Bookchin çıkmazı: Ekolojik bir topluma doğru
Hasan Alioğlu
Murray Bookchin (1921-2006), kapitalist toplumsal ilişkilerden tiksinerek bu toplumsal düzenle mücadele etmek gerektiğini vaaz eden tanınmış bir anarşist. 1950’li yılların sonlarında başlayan, özellikle 60’ların ikinci yarısından sonra artan ivmeyle toplumsal bir hareket görünümü yakalayan ve 80’li yıllarla birlikte kendinden oldukça söz ettiren ekolojik hareketin toplumsal ekolojist kuramcılarından biri.
Ekolojik Bir Topluma Doğru, yazarın 1973-79 sonlarında yazdığı makalelerinin belirli bir bütünlük içerisinde toparlanarak kitaplaştırılmasından oluşan ve kimi yanlarıyla daha ayrıntılandırılmış başka konu başlıkları altında tartışılması gereken kapsamlı bir kitap. Bundan kastım yazarın ele aldığı, eleştirdiği, değindiği konular hakkında karşı değerlendirme ve eleştiriler yapılmaya kalkıldığında Marksist-Leninist düşüncenin temel kuramsal saiklerinin her biri üzerinden tartışma yürütülebileceğidir. Burada sadece yazarın sorunsalının özüne değinilecek bir değerlendirme ve eleştiri yapılacaktır.
Ekolojik bunalım kökenini aradı ve buldu: Hiyerarşi ve egemenlik
Bookchin dünyanın ekolojik bunalımla yüz yüze olduğuna dikkatlerimizi çekmekle başlıyor ve ekolojik bunalımın özünü kapitalist düzendeki toplumun, organik evrimin getirdiklerini tamamen tahrip etmesi ya da yok etmesinden kaynaklandığını gözler önüne seriyor. Öte yandan ekolojik bunalımın köklerinin nüfus artışında yatmadığını, nüfus artışının özünde sadece kapitalizmin ucuz emek rezervleri sağlamak için yarattığı bir sonuç olduğunu, gelinen noktada akılsızca çoğalmanın kontrol altına alınması gerektiğini, bu kontrolün ise otoriter ya da ırkçı yöntemlerle ve nihayetinde kitlesel soykırımlarla sağlanan bir toplumsal kontrol mekanizmasıyla olmayıp; özgürlükçü, ekolojik yönelimli toplum tarafından gündeme getirilip çözümlenmesi gerektiğine dikkat çeker (s. 40-43). Ne var ki ona göre ekolojik bunalıma kaynaklık eden kök daha derinlerde, hiyerarşide saklıdır.
Bookchin insanın doğayı sömürmesi ve hükmü altına alması gerektiği kavrayışının, insanın insan üzerindeki egemenliği ve sömürüsünden kaynaklandığını ve gerçekte bunun ataerkil ailede kadını sömürmeye, hükmü altına almaya başlamasına kadar uzandığını iddia etmektedir (s. 45). Ancak burada sorulması gereken bir soru karşısında hiçbir açıklayıcı veriyi ortaya koymaz. Acaba insanın doğa karşısında egemenlik mücadelesi vererek onun karşısında kimi kontrolleri eline geçirmesi mi yoksa aile mi (ataerkil terimini kasıtlı olarak kullanmıyorum, zira ataerkil aile yapısı karşılığında bir de anaerkil aile yapısının olmuş olmasını gerektir ki anaerkilliğin insanlığın herhangi bir döneminde görüldüğüne dair kesin bir kanıt yoktur) daha önce ortaya çıkmıştır? Bu sorunun yanıtının verilememesi, yazarın yaptığı gibi bir nedenselliği pek geçerli kılmamaktadır.
