Parasız ve eşit bir eğitime hangi yol çıkar?
Evrim Saldıran
Eğitim sistemi gibi bir olguyu değerlendirirken şüphesiz birçok noktadan yola çıkarak yaklaşım geliştirilebilir. Örneğin bir ülkeyi zayıflatmanın ve bir toplumu edilgen kılmanın yolunun eğitime el atmaktan geçtiği söylenir sık sık ya da eğitim sisteminin “kalitesiyle” toplumun ve ülkenin düzeyi arasında ilişkiler kurulduğuna pek çok kez şahit olmuşuzdur. Eğitim, birey ve toplum arasındaki ilişkide her zaman eğitim sistemi belirleyen olarak tanımlanır ve buradan yana yola çıkılır. Peki, eğitim sisteminin belirleyeni yok mudur? İşte bu sorunun bugün önem kazandığını ve eğitim sistemine yönelik tartışmalar açısından tekrardan gün yüzüne çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz.
Bir üst yapısal kurum olan eğitim, tıpkı diğer sistemler olan ulaşım, sağlık, kültür, hukuk vb. gibi ekonomik, siyasal ve ideolojik ilişkiler bütününden bağımsız olarak şekillenmez ve kendini var etmez. Bu açıdan eğitim sistemi de mevcut bir yapının üzerinde şekillenir ve bu yapının sınırları da eğitim sisteminin sınırlarına işaret eder. O açıdan, eğitim sisteminin niteliği, yapısı ve ulaşılabilirlik başlıkları değerlendirilirken temel noktanın onun üzerinde yükseldiği sistemin yapısı ve özellikleri olarak konulması gerekmektedir. Bu yaklaşımın atlandığı ya da göz ardı edildiği durumda ne yaşanan tabloyu açıklamak ne de ortaya çözüm önerisi ve mücadele hattı koymak mümkün olacaktır.
Her toplumsal ve siyasal sistem üst yapısal alanı yeniden üretir ve dönüştürür. Toplumu dönüştürmeyi amaçlayan her yaklaşım beraberinde eğitim sistemini de dönüştürmeyi hedefler. Eğitim, toplumu şekillendiren, yoğuran en temel ideolojik araçlardan biridir ve meslek öğrenimine giden yolda aynı zamanda toplumu var eden bireylerin şekillenmesini sağlar. Bu açıdan eğitimin içeriğine dair yürütülecek tartışmalarda bu temel yaklaşım başa yazılmak zorundadır.
Türkiye’de eğitimin dönüşümü
Türkiye’de eğitim sistemi neredeyse her dönem tartışma başlıklarından biri olarak şekillenmiş durumda. Kimi zaman büyük toplumsal tepkilerin oluşmasına neden olan eğitime dair atılan adımlar kimi zaman ise ciddi tartışmaları ve taraflaşmaları beraberinde getiriyor. Bugün de yediden yetmişe herkesin eğitim sisteminin yanlışlığına ve işlevsizliğine dair bir değerlendirmesi bulunuyor. Bugünü anlamak için ise yukarıda ifade ettiğimiz yaklaşım ışığında Türkiye’de eğitimin yaşadığı dönüşümü ele almak gerekiyor.
