çeşitli sermaye kliklerinin birer temsilcisi olarak görmek gayet uygun gözüküyor. Pek tabii AKP’nin yarattığı baskı ortamından kurtulmak kamusal alanda bir rahatlama yaratır ve bu durum işçi sınıfının örgütlenme olanakları için de uygun bir alan yaratır. Bunun dışında siyasi gündemimizi seçimlere kilitlemek işçi sınıfının hakiki gündemini atlamaya sebep olur. Ne zaman ki işçi sınıfının siyaseten temsiliyeti mümkün olur o zaman seçimler gündemimiz olabilir.
İnşaat İşçileri
Suudi Arabistan Tebuk’ta gerçekleşen greve katılan işçilerden Erdal Demirtopçu, Adana’da inşaat işçiliği yapan Ali Yıldırım ve İnşaat ve Yapı İşçileri Sendikası ( İYİ – SEN ) Genel Başkanı Hasan Kırlangıç
1. E.T. : Asgari ücret 4.253 Lira oldu ancak elektriğe, doğalgaza, temel gıda maddelerine ve her türden tüketim ürünlerine yapılan zamlara da bakacak olursak durumdan kesinlikle memnun değiliz.
A.Y. : Ülkemizde emekçi sınıfına kriz dendiği zaman hep bir tebessüm yüzümüze çöker, çünkü bu ülkede işçi her zaman kriz yaşamaktadır. Ekonomi, sağlık, iklim, maaş hatta yemek sırası bile bizim için bir krizdir.
İnşaat işçileri de pandemi ile birlikte hem sağlık yönünden hem de ekonomik olarak en büyük zararı görmüşlerdir. Herkes için sokağa çıkma yasağı uygulandığı zamanlarda inşaat işçileri için valiliklerden izin kağıtları alınmıştır ve ekonomik gücü olmayan işçiler çalışmak zorunda bırakılmıştır. O nedenle, yapılan zamlardan ve genel durumdan memnun değiliz.
H.K. : Enflasyon arttıkça bizlerin yaşam kalitesi düşüyor. Yaşam standartlarımız düştüğünde de çalışma saatlerimizi artırmak zorunda kalıyoruz. Sadece temel ihtiyaçlarımız için bile kendimizden ödün vermek zorundayız. Buna birçok örnek verebiliriz: Gıda, temizlik, ev kirası, faturalar gibi.
Son gelen zamlar işçi sınıfının belini bükmüştür. Asgari ücrete yapılan %53’lük zam, göstermelik bir rakamdan ibarettir. Zam, henüz elimize geçmeden erimiştir. Alım gücü düşmemiş, tamamen yok olmuştur. Bizler inşaat işçileri olarak zaten kölelik koşullarında çalışıyorduk. Katlanmamızı istedikleri son koşulları ise kaygı ve endişe ile takip ediyoruz.
Şu an geçinebiliyor musunuz? Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
A.Y. : Ekonomik gücümüz olmadığı için, iş sağlığı ve güvenliği çok kötü olan koşullarda haksızca çalışmaya boyun eğmek zorunda kalıyoruz. Son zamlardan sonra işçiler kendi tedbirlerini almak zorunda kaldı. Arabasıyla işe giden bisiklet kullanmaya başladı, aylık market alışverişleri ise artık yapılamaz oldu. Berbere ayda bir kez, haftalık gittiğimiz semt pazarlarına 15 günde bir gider olduk. Ailemizle vakit geçirdiğimiz oyun ve piknik alanlarına gitme faaliyetimizi ise tamamen rafa kaldırdık. Şu anda, haftanın tek tatil günü olan Pazar günlerinde dahi ne yazık ki çalışmak zorundayız.
E.T. : Bu koşullarda geçinmemiz gerçekten çok zor. İki kişi çalıştığımız halde iki çocuğum üniversitede okuduğu için çok zorlanıyoruz.
H.K. : Ben aynı zamanda bir elektrik ustasıyım. Çalışma koşullarımızın giderek zorlaştığını düşünüyorum. Şu anda, yalnızca kiramızı ve faturalarımızı ödemek amacıyla çalışıyoruz. Geçinebilmek isteyen bir eve, en az 3 asgari ücret girmesi gerekiyor.
