Genel

Her tarikat bir FETÖ adayıdır

Barış Terkoğlu 

“FETÖ, FETÖ, FETÖ” diyoruz. Kavramlar aklın hapishanesidir. Bu kavram da bir şeyi gizliyor. FETÖ, yakın zamana kadar İslamcı bir cemaat olarak kabul ediliyordu. Kavramın hukuki yanı bir yana, söylenişi çoğu zaman meselenin bu tarafını gizlemeye yarıyor.

Bunu en çok sonrasında görmek mümkün. FETÖ’nün tasfiyesinden sonra herhangi bir iktidar için iki yol vardı. Bir, iktidarı bir kez daha tarikat ve cemaatlerle paylaşmak. İki, iktidarı eski düzenin yanılgılarından arındırarak yeniden kurmak. Tarih tekerrür etmez, biz yanılgılarımızı tekrar ederiz. AKP için de geçerli. FETÖ ile işbirliği onun sınıfsal ve siyasal seçimiydi. Bu seçimin değişmesi beklenemezdi. Haliyle yeniden kurulan bozulan eskiden farklı olmadı.

Hiç bilmiyorlar denebilir mi?

 POLİS AKADEMİSİ’NİN RAPORU GERÇEĞİ HATIRLATIYOR

Hatırlayın, 2017 yılında, Erdoğan, Polis Akademisi’nin mezuniyet töreninde kürsüye çıkmış, “devletin içinde hiçbir kişinin, ekibin veya grubun paralel bir yapılanmaya gitmesine izin veremeyiz” demişti. Aynı yıl Polis Akademisi bir çalıştay düzenledi. Akademi Başkanı Yılmaz Çolak’ın yönettiği çalıştaya kritik noktalarda bulunan savcı, hakim, bürokrat, akademisyen hatta Cumhurbaşkanlığı’ndan 21 isim katıldı. Çalıştayın bitiminde Polis Akademisi yayınlarından “Yeni Nesil Terör: FETÖ’nün Analizi” adlı rapor çıktı. Rapor, “FETÖ” kavramının unutturduğu bir olguyu, Fethullahçılığın bir “dini cemaat” görüntüsünde olduğu gerçeğini henüz başlangıcında hatırlatıyordu:

“FETÖ’nün kırk yıllık geçmişine bakıldığında örgütlenmesini gerçekleştirmede ve kendini meşrulaştırmada en çok dinî değerleri kullandığı ve kendisine dinî bir cemaat görüntüsü vermeye çalıştığı anlaşılmaktadır. (…)FETÖ elebaşının da tasavvufi kavram ve değerleri kullanmak suretiyle bu gücünü pekiştirdiği görülmektedir.”

Devletin raporuna göre, FETÖ denilen şey, Nurculuk içinde büyüyüp serpilmiş tarikat yapısından başka bir şey değildi: 

“Örgüt elebaşı Gülen öncelikle Said-i Nursi’nin takipçisi olarak yola çıkıp insanları etkilemek istemiştir. Nitekim FETÖ yapılanması, faaliyete geçtiği dönemden itibaren uzun bir süre Nurcu bir hareketin içerisinde bir kol şeklinde kendisini tanıtmıştır. Said-i Nursi’nin ölümünden sonra 1960’lı yıllar ile Nurcu hareketi ‘Yazıcı ve Okuyucu Nurcular’ diye iki kola ayrılmıştı. Okuyucu grup içerisinde yer alan Gülen, 1970’li yıllar ile birlikte bu grup içerisinde kendi grubunu (Gülenciler) oluşturmaya başlamıştır. Bu dönemde örgüt elebaşı Said Nursi’nin eserlerini okumuş ve okutmuş; Nursi’nin kendi hayatından aktardığı birçok hikâye de sanki kendi başından geçmiş gibi anlatmıştır. (…) Bu nedenlerle 1990’lı yılların sonuna kadar ağırlıklı olarak dini referansları Said-i Nursi ve Risaleler olmuştur.” 