Bookchin’e göre hiyerarşiyi ortadan kaldıracak olan bütünüyle yeni bu toplum özellikle ekoloji, feminizm ve cemaat denetimi etrafında biçimlenen hareket ve eğilimlerin özgürlükçü güçler olarak gerçekleşmesi ile doğa üzerinde insanın, kadın üzerinde erkeğin ve toplum üzerinde devletin tahakkümününün, teknolojik, kurumsal, kültürel olarak ve bireyin rasyonalitesi ve duyarlılığı anlamında ortadan tamamen kalkmasıyla olacaktır (s. 20-21).
Ancak asıl odaklanılmak istenen, insan gelişmesinin temelindeki toplumsal sorun olarak gördüğü hiyerarşi ve tahakkümdür. Bookchin, hiyerarşi ve tahakküm sorununun sadece ekonomik temelli sınıf sorunu olmayıp aynı zamanda aile, okul, kent içindeki yaş, cinsiyet, eğitim, bürokrasi ve etnik bölünmelerde de temel sorun olduğunu görmektedir. Toplumun hiyerarşik olarak çözümlenmesinin sınıfsal çözümlemeyi içerdiğini iddia etmekte ve hiyerarşinin insanın doğa üzerinde hakimiyet kurmaya başlamasıyla oluşup devam ettiğini söylemektedir (s.36-37).
Sınıf yönetimi ortadan kalksa bile bu durum hiyerarşik ilişkilerin varlığını ortadan kaldırmaz. Bu ilişkiler her yerde varlığını sürdürür (s.117) der ve marksizmi bu noktadan eleştiriye başlar. Oysa ne Marx’ta ne de Marksizmin diğer kaynaklarında her yerde sürecek olduğunu iddia ettiği bu hiyerarşik ilişkilerin var olup olmayacağına ya da nasıl ortadan kalkacağına ilişkin kuramsal bir çerçeve görülürmez. Yazar bu saldırısını o dönem yaşanan reel sosyalizm deneyimindeki kimi hatalı uygulamaları temel alarak gerçekleştirmektedir.
Haydi durmayalım, dünyanın akılla kavrandığı içimizdeki düşmanı yenerek ekolojik bir toplum kuralım
Bookchin’e göre kentler ademi merkezileştirilmeli ve içinde yer aldıkları ekosistemlerin kalıbına uyum sağlayabilen yeni eko-cemaatler, yani tüm çevresine ve döngülerine aktif bir katılım duygusu taşıyan, doğanın ekosistemine özgü biçimlenen topluluklar kurulmalıdır. Bu eko-cemaatler üretimde kalıcılığı ve niteliği vurgulayacak, esnek, her amaca uygun makinelerden oluşan eko-teknoloji tarafından desteklenmelidir. Düzenlenen böyle yerleşimler bürokrasinin önünü tıkayacak ve doğrudan demokrasi çağını açacaktır (s.72-73). Alternatif enerji kaynakları eko-teknolojiye temel oluşturacaksa insani ölçekte olmalı, devasa, kavranamayan endüstriyel işletmelerden oluşan şirketlerdeki devleşmenin yerini, insanların kavrayabilecekleri ve kendi başlarına yönetebilecekleri küçük işletmeler almalıdır (s.90).
“Ciddi bir Marksizm eleştirisi, burjuva aydınlanmasınınAydınlanma’sının en gelişkin ürünü, hatta doruğu olarak onun derin doğasından başlamalıdır.” (s.186) Bu cümleleriyle başlar Marx ve marksizmle hesaplaşmaya. Marksizmin bir hayvan olarak insanın doğadan ayrılarak insanlaşmasının doğayı egemenliği altına almasıyla mümkün olduğu görüşünü egemenliği meşrulaştırıcı olarak değerlendirerek saldırır. Kaçırdığı nokta, insanın yabancılaşmasının sadece üretim sürecinde değil, doğaya hakim olmaya başlayan insanın doğadan yabancılaşmasıyla kendisine de yabancılaştığı tezidir. Marksizm akıl ile dünyanın çözülebileceğini savunmasıyla aydınlanmanın bir çocuğudur, ancak marksizm Bookchin’in karikatürize ederek göstermeye çalıştığı gibi aydınlanma düşünürleri D’Holbach, D’Alembert, Diderot, Montesquieu’nun fikirlerinin bir eklemlenmesi değildir.