Gerçekleşen grev ve iş bırakma eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Birçok yerde gerçekleşen bu direnişlerin temel noktası sizce nedir?
E.T. : Gerçekleşen grevleri doğru buluyorum. Çalışan emekçiler bu ülkede hiçbir zaman emeklerinin karşılığını alamıyorlar, buna her zaman şahit oluyoruz. Ancak ne yazık ki bir türlü birlik ve beraberlik sağlayamıyoruz. Gerçekleşen grev ve direnişler hakkımızı almak için yapılıyor.
Kendi vatanımızda iki kişi yan yana geldiğimiz zaman ya tutuklanıyoruz ya da tehditlerle direnişimizi kesip işimize son veriyorlar. Bu yüzden, ülkeyi yönetenlere hakkımı helal etmiyorum.
A.Y. : Mevcut koşullar ve yanlış anlayışlar yüzünden inşaat emekçilerinin omuzlarındaki yük çok ağırlaşmıştır. Bu algıyı yıkmak, yalnızca yasalardaki maddelerden ibaret kalan haklarımızı almak için, sorunlarımızı dile getirmek için yıllardır savunulan partilere karşı mücadele ediyoruz.
H.K. : Grevlerin arka planında işçilerin kaygıları vardır. Bu kaygı, aldığı ücretin faturalarını dahi karşılayamaz hale gelmesidir. İşçi, evine iki kilo meyve dahi alamadığı zaman artık kaybedeceği bir şey de kalmamış demektir. Tek yapacağı şey, zincirlerini kırmaktır. Birçok grevin başarıya ulaşmasındaki ana neden de budur.
30 gün sizi çalıştırarak size insan olduğunuzu dahi unutturan bir sistemle mücadele ediyoruz. Patronlar krizden etkilenmediği gibi karlarına kar katmaya da devam ediyor. Bu karları kendi emekleri ile yaratan emekçiler de sömürüye haklı olarak isyan ediyorlar.
Seçimlere yaklaştığımız da göz önüne alındığında, muhalefetin tutumuna ve izlenmesi gereken mücadele yöntemine ilişkin görüşleriniz nelerdir?
A.Y. : Siyaset denildiğinde inşaat işçilerinde hep bir aile geleneği ortaya çıkar. Yani, büyüdüğün aile sağcı ise sen de o ideolojiyi savunur hale gelirsin. ‘’Siyaset bizim işimiz değildir, biz bina yaparız ve partimiz de bizim haklarımızı verir’’ anlayışı bizi çok olumsuz etkilemiştir. Bizler, bu algıyı yıkmak için sendika çatısı altında sorunlarımızı konuşuyor ve bu partilere karşı mücadele ediyoruz. Gücümüzün daha ileri taşınması gerektiğinin, bunun için de daha çok mesai harcamamız gerektiğinin bilincindeyiz.
E.T. : Muhalefetin yönteminden de genel olarak hiç memnun değilim. Muhalefet, şu anki yönetimi alakasız şeylerle ve sözlü tartışmalarla eleştiriyor ancak senin yaptığının daha iyisini yaparım demesi ve vatandaşa da daha iyi hitap etmesi lazım. Şu an bu canım ülkeyi yönetenlerle sözlü tartışmalar yerine kamuoyuna iyi niyetle ve güzel vaatlerle seslenilmelidir.
Yalanlarla değil, gerçeklerle ve inandırıcı bir şekilde vaatler verilmelidir. Çiftçiye, emekliye, işçiye, emekçiye, doktora, öğretmene, polise ve daha sayabileceğimiz tüm meslek gruplarındaki eksiklikleri tespit ederek bunların daha iyi şartlara getirilebileceğini, halkın refahının artırılabileceğini samimi bir biçimde ifade etmek gerekiyor.
H.K. : Seçimler özelinde benim muhalefetten çok büyük bir beklentim yok. Çünkü bugünkü muhalefet partileri de nihayetinde bu sistemin içinden doğmuş partilerdir. Yani sermayenin yanındadırlar, kapitalist sisteme, emperyalizme entegre haldedirler, bu nedenle de kendi menfaatleri ve çıkarları doğrultusunda hareket edeceklerdir.