‘’‘GLADİO’ TARZI YAPILARCA DEVŞİRİLMİŞ MUHAFAZAKAR SEÇKİNLERE İHTİYAÇ DUYULDU” 

İşin ilginci, Türkiye’de sağın, Soğuk Savaş boyunca Gladyo’ya uyumlu yapısı da raporda özetlenmişti:

“1950’den sonra geçilen demokratik sistemde seçmenlerinin çoğunluğunun muhafazakâr olduğu bir yapıda ‘radikal laik seçkinler’ yapısı ve anlayışı karşılık bulmuyordu. Sivil siyaset ve toplum üzerindeki vesayeti sürdürebilmek için vatandaşların geneline hitap edecek, ‘Gladio’ tarzı yapılarca devşirilmiş muhafazakâr seçkinlere ihtiyaç duyuldu”.

 Üstelik rapor, FETÖ’nün dini cemaat boyutuna değinilmiyor olmasını bir zaaf olarak tarif ediyordu:

“15 Temmuz sonrası yapılan açıklamalara, itirafçıların vermiş oldukları bilgilere bakıldığında hiçbir kritik bilginin ifade edilmediği ve konunun magazinel bir boyuta çekildiği görülmektedir. Ayrıca bu yapının ısrarla ve bilinçli olarak özellikle dinî boyutuna değinilmeden sadece terör örgütü boyutuna indirgeme eğilimi belirmektedir. (…) FETÖ’nün kırk yıllık geçmişine baktığımızda örgütlenmesini gerçekleştirme ve kendini meşrulaştırma konusunda en çok dinî değerleri kullandığı ve kendisine dinî bir cemaat görüntüsü vermeye çalışmıştır.”

 “BAŞKA GRUPLARA GÖZ YUMULMAMALI”

İşte bu noktadan sonraki tespiti:

“Bu toplulukların sivil toplum kuruluşları gibi faaliyet göstermeleri beklenmiş, ancak bu yapılar sivil toplum örgütlenmesi niteliğinde de kalamamıştır. Dolayısıyla ilgili alanlarda devletin denetimi büyük önem arz etmektedir.” 

Üstelik bizzat devlet raporunun kendisi bir çözüm perspektifi ortaya koyarken, FETÖ’den sonra devlet içindeki boşluğa göz diken cemaatlere açıkça işaret ediyor:

“Dinî örgütlenmelerin dinî sahada tutularak bunların bürokraside yapılanmalarının önüne geçilmelidir. Bürokraside FETÖ’den boşalan yerlere göz diken ve devlet içerisinde örgütlenme gayretinde olan başka gruplara da kesinlikle göz yumulmamalıdır.”

MAKBUL SAYILAN TARİKATLAR 

Gelgelelim, raporlarda yapılan bu tespitlerin gerçekte hiçbir karşılığı olmadı. Türkiye’de, 30 tarikat silsilesi, bunlara bağlı 400 civarında kol, 445 tekke, 800 medrese ve bunlarla irtibatlı en az 3 milyonluk bir kitle cemaat yapısını tarif ediyor. Dikkat edilirse, tarikat ve cemaatler toplumun çoğunluğunu tarif etmekten çok uzak. Öte yandan, tarikat ve cemaat demek, sermaye demek, kadro demek, medya demek, güç demek. Aşağı yukarı tüm tarikatların sermaye örgütlenmeleri var. Kendi medyalarını kurmuş durumdalar. Öte yandan kadrolarıyla belli bir kitleyi harekete geçirebiliyorlar. Haliyle, AKP gibi tarikatlarla kolay ilişki kuran bir siyasetin bu yapılara duyduğu ihtiyacın özü dinî motivasyonlar değil, güce sahip olmak. 17-25 Aralık’tan başlayarak FETÖ’nün gücünü tasfiye eden AKP iktidarı, bunun yerine eski bir araç olarak öteki tarikat ve cemaat yapılarını yerleştirdi.

