Yenile Yenile Yenmeyi Öğrenmek
Demir Silahtar
1848’de ne oldu, neden oldu?
1848 Devrimi, aslında sadece ilk ortaya çıktığı Fransa’yı değil, Avrupa’daki diğer birçok ülkeyi doğrudan veya dolaylı biçimde etkileyen, pek çok monarşinin yıkılmasına ve yerlerine parlamenter rejimlerin kurulmasına neden olan, ulus devletlerin ve ulusal hareketlerin yaygınlık kazanmasını sağlayarak gerek Avrupa’nın gerekse Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu gibi çok uluslu devletlerin siyasi görünümlerinde büyük değişimler yaratan, hemen hemen eş zamanlı bir devrimci sarsıntılar silsilesidir.
Bununla birlikte 1848 Devrimi’ne karakterini veren ve örneğin yine Fransa’da kendisinden yaklaşık yirmi yıl önce gerçekleşen 1830 Devrimi’nden onu ayırt eden olgu, kuşkusuz bu devrimin bir işçi sınıfı devrimine evrilmiş olmasıdır. Aslında 1789 Büyük Fransız Devrimi de dahil tarihteki bütün burjuva devrimlerinin de kitle tabanını ve vurucu gücünü “ayaktakımı”, “sans culotte”, “baldırı çıplak” ve benzeri küçültücü adlarla anılan yoksul hak yığınları oluşturur, ama 1848’de tarihte ilk kez işçi sınıfının, başka bir sınıfın değil, kendisinin çıkarları için devrimci bir meydan okumasına tanık olunmuştur.
Büyük Fransız Devrimi’ni en ileri noktaya taşıyan Jakobenlerin 1794 Thermidor darbesiyle devrilmeleri, onların yerini alan Direktuar yönetiminin de 1799’da Napoleon Bonaparte tarafından yine darbeyle iktidardan indirilmesi, Fransa’da burjuva demokratik dönüşümün akamete uğramasına sebep olmuş, Korsikalı topçu generali Napoleon, eski bir Jakoben olmasına karşın, Cumhuriyet’in ilkelerini ayaklar altına alarak 1804’te kendisini imparator ilan etmişti.
Napoleon Savaşları adıyla bilinen süreçte, önce parlak askeri zaferlerle kıta Avrupasını fethedip Moskova kapılarına kadar dayanan, sonra da küçük düşürücü yenilgilerle iktidarı kaybederek hayatını Atlas Okyanusunun ortasındaki ücra Saint Helena adasında noktalayan “imparator”un ardından, Fransız Devrimi’nin alaşağı ettiği Bourbon hanedanı yeniden tahta geçmiş, giyotin kaçkını soylular ülkeye geri dönerek eski düzeni restore etmişlerdi. Ama bu çok uzun sürmedi, Temmuz 1830’da Paris’te patlak veren devrim Bourbon’ları tekrar devirdi. Ancak bu kez Cumhuriyet’in yeniden kurulması yerine, büyük burjuvazinin, özellikle de mali aristokrasinin çıkarlarını savunan Orleans sülalesinden Louis Philippe kral olarak tahta geçirildi.
İngiltere’den farklı olarak Fransa’da sanayi burjuvazisi henüz hâkim bir pozisyonda bulunmuyor ama sınai kapitalizmi giderek gelişiyor ve buna paralel olarak da işçi sınıfının nicel ağırlığı artıyordu. İngiltere’de baş gösteren ekonomik krizin 1847-48 yıllarında Fransa’yı da etkisi altına alması, tarımsal üretimdeki gerileme, yaşamın pahalılaşması, toplumsal çelişkileri derinleştirirken sanayi burjuvazisi ile mali aristokrasi arasındaki anlaşmazlıkları da arttırıyor ve diğer sınıfların da kaynamaya başlamasına neden oluyordu. Köylülük perişan haldeydi, kent küçük burjuvazisi, zanaatkârlar ve işçiler büyük tüccarlara, bankacılara ve sanayicilerce karşı öfke içindeydi. Dış ticaretin ve sınai üretimin dibe vurmasıyla, işsizlik olağanüstü arttı. 24 milyonluk Fransız nüfusu içinde en zengin burjuvalardan ve toprak sahiplerinden oluşan sadece 240 bin kişilik bir azınlığın oy hakkına sahip olması, ekonomik ve sosyal çelişkilerden kaynaklanan bölünmüşlüğü perçinleyen bir başka öfke kaynağıydı.
