Mercek

Yeni bir dönem

Behiç Oktay

 2021 yılının başından beri başta ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde neoliberalizmin sonuna gelindiğine dair bazı alametler belirmeye başladı. Türkiye’de de tartışılan ve tartışılmaya devam edecek olan bu konu, neoliberalizmin sonu ve burjuva ideolojilerinin sınırları dahilinde neoliberalizme karşı konumlandırılan sosyal demokrasinin geri dönüşü çerçevesinden ele alınıyor.

Yeni Ülke Dergisi’nin önceki sayılarında bu konuyu ele almaya çalıştık. Özellikle pandemi dönemi ile birlikte dünya genelindeki emekçiler için zorlaşan hayat koşulları ve sonrasında sermaye sınıfının belirli kesimlerinde belirmeye başlayan sosyal konulara dönük hassasiyetler, son dönemde Avrupa’da sosyal demokrat partilerin yükselişi ve Almanya, Norveç gibi ülkelerdeki seçim başarıları, Türkiye’de ise sosyal demokratların desteğini alan CHP’nin AKP sonrasının en ciddi alternatiflerinden biri olarak öne çıkmaya başlaması ile bu meselede gelinen noktayı daha detaylı bir biçimde ele alma gerekliliği doğdu.

Şöyle başlayalım, pandeminin başlangıcında kapitalizmin yapısal sorunlarının ve eksikliklerinin tüm çıplaklığı ile bir bir ortaya çıkması, emekçilerin durumunu daha da kötüleştirmişti. Tüm dünyada hayat durmuşken fabrikalarda, atölyelerde, tarlalarda, marketlerde, hastanelerde hayat emekçiler için devam ediyordu. Eve kapanan emekçiler için mesai günü ve saati kavramı ortadan kalkmış, işsiz kalanlar için ise hayat gün geçtikçe daha da zor bir hale gelmeye başlamıştı.

Bu durum düzen ile emekçileri karşı karşıya getirme potansiyelini barındırmaktadır. Gün geçtikçe mutsuzlaşan ve durumları daha da kötüye gidenler ile Boğaz’a sıfır yalılarında spor yaparken “sakin ol champ” diyenler arasındaki eşitsizlikler, pandemi döneminde daha net bir şekilde gözler önüne serilmiştir. Bu da dünya genelinde genel bir huzursuzluğun ve sermaye sınıfı için endişenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. “Pandemi öncesinde başlayan … sorunlar, pandemi ile birlikte daha da şiddetlendi” kalıbını her şey için kullanmaya başladık. Bu kalıpta boş olan yeri ekonomik, siyasi, sağlık sistemi, eğitim sistemi, çalışma düzeni, kültür-sanat, çevre ve daha pek çok mesele ile doldurmak mümkün hale geldi. Bu durum, yani dünya genelindeki, toplumlarda oluşan huzursuzluk, okların yavaş yavaş kapitalizme dönmeye başlamasına yol açtı. Ancak bu oldukça sınırlı bir ölçüde kaldı.

Peki neden? Neden artık dünyaya zarardan başka bir şey getirmediği gün gibi ortada olan bu düzen, onca tepkiye ve rahatsızlığa rağmen nasıl hala ayakta kalabiliyor? Bu soruyu aklımızda tutalım.

Pandemi süreci devam ederken 2020 yılının sonunda ABD’de başkanlık seçimleri oldu. Seçimi Demokrat Parti adayı Joe Biden kazandı. Seçim sürecinde ise 2016 seçimlerinde olduğu gibi Bernie Sanders’ın bol kepçeden “sosyalizm” sözcüğünü içeren söylemleri damga vurdu. Bu arada, Sanders’ın “sosyalizm” ifadesini sıkça kullanmasının olumlu anlamda ilgi çekmesi ve olumlu tepkiler alması ile Sanders’ın sosyalizm anlayışı arasında ciddi bir açı farkı olduğunu ifade etmek gerekir. İki durum farklı şekilde ele alınmalıdır.

