Geçmişten bugüne düşmeyen kale: İstanbul Üniversitesi
Ceren Soner
Turan Emeksiz’e, Deniz Gezmiş’e, Sibel Ünli’ye, Hakan Taşdemir’e ve mücadele içerisinde kaybettiğimiz, adını bu yazıda anamadığımız tüm İstanbul Üniversitesi devrimcilerine…
Türkiye siyasi tarihi, belirli dinamiklerin örgütlülüğü ve takiben kendini göstermesiyle yazılıyor. Bunlardan en önemlisinin işçi sınıfı hareketi olduğunu ve diğer dinamikleri de örgütlülüğü ile belirlediğini biliyoruz. Örgütlü kesimlerin siyasete en çok müdahale edebildiği anlar, işçi sınıfının da en örgütlü olduğu dönemlere denk geliyor şüphesiz. Biz de bu yazıda işçi sınıfı hareketinin dışında görülemeyecek olan bir dinamiği; öğrenci gençliği ele alacağız. Öğrenci hareketleri başlığı özelinde İstanbul Üniversitesi’nin politikleşmesini anlatırken mücadele tarihindeki önemini de okuyucuya verebilmeyi umuyoruz.
Üniversitelerin ülke siyasetine olan etkisi daha da geriye uzanırken öğrencilerin bu etkinin bir parçası olması 60’lı yıllarda başladı diyebiliriz. 27 Mayıs’ın hemen öncesinde muhalefeti bastırmak için bir dizi “önlem” alan Demokrat Parti iktidarına karşı tepkiler, ilk olarak İstanbul Üniversitesi’nde öğrencilerle buluşmuştu örneğin. “28-29 Nisan Olayları” olarak anılan bu dönemde Beyazıt ana kampüsten Beyazıt Meydanı’na (*) sıçrayan eylemleri örgütleyen öğrenciler; “Kahrolsun diktatörler!”, “Hürriyet isteriz!” sloganları atıyorlardı. O döneme kadar görülmüş en kitlesel öğrenci hareketi olan bu eylemde, daha sonra ismi okul yemekhanesine verilerek kampüsün içine bir heykeli dikilecek olan İstanbul Üniversitesi öğrencisi Turan Emeksiz katledildi; yüzlerce genç ve öğretim görevlisi müdahalelerde yaralandı. Bu hareketlilik daha sonra Ankara’ya sıçradı ve böylece 27 Mayıs’a giden süreçte önemli bir uğrak noktası, bir tetikleyici olmuş oldu.
Hepimizin bildiği bir örnek ise, yalnızca memleketimizde değil, bütün dünyada öğrenci gençliğin en önemli hareketlerinden biri olan ’68 Hareketi. 1940’ların sonunda başlayan emperyalizmle uyum süreci Türkiye’yi yirmi seneden kısa sürede kendi kendine yetemeyen bir ülke haline getirmiş, bu da emekçilerin üzerindeki sömürünün her geçen gün daha da ağırlaşmasına sebep olmuştu. Bu tabloda güçlenen işçi sınıfı hareketiyle bağların en kuvvetli olduğu 1960’lar, üniversitelerde memleket sorunlarının tartışılmasına da zemin hazırlamıştı. Evet işçi sınıfı örgütlüydü ama bu yıllar aynı zamanda üniversitelerde öğrenci profillerinin de değişmeye başladığı zamanlardı. Anadolu’nun dört bir yanından gelen emekçi çocuklarının yükseköğretim için büyük şehirleri tercih etmeye başlaması ve akabinde yaşadıkları barınma, beslenme, burs yetersizliği gibi sorunlar bu tartışma ortamını besliyordu. Memleketin nasıl kalkınacağını sorgulayan ve emperyalizmi baş düşman ilan eden öğrenciler, bu bilinçlenme ışığında yüzlerce bildiri yazarak onlarca eylem örgütlediler. Bu eylemlerden şüphesiz en şanlısı; 6. Filo eylemleridir. Yüz binlerce gencin ve emekçinin birlikte yürüdüğü, tam bağımsızlık sloganlarının tüm İstanbul’u sardığı bu eylemler, 6. Filo askerlerinin denize dökülmesine kadar varmıştı. Her kuşağın olduğu gibi bu kuşağın da öncüleri vardı elbette. Yalnızca 25 yaşındayken idam edilen Deniz Gezmiş vardı örneğin; İstanbul Üniversitesi’nde hukuk öğrencisiydi. Üniversite içerisinde binlerce öğrenciyi bağımsızlık ve sosyalizm fikriyle tanıştırmış, kitlesel eylemler örgütleyerek mücadeleyi büyütmüştü. Son sözleri; “Yaşasın tam bağımsız Türkiye, kahrolsun emperyalizm!” olan Deniz’in bugüne bıraktığı miras o kadar büyüktür ki, Beyazıt Meydanı yıkılıp baştan yapılsa bile yürüdüğü yollardan izi hiçbir zaman silinemeyecektir.