Nihayet, 1848 Şubat’ında reform talebiyle başlayan gösteriler kısa sürede bir halk ayaklanmasına dönüştü ve 22 Şubat’ta Paris sokaklarında art arda barikatlar yükseldi. İki gün sonra kral Louis Philippe Fransa’dan kaçtı ve 26 Şubat’ta da muhalefet güçleri İkinci Cumhuriyet’i kurmak üzere bir geçici hükümet oluşturdular. Gelgelelim Şubat Devrimi’ni birlikte yapan küçük burjuvazi, büyük burjuvazi, hanedan muhalefeti ve işçi sınıfı temsilcilerinden oluşan Geçici Hükümet çıkarları birbiri ile karşıtlık içinde karmakarışık bir görünüm arz ediyordu. İkinci Cumhuriyet’in ilanı ancak işçi sınıfının süngüsünün zoruyla mümkün olabilmişti. İşçilerin talepleri karşısında korkuya kapılan burjuvazi devrimi ilerletmek ve feodal kalıntıları ortadan kaldırmak adına adım atmayı reddediyor, bir yandan da köylülerle işçileri birbirine düşürmeye çalışıyor ve işçi sınıfını hizaya getirmek için lümpen proletarya içinden muhafız taburları kuruyordu. Kaçınılmaz olarak kısa sürede iç savaş patlak verdi ve haziran ayında işçiler burjuva efendilere karşı ayaklandılar.
Tarihte ilk kez burjuvazinin eşitlik, özgürlük, kardeşlik palavralarına karşı kendi kızıl bayrağı altında ayağa kalkan işçi sınıfı, bağımsız örgütlenme ve mücadele deneyiminden yoksun oluşu ve küçük burjuvazi ve köylülüğü kendi safına çekmekte başarısız olması neticesinde büyük bir yenilgiye uğradı. Daha Paris sokaklarında katledilen beş bin işçinin kanı kurumadan, burjuvazi iktidarını sağlamlaştırdı ve yapılan ilk seçimlerde Napoleon Bonaparte’ın yeğeni Louis Bonaparte iktidara getirildi. Ardından işçi kulüpleri kapatıldı, genel oy hakkı kaldırıldı. Avrupa’nın diğer ülkelerine de yayılmış olan devrim 1848 sonbaharına gelindiğinde her yerde yenilmiş, burjuvazi işçi sınıfı korkusuyla kendi devrimine ihanet etmiş, monarşiyle uzlaşmış, gericilik kazanmıştı.
1905’te ne oldu, neden oldu?
1917 Ekim Devrimi’nin prelüdü veya provası olarak değerlendirilen 1905 devrimi, sürmekte olan iktisadi bunalım karşısında “Çar Babalarına” durumlarının düzeltilmesi için dilekçe vermek isteyen 140 bin işçinin, sosyal reformcu bir din adamı kimliğiyle tanınan ama, aslında bir polis ajanı olduğu işçiler tarafından o sırada bilinmeyen papaz Gapon’un önderliğinde Kışlık Saray’a yaptığı yürüyüşe Çar’ın emriyle ateş açılması ve “Kanlı Pazar” olarak anılan bu olayda binden fazla işçinin katledilmesi üzerine başlamış, “Kahrolsun istibdat!” sloganlarıyla sokaklara dökülen yüzbinlerce işçi grevler ve gösteriler düzenleyerek kolluk kuvvetleriyle çatışmaya girmişti.
Devrim kısa sürede Rusya’nın dört bir yanına yayıldı. O sıralar Rus Çarlığının bir parçası konumunda olan Varşova’da göstericilere ateş açılması ve yüzlerce insanın öldürülmesi üzerine başlayan genel grev sırasında, Lodz sanayi merkezinde işçiler sokaklarda barikatlar kurarak üç gün boyunca Çar kuvvetlerine silahla karşı koydular. Şehirlerdeki ayaklanmalar bir müddet sonra kırsal bölgeleri de etkiledi ve büyük toprak sahiplerine karşı köylü ayaklanmaları başladı.
Öte yandan o sırada devam etmekte olan Rus-Japon Savaşı’nda, Rus donanmasının ve ordusunun utanç verici bir hezimete uğraması hem halk hem de askerler arasında Çarlığa karşı büyük bir öfke dalgası yaratırken, Karadeniz donanmasına ait “Potemkin” zırhlısındaki denizciler beslenme ve barınma koşullarının olumsuzluğu, baskı ve kötü muamele karşısında ayaklanarak geminin kontrolünü ele geçirdiler ve bir işçi kenti olan Odessa limanına demirlediler. Grevci işçilerin devrimci denizcilere yoğun destek vermeleri üzerine şehre sevk edilen 50 bin kişilik Çarlık ordusu, katliam yaparak altı bin kişiyi öldürdü.
İşçi, köylü ve asker ayaklanmalarından paniğe kapılan liberal burjuvazi, büyük toprak sahipleri ile ittifak halinde Çar’la anlaşma gayreti içerisine girerek onu birtakım göstermelik reformlar yapmaya ikna etmeye çalıştılar. Bunun sonucunda Çarlık hükümeti, “Duma” adı verilen bir temsilciler meclisi toplamayı kabul etti.