Ortaya çıkan sonuç şaşırtıcı değil…

Bugün devlette, yüksek yargı içinde en örgütlü cemaat İskenderpaşa. Takım elbise giyen, sakal tıraşı olan, Özal’dan Erbakan’a siyasetçilerle iyi ilişkiler kuran bu cemaat, makbul sayılan örneklerden.

 Öyle ki…

En bilinen örneği AYM Başkanı Zühtü Arslan. Hatırlayın, AYM, gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül için “hak ihlâli” kararı verince Erdoğan “saygı duymuyorum” demişti. Kısa bir süre AYM Başkanı’nın geçmişi gündem oldu. Zaman gazetesinde yazı yazması, Polis Akademisi’nde FETÖ projelerine verdiği destek konuşuldu. Hakkındaki FETÖ ithamlarını bitiren ise Arslan’ın İskenderpaşa geçmişi oldu. Eski Akit yazarı Faruk Köse şöyle anlattı:

“Zühtü Abiyi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden tanırım. Milli Görüş/İskenderpaşa çizgisinden gelir. Zühtü Bey’le Hak Yol Vakfı’na bağlı evlerde bir yıl kaldık. O mezun oldu, biz devam ettik. Paralel imâsı gerçeği yansıtmıyor.”

Devamını bir başka Akitçi Serdar Arseven getirdi:

“İmam Hatiplidir”, “Hak Yol evlerinde kalmıştır”, “Ensar ruhludur, Ensar camiasına destek vermiştir”, “Birçok ortak dostumuz bunu söyledi”.

 MENZİLCİ BAKANLAR

Menzilciler, başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, jandarmada ve poliste örgütlü. Yargıda da çok sayıda mensupları var. Türkiye’de en uzun süre, tam 11 yıl Sağlık Bakanlığı yapan Recep Akdağ Menzilci. Hastaneler, ilaç ihaleleri derken cemaat devleti tutup parmağını yalıyor. Üstelik bu iş o kadar aleni ki, Menzil Cemaati eski şeyhi Muhammed Raşid Erol’un oğlu Feyzettin Erol, cemaatten ayrılıp kendi dergâhını kurunca, gazeteci Saygı Öztürk’e durumu şöyle anlattı:

 “Enerji Bakanı Taner Yıldız da, Sağlık Bakanı Recep Akdağ da bizim evimizde büyüdüler. Her hafta yanımda olan insanlardı. Şimdi selam da vermiyorlar. (…) Biz, Menzil’den kopunca onlar da bizden koptular. (…) Bugün işim Sağlık Bakanlığı’na düşerse hayatta beni muayene de etmezler. Menzil’e gitmediğim için. O yüzden biz devlet hastanesine değil, özel hastanelere gidiyoruz.”

NURCULAR’IN 10 FARKLI KOLU DEVLETTE ÖRGÜTLÜ

Kuşkusuz en ilginç örnek Nurcular. Daha dün içlerinden FETÖ çıkmamış, birlikte uzun yollar yürümemişler gibi, Nurcular’ın çeşitli fraksiyonları devlet içinde güçlerini koruyor. Said Nursi’nin metinlerinin okumasına dayanan bu yapının 10 farklı kolu devlet içinde adından söz ettiriyor. Onları her vesileyle tartışıyoruz. Bir tarikat evinde isyan ederek camdan atlayan Enes, devletin gözü önünde büyüyen Nurcuların Okuyucular kolunun yurdundaydı. Ya da 104 emekli amiralin bir açıklamasıyla kendini yargı önünde bulduğu Sarıklı Amiral, Nurculuğun Kurdoğlu kolundandı. 15 Temmuz’dan sonra alınıp, cemaat liderinin yargıya yön veren mektubuyla bırakılan A-101’in patronu, Meşveret toplantılarına katılıyordu. Milli Eğitim’de sıkça anlaşmalarla gördüğümüz Hayrat Vakfı, Nurcuların Yazıcılar kolundan.