Önümüzdeki seçimlerde eğer muhalefet kazanırsa bu durumun sebebi muhalefetin başarısı değil, halkın açlıkla imtihanı sonucunda muhalefeti bir umut olarak görmesidir. Bunun nedeni de işçi sınıfının kendisinin bir muhalefet olmamasından kaynaklıdır. O nedenle de biz, sendikamız ile birlikte gerçek muhalefeti şantiyelerde örmeye, oy pazarlıklarına değil haklarımız için mücadele etmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyor ve mücadelemizi de bu amaçlar doğrultusunda sürdürmeye devam ediyoruz.
Farplas İşçisi Furkan Sağlam
1. Ücretlere yapılan zamlar, sefalet içinde yaşamak için dayatılan ücretten daha fazla bir anlam ifade etmiyor. Hayatımızdaki bütün yaşamsal faaliyetler bir yana, sadece yemek masraflarımızı bile zor karşılıyor.
Enflasyon oranı hükümetin verdiği rakamların çok çok üstünde, bunu günlük yaşantımızda her gün yaşıyoruz. Hayat pahalı ve çok zor geçiyor, eşitsizlik diz boyu. Birileri milyonlar alırken, servetine servet katarken ülkenin diğer kısmı hatta çok büyük çoğunluğu ay sonunu nasıl getireceğinin, karnını nasıl doyuracağının derdinde.
Şu an geçinebiliyor musunuz? Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
Şu an işsizim, bir gelirim yok. 1.500 TL kira ödüyorum, faturalar çok yüksek miktarda geliyor, temel gıda ihtiyaçlarımızı karşılayamıyoruz. Arkamızda yanımızda duran bir hükümet, devlet yok maalesef. Tam tersine karşımızdalar. Öğrencilerimiz var, 5 Lira okul harçlığı veremiyoruz. Mağdur ve ailelerimize karşı mahçup bırakıldık.
Gerçekleşen grev ve iş bırakma eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Birçok yerde gerçekleşen bu direnişlerin temel noktası nedir?
Farplas işçileri olarak bizler, asgari ücret adı altında bize dayatılan modern kölelik şartlarına baş kaldırdık. Yıllardır çalıştığımız Farplas firmasında çalışma koşullarının giderek kötüleşmesi, firma içindeki baskılar ve insanlık dışı muamelelere karşı bireysel olarak yıllardır bir kazanım elde edemedik. Birlikte güçlü olacağımızı, ancak örgütlenerek başaracağımızı biliyorduk. İşçiler olarak iş yerinde maaşlarımızın iyileştirilmesi, sosyal hakların insanca yaşanılacak koşullarda olması ve iş yerinde gerçekten çalışabilecek koşullarda çalışmak için örgütlendik. İşçilerin sınıf mücadelesi şiarı ile ve sınıf mücadelesini veren işçilerin hak ve kazanımları için mücadele eden DİSK Birleşik Metal İş Sendikası, Limter İş Sendikası ve Lastik İş Sendikası altında üyelikler yaparak sendikalı olduk. Üretimden gelen gücümüzü kullanarak örgütlü bir şekilde üretimi durdurduk. Farplas firması yönetimine ve sömürü düzenine baş kaldırdık, iş verenin korkulu rüyası olduk.
Taleplerimizi sloganlarla haykırdık ve sendikalı olarak çalışmak istedik. Farplas işvereni, iş yerinde sendikalı olamamamız için Farplas çatısı altında alt iş verenler kurarak bizi bölmüştü. Bütün girişimlerini boşa çıkardık ve alt şirketlerde de sendika üyelikleri yaparak Çalışma Bakanlığı’ndan yetki aldık. Bu çalışmalarımız sırasında sürekli baskı gördük ancak mobing altında ve tehdit edilerek de olsa faaliyetlerimizi yürüttük.
Çalışma Bakanlığı’ndan işveren tarafına yetki belgeleri ulaştığında adeta tutuşan Farplas işvereni bizi elektrik ve doğalgaz kesintisi bahanesi ile idari izne çıkardı. Sonrasında, bizler o hafta izinliyken bizim çıkışlarımız verilmiş. Hotellere arkadaşlarımız çağrıldı, evlerimize tebligat gönderilerek çıkışlarımızın verildiği bildirildi. Yetmezmiş gibi, üretimi durdurduğumuz için 20 bin TL’lik tazminat davası açmışlar ve 25. maddeden çıkışlarımız verilmiş.