Devam edecek olursak, bu dönemde tartışılan konuların başında, kapitalizmin neoliberal döneminin kapanmakta olduğu ve artık yerine yeni bir modelin konması gerektiği geliyordu. Şayet ABD Başkanı Biden, göreve başlamasının ardından, neoliberalizm döneminde pek aşina olmadığımız adımlar atmaya başladı. Başta ülkedeki otoyolların ve köprülerin, sekiz yıllık bir zaman zarfında yenilenmesini sağlayacak 1,2 milyar dolarlık altyapı paketini, pandemiden etkilenen vatandaşlar için 1,9 milyar dolarlık yardım paketini, orta ve düşük gelirli aileler için 1,8 milyar dolarlık yardım paketi önerilerini kongreye sundu. Böylece Biden, ABD’nin en “sosyal” başkanlarından biri olarak bilinen Franklin D. Roosevelt döneminden beri gördüğü en büyük devlet yatırım ve yardım paketlerini, görevdeki ilk yılını doldurmadan kongreye sundu.

Bu adımları, yeni vergi düzenlemeleri izledi. Küresel Asgari Kurumlar Vergisi, Yeni Yeşil Mutabakat gibi vergi düzenlemeleri de işin hem ABD hem de uluslararası yanını etkileyen adımlar oldu. Devletin ekonomiye müdahale etmesi, yeni vergi düzenlemeleri gibi konular gündeme geldikçe, “neoliberalizmin sonu geldi” görüşü ağır basmaya başladı.

Biden’ın bu adımları Türkiye’de de yankı buldu. Türkiye’de de “neoliberalizmin sonu mu?” tartışmaları çeşitli mecralar üzerinden yapılmaya başlandı. Aynı zamanda dergimizin danışma kurulu üyesi olan Korkut Boratav hocamız çeşitli yazı ve demeçlerinde dünya genelinde yeni bir sosyal demokrasi dalgası beklenmemesi gerektiği, eğer bir sosyal demokrasi dönemi olacaksa bunların yalnızca emperyalist ülkelerin kendi içlerinde yaşanacağı ve diğer ülkelerde neoliberalizmin devam edeceğini ifade ediyordu. Aynı dönemde adını tek tek sayamadığım çok sayıda yazar da çeşitli mecralarda “neoliberalizmin sonu” tartışmalarına dahil oldu. Tartışmaların odak noktası neoliberalizmin sonunun gelip gelmediği ve neoliberalizmden sonra insanlığı nasıl bir dünyanın beklediğiydi. Bu tartışmaların ortaklaşamadığı noktalar olmakla birlikte, tek ortak noktanın artık neoliberalizmin sonunun geldiğine dair tartışmaların ve sorgulamaların yükselişte olduğunu söyleyebiliriz.

Neoliberalizmin sonu gündeminde gözden kaçırılan önemli iki noktanın altını çizmek istiyorum. Birincisi, neoliberalizm bitti denilince sanki kapitalizm bitti gibi bir algı oluşabiliyor. Bu da bir yanıyla neoliberalizmin sonunun gelmesinin bütün dertlerimizi silip süpüreceği algısını yaratıyor. Şunun altını kalınca çizmek gerekir ki neoliberalizm, kapitalizmin yalnızca bir modelidir. Kapitalizm tarih boyunca karşımıza liberalizm, faşizm, sosyal demokrasi vb. pek çok biçimde çıkmıştır. Kapitalizm, kendi varlığını koruyabilmek adına, bu ideolojileri ihtiyacına göre dönem dönem öne çıkarmış, dönem dönem geri plana atmıştır. Bu nedenle eğer neoliberal dönem sona eriyorsa, bu tüm dertlerimizden kurtulduğumuz anlamına değil, kapitalizmin karşımıza koyacağı yeni ideolojik projeler ile yeni bir mücadele yürütülmesi gerektiği anlamına gelir.