Türkiye’de toplumsal alanda ve üst yapıda yaşanan dönüşümler bazı kırılma noktalarına denk düşmektedir. Eğitim sisteminin bugüne kadar yaşadığı dönüşüm de bu kırılma noktaları ile tanımlanabilir. Osmanlı’dan kopuşla birlikte kurulan Cumhuriyet, aynı zamanda yeni bir sistemsel dönüşüme tekabül etmekteydi ve bu dönüşümün bir dizi alanda olduğu gibi eğitim alanında da yansıması oluşturulmak durumundaydı. Tevhid-i Tedrisat kanunu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın kurulması, haremlik-selamlık uygulamasına son verilmesi, medreselerin kapatılması, Köy Enstitülerinin kurulması gibi birçok adım bu sistemsel dönüşümün toplumsal anlamda kendini gerçek kılması ve yerleşmesinin ürünü olarak şekillenmiştir. Bu durumdan, özel okulların her alan yayıldığı, tarikat ve cemaat örgütlenmelerinin eğitimde ağırlık oluşturduğu, sınav sisteminin güvenilirliğinin kalmadığı, akademide bulunan ilerici ve aydınlanmacı hocaların tasfiye edildiği tabloya geçiş ise aslında Türkiye’de yaşanan büyük dönüşümü ifade ediyor. 12 Eylül sonrası neo-liberal politikalar ile şekillenen Türkiye, eğitim alanında da büyük bir dönüşüme doğru gitmiş ve bugün yaşanan sektörleşmenin temelleri atılmıştır. Türkiye’de rejimsel dönüşüm anlamına gelen AKP’nin iktidara gelmesi ise toplumsal alanda yaşanan “yeniden dizayn” sürecinin eğitimde de vücut bulması anlamına gelmiş ve eğitim sistemi yıkıma doğru sürüklenmiştir. Bugün eğitim sistemini ele alırken doğal olarak sermaye düzeninin ihtiyaçları ve yönelimiyle birlikte, siyasi iktidarın ideolojik tutumu, misyonu ve kurmak istediği toplumsal yaşam gibi parametreler çakıştırılarak değerlendirme yapılmalıdır. Bununla birlikte, siyasal alanda ortaya çıkan mücadele başlıklarının da bu süreci etkilediğini bilmek zorundayız.
Eğitimde çöküş ve sektörleşme
Eğitimde çöküş ve sektörleşmenin AKP iktidarı ile başladığını söylemek doğru olmayacaktır. Fakat bu dönüşüm sürecinin ivmesinin artması, hızlanması, atılan adımların radikalleşmesi ve bugün büyük bir sorun yumağı haline gelmesinde AKP iktidarının payı göz ardı edilemez. Rejimsel dönüşüm sürecinin karşılık bulması için müdahale edilen üç alan- sermaye, toplumsal alan ve devlet- eğitim sistemine de yönelik de müdahalenin zorunluluğunu gündeme getirmişti AKP iktidarı açısından. Dolayısıyla yeni bir gençlik kuşağının yaratılması iddiasıyla adım atan AKP, eğitim sistemini kesen ve belirleyen bir biçimde gerici öğelerin artmasına ve eğitimin gericileşmesine sebep oldu.” Dindar ve kindar“ nesil söyleminin yansıması olarak şekillenen eğitim sistemi bugün bilimsel içerikten kopmuş durumda. Bu aynı zamanda toplumsal hayatın şekillendirilmesinde gençliğin işlevine ışık tutması açısından önemli bir nokta olarak görülmeli.
Türkiye’de yaşanan gerici, piyasacı ve işbirlikçi dönüşüme karşı direnç noktaları oluşturan üniversitelerin de şekillendirilmesi ve bu direnç noktalarının törpülenmesi gerekiyordu. Üniversitelerin siyasetten arındırılması, kariyer ve girişimcilik kulüplerinin etkisinin artırılması, akademinin yeni duruma göre dizayn edilmesi, üniversitelerin toplum adına bilimsel bilgi üreten yerler olmaktan çıkarılması gerekiyordu. AKP açısından ortaya çıkan bu ihtiyaç, hem üniversite yönetimlerinin yandaşlar tarafından belirlenmesi hem de akademinin ve sol, sosyalist hareketin tasfiye edilmesi hamleleriyle karşılanmak istendi.
Bir diğer nokta ise eğitimin sermaye sınıfının eline bırakılarak sektörleşmenin genişlemesi hamlesi olarak karşımıza çıkıyor. Özel okul sayılarındaki ciddi artış aynı zamanda AKP iktidarının sermaye sınıfına sunduğu nimet olarak okunmalı. Bununla birlikte, işlevinden uzaklaşan ve neredeyse diploma satan merkezler haline gelen üniversite tablosuyla karşı karşıya kalmış bulunuyoruz.