Biz de Farplas işçileri olarak işverenin haksız ve hukuksuz bir şekilde bizleri işten atmasına karşı ve sendikal hakkımızın tanınması için direnişe geçtik. 30 Ocak gece vardiyasında, T1 fabrikasına geldik ve üretimi durdurduk. İşten atılanlarımızın işlerine geri alınması ve sendika hakkımızın tanınması için taleplerimizi sloganlarla dile getirdik. Ancak direnişte olan 150 işçi olarak karşımızda patronları ve kapitalist düzeni, oligarşinin düzenini koruyan ve emirlerini yerine getiren yüzlerce polisi bulduk. Polis müdahalesinin olacağı esnada aramızda bulunan direnişçi kadın işçileri, hamile ve engelli arkadaşlarımızı koruyabilmek için çatı katına kendimizi kilitledik ve direnişimiz polis tehditlerine ve baskılarına rağmen sabaha kadar sürdü. Farplas işçileri olarak geceyi aydınlığa çıkardık.
Biz çatıya çıktık ama orası yalnızca bir işletmenin çatısı değil, patronların ve tüm vahşi kapitalist düzenin sırtına çıktığımız yerdi bizim için.
Sabaha doğru planlar yapılmıştı. Bizi dronlarla izliyorlardı ve sonrasında da polis müdahalesi oldu. Resmen kapitalistlerin işçilere açtığı bir savaş niteliğinde; joplarla, biber gazıyla, gaz bombası ile, plastik mermilerle bize müdahale oldu. Ama biz asla teslim olmadık. Direndik, 30 metre çatıdan kendimizi aşağı bıraktık. Ama patronların gözünü korkuttuk, çünkü az önce de dediğim gibi, tepelerine binmiştik.
Bize verdikleri mesaj “kendinizi aşağı atın” oldu. Farplas direnişçileri olarak bunu da unutmayacağız ve hesabını soracağız. Gözaltına alındık ve o esnadaki polis müdahalesi çok sertti. Bir arkadaşımızın ayağı kırıldı, bir arkadaşımızın ise burnu ve dişleri kırıldı. Ağıza alınmayacak şekilde küfürlerle ve hakaretlerle gözaltı yaptılar. Emniyete götürüldük. Bir kısım arkadaşımız nezarette tutuldu. İfadelerimiz alındı ve serbest bırakıldık.
Şimdi, direnişimizi daha da büyütüp daha güçlü ve inançlı bir şekilde sürdürüyoruz. Kapı önü eylemimiz sürüyor. Karşımızda polis ve tomalar var, bizden ne kadar çok korktuklarının da bir kanıtı bu . Bizim taleplerimiz net: Sendika hakkımız tanınmalı ve haksız bir şekilde işten çıkarılan arkadaşlarımız işlerine geri dönmeli.
İşçinin özgür iradesi ile seçtiği sendikayı tanımayan işveren, içerde çalışan arkadaşlarımıza baskı ve mobing uygulayarak onları sarı sendikaya üye yapıp sarı sendikayı işyerine sokma gayretinde. Biz başımıza ikinci bir patron istemiyoruz ve bu girişimleri içerde çalışan arkadaşlarımızla ve dışardaki direnişimizle boşa çıkartacağız. Yüzlerce işçi olarak bir avuç patrona teslim olmayacağız. Zafer, direnen işçilerin ve emekçilerin olacak. Baskılar bizi asla yıldırmayacak.
Seçimlere yaklaştığımız da göz önüne alındığında , muhalefetin tutumuna ve izlenmesi gereken mücadele yöntemine ilişkin görüşleriniz nelerdir?
Muhalefet, halkın en alt kesiminden, emekçilerden, işsizlerden başlayarak bizlerin taleplerini dinlemeli. Bütün ülkenin temel sorunlarını bilerek ve halkla iç içe olarak, en alt tabakadan başlayarak değişime gitmesi gerek. Emekçinin, işçinin, öğrencinin, kadınların bütün vatandaşların toplumsal taleplerini, sorunlarını anayasal olarak güvence altına almalı ve var olan anayasal haklar karşısındaki engelleri kaldırmalı. Patronların haklarımızı gasp etmesinin önüne geçmeli.