İkincisi ise, neoliberalizmin herhangi bir toplumsal tepki olmaksızın değiştirilemeyeceği algısıdır. Bu bakış açısına göre, sermaye sınıfı emekçilerden güçlü bir tepki görmediği müddetçe neoliberal modelden vazgeçmeyecektir. Yazının önceki kısımlarında da belirttiğim gibi, böyle bir tepki olmasa dahi, potansiyeli var. Bu bile kendi başına yeterli bir sebep olarak görülebilir. Ancak bu bakış açısına dair asıl sorun son derece ezberci, kitabi ve mekanik olmasıdır. Ortada bir toplumsal tepki olmasa dahi sermaye sınıfı kendi çıkarları gereği bu tip bir değişimi gündemine alabilir ve daha sonra kendi ihtiyaçları doğrultusunda yapacağı değişimi sanki tüm toplumun ihtiyacıymış gibi gösterip, bunu toplumun talepleri doğrultusunda yapıyormuş görüntüsü çizebilir. Tarih, egemen sınıfların kendi sorunlarını, tüm kesimlerin sorunuymuş gibi gösterdiği örneklerle doludur.

Refah devleti modelinin güçlü olduğu yıllar için her zaman söylenen şey, bu modelin Sovyetler Birliği’nin varlığından ve Avrupa genelinde komünistlerin güçlü olmasından kaynaklandığıdır. Bu görüş kesinlikle doğrudur. Çünkü sermaye sınıfı o koşullarda kendini bu yöntemle kurtarabileceğini düşünüyordu. Bugün kapitalizme yönelik artan tepkiler de sermaye sınıfını -en azından bir bölümünü- bu tip önlemler almaya itiyor gibi görünüyor.

Özetle, sermaye sınıfının yeni arayışlara girmesi, toplumsal tepkilerden veya kendi özel ihtiyaçlarından kaynaklanıyor olabilir. Bugünkü durumun hangisinden kaynaklandığını tespit etmenin özel bir önemi yok. Her iki durumda da kapitalizmin devamlılığı söz konusudur. Yani ne toplumsal tepkiler her zaman dev aynasında görülmeli ne de sermaye sınıfının tarihsel bilincini hafife alınmalıdır.

Dolayısıyla dünya genelindeki sermaye düzeninin neoliberalizmden kabaca bir tarifle sosyal demokrasi benzeri bir yapıya geçmesi için halk ayaklanmaları veya toplumsal harekete ihtiyaç vardır gibi bir anlayış doğru değildir. Ancak diğer yandan, böyle bir tehdidin ufukta belirmesi dahi kapitalizmi adım atmaya zorlamaktadır. Bu da sermaye sınıfının tarihsel bilincinin bir yansımasıdır.

Bu doğrultuda atılan adımlara baktığımızda Biden ile başlayan sürecin Avrupa’ya da ulaştığını söylemek mümkündür. Avrupa’da son aylarda gerçekleşen seçimlerde sosyal demokrat partilerin yeniden iktidara geldiğini görmeye başladık. Özellikle Almanya’da Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) uzun zaman sonra seçimlerden birinci parti olarak çıkması ve bugün itibariyle hükümet kurma yolunda sorunsuz ilerliyor olması, ABD’de Biden ile başlayan sürecin Almanya’da devam etme olasılığını doğurdu.

Burada yine birkaç noktanın altını çizmek gerekiyor. Birincisi, sosyal demokrat partilerin güçlenmesinin sosyal demokrasinin dönüşü ile eşdeğer görülmesi büyük bir hatadır. Öyle ki 1990’lı yıllarda sosyal demokrat partiler, örneğin Tony Blair’in liderliğindeki İşçi Partisi, neoliberal politikaların bayraktarlığını yapmaktan geri durmuyorlardı. Bugün de Almanya’ya baktığımızda SPD’nin koalisyon ortakları, bir merkez parti konumuna gelen Yeşiller Partisi ile neoliberal politikaları amansızca savunmayı sürdüren Hür Demokrasi Partisi (FDP) olacak. Türkiye’de AKP sonrası konuşulan hükümette de sosyal demokrat CHP, milliyetçi İyi Parti, dinci Saadet ve AKP artığı Deva ve Gelecek partilerinin yer alacağı senaryolar çiziliyor.