Bookchin kapitalizmin rasyonel yollarla nüfus sorununu çözemeyeceğini ve buna eşlik eden ekolojik buhran ile de bir kıtlık manzarası çizer ve insanların şimdiden bunu görmeye başladığını, kendiliğinden bir uyanışla kıtlık sonrası sınıfsız ekolojik topluma yöneldiği hayalini görür. Hayal diyorum çünkü onun verdiği örnekler öylesine aklın alamayacağı iyimserliklerle doludur ki eko-teknolojilere zemin hazırlayacak dediği alternatif enerjilerin kullanım alanlarının yayılımına bakarak bir yöneliş olduğunu iddia edebilmektedir. Bir kere Bookchin kendini ütopyasına kaptırdı mı dur durak bilmemektedir, öyle ki değişimin ayak seslerini şimdiden duymaktadır. Sıradan pasif topluluklar maddi yaşam koşulları üzerinde kontrolü ele geçirmek üzere yeni girişimler başlatmışlardır bile (s.126). Yazıların yayınlandığından bu zamana kadar en az 43 yıl geçtiğini hatırlatmak yeterli.
“Sınıfsız bir kıtlık sonrası toplumun olanakları ve hiyerarşik ilişkilerin anlamsızlığı karşısında onlar sezgisel olarak sosyalizmin değil, komünizmin sorunlarını ele alıyorlar. Onlar sezgisel olarak, yalnızca maddi sömürü anlamında değil, tüm biçimleriyle ve nüanslarıyla tahakkümü ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Buna bağlı olarak genelde otorite her yerde zayıflıyor… yine buna olarak, toplumun tüm dokularına,… sızan son derece kişisel bir başkaldırı duygusu gelişiyor. Bu başkaldırı… önce günlük yaşamı kuşatıyor ve sistemin soyut politik ve ahlaki doğrularını zayıflatmadan önce bireyin sisteme somut sadakatini zedeliyor.” (s.242 –vurgular bana ait). Vurguların yapıldığı cümlelere bakarak bunların ne kadar doğrulanabilmiş olduklarını tartışmak dahi gerekmediğini düşünüyorum. Ham hayal…
Kişiselcilik, karşı-kültürel hareket olarak dil kullanımı, mimik, jest, tavır, giyinme biçimleriyle egemenliğe başkaldırı kendini gösteriyor. Ayrıca ona göre her devrimci hareket toplumsal olduğu kadar kültürel de olması gerekmektedir (s.36). Burada her popüler kültür öğesi içerisinde direniş ve başkaldırı unsurlarının bulunmasının bir uzantısını olması gerçeğinden başka bir şey yok. Oysa yaşanan deneyler göstermiştir ki karşıt-kültür olan bir kültürel hareket bütünsel siyasal ve ideolojik mücadele olmadığı sürece er ya da geç ya marjinaliz edilmekte ya da kitle kültürü içerisinde çökertilmektedir.
Son olarak şuna da dikkat çekmek gerekiyor, Boockhin ütopyasının gerçekleşmesi için salt kendiliğinden özeylemlilik dışında herhangi bir yol olmadığını söylemektedir. Çünkü bu tarz dışındaki yollarda mutlak suretle egemenlik ilişkileri ortaya çıkacak ve kendini yeniden üretecektir.
Sonuçta, Bookchin bu makalelerini kapitalist üretimin buhran anlarından sıyrılma çabaları sırasındaki zaman dilimleri içerisinde yazmış ve kendisi kapitalizmi karşısına almaya çalışırken, söz edilen buhranla beraber doğarak yayılmaya başlayan postmodernizm ideolojisinden etkilenerek anarşizmden de gerilere, post-modern siyasetin yeni sol eksenine yedeklenmiştir.
1 Murray Bookchin, Ekolojik Bir Topluma Doğru, (Çev: Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1996