Darbeyle birlikte sol düşüncenin kökünü Türkiye’den kazımanın hedeflendiği 80’li yıllar, üniversite açısından da durgun geçti. 90’lı yıllar ise bu hedefin hiçbir zaman tam olarak başarılamayacağını gösteren hareketliliklerle açıldı. Kapatılan siyasi partiler, dernekler ve sendikalarla birlikte işçi sınıfı hareketinin de tekrardan toparlanmaya başladığı bu yıllarda üniversiteler içerisinde tartışmalar yeniden alevlendi. ’95-96 öğretim yılı, üniversite harçlarına yapılan %400 zamla açılınca; parasız eşit eğitim talebi yakıcı bir gündem haline gelerek gençlik hareketini belirlemeye başladı ve “29 Şubat İstanbul Üniversitesi İşgali”ne giden süreç böyle örülmüş oldu. Beyazıt Meydanı’nda başlayan eylemlerin yüzlerce öğrenci ile okulun içine taşınıp gece saatlerine kadar sürmesi, ’80 sonrası örgütlenen en büyük eylemin gerçekleşmesi anlamına geliyordu. Zamların geri alınmasına sebep olan bu eylem, İstanbul Üniversitesi’nin tarihine devrimcilerin attığı bir imza niteliğindeydi.
2000’li yıllarda öğrenci gençlik, AKP iktidarının gittikçe gericileşen ve baskıcı hale gelen iktidarına karşı ve rağmen adı bu yazıda anılamayacak kadar çok eylem gerçekleştirdi. Bu yıllar aynı zamanda YÖK’ün kuruluşundan sonra üniversitelere fiili müdahalelerin en çok arttığı döneme tekabül ediyor. İstanbul Üniversitesi de sanki “pilot okulmuş” gibi değerlendirilerek bu müdahale süreçlerinin bir parçası ve ilk göğüsleyicisi haline getirildi. 2015 yılında üniversite içerisinde demokratik yollarla seçilmiş rektörün usulen atamasını yapması gereken YÖK, başka bir aday olan Mahmut Ak’ı atadı örneğin. Bu ilk usulsüz rektör ataması değildi elbet fakat en çok sesi çıkaran üniversitelerin başında geliyordu İstanbul. Öğrenciler AKP’li Mahmut Ak’ın atanmasına karşı yeniden bir üniversite işgali örgütledi fakat bu süreç seçilmiş Rektör Raşit Tükel’in “eylemci öğrencilerin sorumluluğunu alamayacağını ve eylemi bitirmeleri gerektiğini” söylemesiyle son buldu. Bu tarihten itibaren üniversiteye içeriden müdahale etmek kolaylaştı, iktidar tarafından desteklenen gerici ve faşist çetelerle devrimcilerin arasında sayısız gündem yaşandı. IŞİD militanları okula sokularak ilerici öğrencilere göz dağı verilmek istendi fakat bu çabalar da devrimcilerin karşı müdahalede bulunmasıyla boşa çıkarıldı. 2016 ve 2017 yıllarında KHK’larla atılan ilerici öğretim görevlileri için bir dizi eylem gerçekleştirildi. 2018’de içlerinde İstanbul Üniversitesi’nin de bulunduğu 13 üniversitenin bölünerek yeni kurulacak 20 üniversiteye bağlanmasını öngören; üniversitenin geleneğini yok etmek isteyen ve piyasacılığın, özelleştirmelerin, üniversitenin sektör haline getirilmesinin önünü açan yasa tasarısına karşı öğrenciler, Beyazıt Meydanı’nda gerçekleşen “bölünme eylemleri”yle tepki gösterdiler.
2020’nin başında öğrencilerin yemek hakkını gasp eden İstanbul Üniversitesi yönetimi, artık yemekhanede kahvaltı verilmeyeceğini ve bir öğün yemekhaneden yiyen öğrencinin ikinci öğün için 18 lira vermesi gerektiğini duyurdu. Bu haberi vermek için final sınavlarını ve yılbaşı tatilini bekleyen yönetim, tüm çabasına rağmen tepkilerin önünde duramadı ve ilk günden yüzlerce öğrenci Beyazıt’ta yemekhane hakkı için eylem yaptı. Buz gibi soğukta günlerce Ana Kapı’da toplanan öğrenciler, dilekçe vermek için bile okullarına alınmazken bazı kesimler tarafından terörist ilan edildiler ve polis müdahalesiyle karşılaştılar. Süreci yürüten öğrencilerin kararlılığı ve halkın tepkisiyle geri adım atmak durumunda kalan yönetim, kararı iptal etti. Bu sürecin örgütleyicilerinden olan TKH Gençliği, yaptığı basın açıklamasında şu ifadeleri kullanmıştı: “Bugün üniversitelere yönelik yapılan her türlü kazanımın geri alınmaya çalışılması, üniversite öğrencisini müşteri olarak gören zihniyetin ürünüdür! Üniversite öğrencileri olarak; parasız ve eşit eğitim mücadelesini daha da yükselteceğimizi ilan ediyoruz.”
60’lardan bugüne, üniversiteleri teslim etmeyen anlayış örgütlenerek büyümeye devam ediyor. Bizler, geçmişten aldığımız mirası ileriye taşımak için; eşit, parasız ve bilimsel eğitime ulaşabilmek için; geleceksizlik sarmalının son bulması, piyasacılığın ve özelleştirmelerin üniversitelerimizden kapı dışarı edilmesi için tek çaremizin örgütlü mücadele olduğunu biliyoruz. Bu bilinci yaymak için geliyoruz.
(*) Beyazıt Meydanı’nın adının 27 Mayıs sonrası Hürriyet Meydanı olarak değiştirilmesinin sebebi de bu eylemlerdir. 1980’e kadar bu isimle anılan meydan, ’80 Darbesi’nden sonra yeniden Beyazıt Meydanı olarak adlandırılmıştır.