Dolayısıyla önümüzde neoliberal olmayan ama liberal değerleri gözeten, zamanı geldiğinde milliyetçiliği de dışlamayacak esneklikte bir sosyal demokrasi dönemi olacağa benziyor. Türkiye’de de şu an buna benzer bir tartışma var. Türkiye’nin son dönemde özellikle yoğunlaşan laiklik, Kemalizm, 5’li çeteye dair kamulaştırma söylemleri, mülteciler, SADAT gündemi, CHP’li belediyelerin kamu hizmetlerine ağırlık vermeye başlaması, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Merkez Bankası ziyareti ve geçtiğimiz hafta düzenlenen TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu’nda yapılan konuşmalar vb. örnekler tam da buralara oturuyor.

İkinci olarak ise sosyal demokrasinin bir burjuva ideolojisi olduğunu zaman zaman tekrar hatırlatmak gerekiyor. Sosyal demokrasi, bir kapitalizm ideolojisidir. Burjuvazinin kendi ihtiyaçları doğrultusunda dönem dönem öne çıkan, dönem dönem geri plana atılan bir modeldir. Dolayısıyla eğer yakın gelecekte sosyal demokrat hükümetlerin ve politikaların sayısında bir artış olur ise, bunun yaklaşık 40 yıldır neoliberalizmin etkisinde olan dünya için kapitalizme karşı düşmanlığı körükleyip körüklemeyeceği üzerine düşünülmelidir.

Bugün açısından tabloya baktığımızda bir geçiş döneminde olduğumuzu söylemek gerekiyor. Dünya genelindeki sermaye sınıfı, neoliberalizmden yeni bir modele geçişin yollarını arıyor. Bu yolun ne olacağı henüz belli değil. Ancak ABD ve Almanya gibi ülkelerde gerçekleşen değişimler, bu değişimin yeni bir tip sosyal demokrasiye doğru olabileceğinin işaretlerini veriyor.

Küresel kapitalizmin gündeminin belirlendiği önemli kurumlardan biri olan Dünya Ekonomik Forumu’nun ortaya attığı “Büyük Sıfırlama” kavramı, sermaye sınıfının daha iyi bir kapitalizm arayışında olduğunu gösteriyor. Bu kavramın içinde özellikle Kovid-19 sürecinde artan ekonomik eşitsizliğin giderilmesi, sürdürülebilirliğe önem verilmesi, yeni vergi düzenlemeleri ve başta sağlık sektörü olmak üzere kamunun daha aktif görev alması gibi hedefler bulunuyor.

Sermaye sınıfının Türkiye’de de yavaş yavaş önümüze koymaya başladığı, “daha iyi bir kapitalizm” nasıl bir şey olabilir? Daha iyi bir kapitalizm, iyi kapitalizm, ne iyi ne kötü kapitalizm, kötü kapitalizm, daha kötü bir kapitalizm… Böyle mi olacak? Biz de şöyle soralım: Sömürülmenin iyi ve kötü yanları nelerdir? Yoksul olmanın en iyi 3 yanı nedir?

“Daha iyi bir kapitalizm” meselesi, Yeni Ülke Dergisi’nin elinizde bulunan sayısının dosya konusunu da kapsıyor. Çevre konusundaki hassasiyetler en azından şimdilik, sermaye sınıfının en önemli başlığı haline geldi. Kapitalizm kıt kaynaklar, çevre felaketleri, kuraklık, gıda sorunu, temiz su sorunu gibi kendi yarattığı sorunlara çözüm arıyor veya çözüm arayışındaymış gibi görünmek istiyor. Böylelikle hem kendi geçmişi ile hesaplaşıyor görüntüsü verebilecek hem de dünya genelinde oluşan hassasiyetlere karşı çözüm getiriyormuş gibi görünebilecek. Biz de bu dosyamızda kapitalizmin çevre konusundaki “hassasiyetlerinin” altında neler yattığını gün yüzüne çıkarmaya, çevreyi katleden kötü kapitalizmden, çevreyi önemser görünerek yeni bir pazar oluşturmaya çalışan “daha iyi bir kapitalizmin” maskesini düşürmeye çalıştık.