TARİKAT TOPLANTISINA KATILAN AYM ÜYESİ 

“6 yaşındaki çocuk evlenebilir”, “7 yaşında bir kız çocuğu ve 25 yaşında erkek nikâhlanabilir”, “3 yaşında kız çocukları amcalarının yanına külotla çıkmamalı” diyen Nurettin Yıldız’ı hatırladınız mı? Yıldız bile devlet içinde taraftar buluyor. Adalet ve Medeniyet Derneği, diye bir derneği var.  Düzenlediği toplantılara bugün AYM’de olan Selahaddin Menteş’ten Yargıtay üyelerine kadar birçok isim katılıyor.

İHALELERDEN ALDIĞI PARAYI OKTARCILARA GÖTÜRDÜ

2018 yılında yapılan operasyonun ardından hakkında binlerce yıllık davalar açılan, kedicikleriyle ünlü Adnan Oktarcılar bile devletin içinde var. Erdoğan’ın TCDD Genel Müdürlüğü’ne atadığı Abdülkerim Murat Atik, Oktar kökenli olmasının yanı sıra bir dönem aldığı ihalelerin parasını Cemaatine götürüyordu. Oktar’ın evinden çıkan notlar incelendiğinde İstanbul eski Cumhuriyet Başsavcısı’nın ona “kardeşim” diye hitap ettiği ortaya çıktı. Nitekim Başsavcı’nın koruması davada sanık oldu. Düşünün, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bu cemaatle o denli yakındı ki İstanbul Emniyeti operasyonu Ankara’dan habersiz yapmak zorunda kaldı. Zira, operasyon sabahı bile Oktarcılar, Soylu’ya özel telefonundan ulaşmaya çalışmışlardı.

Kısacası, 15 Temmuz’dan sonra AKP iktidarı eski düzeni yeni adlar altında sürdürmeyi seçti. Haliyle FETÖ tasfiye olurken yerlerine yeni FETÖ adayları çıktı. Zira her cemaatin aslında söyleyemediği gizli bir hikayesi var. Mesiyanik bir inancın devamcısı olarak her cemaat kendi liderini, “beklenen mehdi” inancının temsilcisi olarak görüyor. İslam içinde kendi İslamını en doğru sayıyor. Kendi şeyhini, müridini cennete taşıyacak rehber olarak görüyor. Bu sistem içerisinde biat etmek cennete gitmenin en kolay yolu. Akıl tüketiliyor, gözler kapatılıyor, düşünce terk ediliyor. Tanrı, şeyhin parmağının ucuna düşüyor. Tanrıyı göstererek dünyada iktidarı kuran, yoksullara bir başka dünyada zenginliği vaat eden düzen holdingleşiyor, devletin tepelerini zaptediyor, hürriyeti ortadan kaldırıyor. Haliyle AKP için, tıpkı öteki sağ iktidarlar gibi, kadro ve sermaye kaynağı olarak var olmaya devam ediyor.

ORTADAN KALDIRMA KONTROL ALTINA ALMAKTAN DAHA KOLAY 

Ya biz?

Kimilerine göre tarikatlar sivil toplum örgütü. Kimilerine göre denetlenerek yaşamaya devam etmeli. Ancak hayatın gerçekleri gösteriyor ki tarikatlar ne sivil ne de denetlenebilir. Eşitsiz bir rejimi tamir etmeye çalışmanın onu değiştirmekten daha zor olması gibi. Gücünü düzenden alan, öte yandan düzeni besleyen bu yapıları ortadan kaldırmak, kontrol altında tutmaktan daha kolay. Yeter ki kökü başka bir toprakta, yaprakları bir başka baharda, insanın yükseldiği bir geleceğe ilk adım atma cesareti eksik olmasın.

Comments are closed.

0 %