Devrimci işçi hareketine önderlik eden sosyal demokratların iki kanadı (Bolşevikler ile Menşevikler) arasında devrimin ilerletilmesi meselesinde köklü görüş ayrılıkları vardı. Lenin önderliğindeki Bolşevikler Rusya’da mevcut koşullar altında burjuvazinin devrime önderlik etmesinin mümkün olmadığını, işçi sınıfının köylülük ile ittifak kurarak devrimin öncülüğünü ele alması gerektiğini savunurken, Menşevikler işçi sınıfının liberal burjuvaziyle anlaşmasından yanaydı.
1905 sonbaharına gelindiğinde devrimci eylemler bütün ülkeye yayılmış, grevler tüm Rus sanayisini durma noktasına getirmişti. Ayrıca bu dönemde kendiliğinden ortaya çıkan işçi sovyetleri, devrimci bir iktidar alternatifi olarak giderek güçlenmekte ve yaygınlaşmaktaydı. Bu koşullar altında Çar (eski Rus takvimine göre) 17 Ekim fermanı olarak bilinen bir bildiri yayınlayarak “kişi dokunulmazlığının, vicdan, söz, toplanma ve dernek kurma özgürlüğünün sağlanacağı” vaadinde bulundu. Çar’ın bu vaatleri kitlelerde kafa karışıklığına yol açmış, ılımlı kesimlerin grevci işçilerden uzaklaşmasına neden olmuştu. Uygun zamanı kollayan Çarlık hükümeti 16 Aralık’ta İşçi Delegeleri Sovyeti Yürütme Kurulu’nun bütün üyelerini tutuklatarak saldırıya geçti ve ayaklanmaları bastırması için askeri birlikleri Moskova’ya gönderdi. Bunun üzerine Moskova’da başlayan silahlı ayaklanmada işçiler barikatlar kurarak dokuz gün boyunca Çarlık kuvvetleriyle savaştılar ancak diğer bölgelerden destek almaları mümkün olamayınca Moskova ayaklanması ve diğer yerlerdeki artçı ayaklanmalar çok kanlı bir biçimde bastırıldı. Rus Devrimi şimdilik yenilmişti.
1848 ve 1905 dersleri
Bu iki devrimin yenilgisinden şüphesiz işçi sınıfı bir dizi ders ve sonuç çıkardı. 1848 devriminin gerçekleştiği sıralarda Komünist Manifesto’yu kaleme almış olan Marx ve Engels, devrimin yenilgisinin öncelikle kıta üzerindeki ekonomik gelişme durumunun kapitalist üretimi ortadan kaldırmak için yeterince olgun olmadığını gösterdiğini düşünüyorlardı. Burjuvazinin işçi sınıfı korkusuyla kendi devrimine ihanet etmesi olgusu karşısında ise, mülk sahibi tüm sınıflar egemen konumlarından uzaklaştırılana, işçi sınıfı devlet iktidarını ele geçirene dek devrimi sürekli kılmanın gerekli olduğu ayrıca her şeyden önce, işçilerin bağımsız olarak örgütlenmelerinin zorunlu olduğu sonucuna vardılar. Ayaklanmanın açık ve kesin olarak belirlenmiş bir amacının, planının ve önderliğinin olmaması da yenilginin önemli nedenlerinden bir diğeriydi.
1905 Devrimi’nden çıkan dersler de bundan çok farklı değildi. Lenin ve Bolşeviklere göre devrim sırasındaki olayların gidişatı Rusya’da da liberal burjuvazinin halkla değil, Çar’la ittifak kurmaya çalıştığını ve devrime ihanet ettiğini açıkça ortaya koymuş, devrimin ancak işçi sınıfının politik önderliği altında zafere ulaşabileceği, bunun için de işçi sınıfının kendi bağımsız örgütlenmesinin güçlendirilmesi ve iktidarı almaya hazırlıklı hale getirilmesi gerektiği kanıtlanmıştı.
İşçi sınıfının bağımsız bir odak olarak kendini politik ve toplumsal algıda ortaya koymadığı her durumda burjuvazinin şu veya bu kanadının, şu veya bu düzen partisinin kuyrukçusu haline geleceği, bu nedenle sınıf bilinçli işçilerin ve sosyalist aydınların görevinin her koşulda işçi sınıfının bağımsız siyasi hattını örgütlemek ve onu güçlendirmek olduğu, şüphesiz 1848 ve 1905 deneyimlerinin üzerinden geçen bunca zamana karşın önemli bir ders olarak halen güncelliğini korumaktadır.