Dolayısıyla yazının başında sormuş olduğum, “neden artık dünyaya zarardan başka bir şey getirmediği gün gibi ortada olan bu düzen, onca tepkiye ve rahatsızlığa rağmen hâlâ nasıl ayakta kalabiliyor?” sorusunun yanıtı da burada saklı. Sermaye sınıfı, kapitalizme yönelen okları sadece neoliberalizme çevirerek kendisini kurtarmanın yolunu arıyor.

Bu konunun burjuva partilerinin hepsini etkileyecek bir dönüşüm olması durumunda kimin sosyal demokrat, kimin milliyetçi, kimin muhafazakâr olduğunun bir önemi kalmayacaktır. Nasıl ki neoliberalizm bütün burjuva partilerinin politikalarını özelleştirme yanlısı, kamu yatırımlarını gereksiz gören, işçi düşmanı, serbest piyasacı, emperyalist politikaların destekçisi yaptıysa, önümüzdeki yıllarda da düzen partilerinin neoliberal olmayan, sosyal konulara önem veren, çevre konusunda duyarlı olacaklarını şimdiden öngörebilmek mümkün.

Tabii benzer şekilde bazı şeylerin değişmeyeceğini de öngörebilmek mümkün. Örneğin bugün, emperyalist ülkelerin savaş çığırtkanlığının arttığı bir dönemin içindeyiz. Dünyanın hemen her noktasında siyasi gerginliklerin askeri çatışmaya dönmesi ihtimali bulunuyor. Afganistan gündemi, AUKUS Paktı, Tayvan gündemi, merkezinde Azerbaycan ve İsrail’in olduğu Ermenistan ve İran’ı da kapsayan gündemler, Suriye’de savaşın devam etmesi, Yunanistan ile Türkiye arasında artan tansiyon ve daha pek çok mesele, emperyalizmin önümüzdeki dönemde saldırganlığını daha da artıracağının göstergesidir.

Tüm bu dönüşümün sermaye sınıfının önümüzdeki dönem programı çerçevesinde gerçekleşeceği ise şüphe götürmez bir gerçektir. Burada bizlerin izleyeceği yol da ayrı bir önem kazanıyor. Örneğin kapitalizm çevre sorunlarına eğilmeye başlıyor diye biz bu soruna yüz mü çevireceğiz? Yoksa çevre sorununu yaratanların gerçekte kim olduğunu daha fazla üzerine basarak teşhir mi edeceğiz? 4. sanayi devrimi, dijitalleşme, yapay zekâ, makine öğrenmesi, şeylerin interneti vb. kavramları kapitalizmin safsataları olarak mı düşüneceğiz, yoksa sosyalist geleceği bu yeni koşullar altında nasıl kuracağımıza mı kafa yoracağız?

Dünyanın bir geçiş döneminde olduğu, yeni bir dönemin kapılarının Türkiye ve dünyada açılmakta olduğunu kabul edersek, biz bu işin neresinde olacağız? Elinizdeki Yeni Ülke Dergisi’nin de kuruluş metninde yer alan yeni bir ideolojik mücadele odağının şekillenmesi, sosyalist birikimin toplumsallaşması, solun güçlü bir odağa dönüşmesinin hangi koşullar içinde gerçekleşeceğini kavrayabilmek çok daha önemli bir hale gelmiştir. Yeni bir ülke, yeni bir cumhuriyet hedefini bu yeni döneme damga vuracak gerçekçiliğe kavuşturmak için yüzümüzü geleceğe dönme vaktidir.

[*] Yeni Ülke Dergisi’nde de “neoliberazlimin sonu” konusu çeşitli yazılarda ele alınmıştı. Kapitalizmin Çıkmazı (5. sayı) başlıklı dosya yazılarından Irmak Ildır’ın “Salgın sonrası Kapitalizm 2.0’a doğru mu?”, Avrupa Solu’nu işlediğimiz 7. sayımızda Erkin Öztok’un Demokratik Sosyalizm: Sosyal Demokrasinin Güncel Varyantı” yazılarını bir kez daha okumanızı özellikle öneriyorum.

Comments are closed.

0 %