Bugüne devrolan sorunlar
AKP’nin adımlarına karşı kimi noktalarda tepkiler ve karşı çıkışlar gündeme gelse de bunların bütünlüklü bir mücadele hattına evrildiği söylemek gerçekçi olmaz. Gericileşmeye karşı “Laik ve bilimsel eğitim boykotları”, sınav skandallarına karşı liseli gençliğin YGS eylemlerinde yükselttiği tepki, üniversiteli gençliğin eğitimin özelleştirilmesine ve ticarethane mantığıyla işlemesine karşı haklarını savunduğu eylemler günümüzde Boğaziçi direnişi, zamlara karşı yapılan eylemlerle devam ediyor. Bugün eğitim sisteminin en büyük sorunlarından birini ise eğitime ulaşma zorluğu oluşturuyor. Ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte yaşanan yoksullaşma ve paralı eğitim gerçeği büyük bir sıkışmayı da beraberinde getirmiş durumda. Özellikle özel üniversitelerde fahiş zamlara karşı gelişen mücadele, eğitimde özelleşmenin yansımalarını tüm toplumun önüne sermiş durumda. Devlet üniversitelerinde ise beslenme, barınma, ulaşım, ders materyalleri gibi temel ihtiyaçların devlet tarafından karşılanmıyor olmasının yarattığı çelişki gençlik açısından sorgulamayı ve arayışı da geliştiriyor.
Sermaye düzeni ise günü kurtarma noktasında adımlar atmaya ve gençlik içerisinde büyük bir tepkinin oluşmasını engellemeye çalışıyor. KYK borçlarının faizlerinin silinmesinden, yurt sorununda oluşacak mağduriyet ve tepkilere karşı mevcut yurtlardaki yatak kapasitesinin artırılması bu düzeleme oturuyor.
Nasıl bir eğitim ve hangi yol?
Eğitimin niteliği ve karakterine dair yapılan tartışmalarda başa yazılması gereken noktanın eğitim ve toplumsal çıkar arasındaki ilişki olduğu vurgulanmak zorunda. Eğitim, toplumun inşasında devreye giren önemli bir araç olarak aynı zamanda toplumun parçası olan insanın yetiştirilmesinin ve “yaratılmasının” da aracı olarak işlev görüyor. Sorun, eğitim sisteminin bu özelliği değil, eğitim sisteminin üzerinde yükseldiği toplumsal yapının karakteri olarak belirlenmeli. Dolayısıyla topluma hizmet eden, insani değerleri öğreten, toplumun ihtiyaçlarına yanıt üretmeyi amaçlayan, insanı geliştiren, toplumun karşı karşı kaldığı ya da kalabileceği sorunlara çözüm üretmeyi hedefleyen bir eğitim sisteminin, toplumsal anlamda eşitlik üzerine kendini kuran bir sistemde var olabileceğini belirtmek durumundayız. Bunun tersi eğitimi sistemden, toplumdan, siyasal mücadelelerden ayrıksı ele alan ve eğitime sihirli bir değnek atfeden yaklaşımlara çıkar ki, bu durum yaşanan süreçten kurtuluşa hizmet etmeyecektir.
Sınıf ayrımının ortadan kaldırıldığı ve eşitliğin sağlandığı bir toplumda ise eğitim tüm topluma ulaşabilecek, parasız ve eşit şekilde tüm bireylerin faydalanabileceği bir hak olarak şekillenecektir. Eğitimin ve bilimin üzerindeki sermaye sınıfının hegemonyasının kaldırılmasıyla bilimsel üretimin gelişmesinin ve topluma yönlendirilmesinin önü açılacaktır.
Dolayısıyla Türkiye’de bugün emekçiler ve gençler için büyük bir sorun anlamına gelen eğitim sisteminin dönüştürülmesi ve amacına uygun haline gelmesi için “nasıl bir eğitim?” sorusunun mutlaka “nasıl bir ülke?” sorusuyla birlikte ele alınması ve parasız, eşit bir eğitimin üzerinde yükselebileceği bir ülkenin kurulmasına güç akıtılması gerekmektedir.