Ukrayna’da raks
Behiç Oktay
2014 yılından bu yana Rusya ve Ukrayna arasında zaman zaman yükselen tansiyon, ilk kez tüm bölgeyi bu derece etkileyen ve önlem almak adına harekete geçiren bir noktaya erişti.
2014 yılında Ukraynalı milliyetçilerin başlattığı AB ve ABD’nin desteklediği olaylar sonucu hükümet devrilmiş, Donbass ve Luhansk bölgeleri tek taraflı olarak bağımsızlıklarını ilan etmiş, Rusya ise Kırım’ı ilhak etmiş, Ukrayna pek de memnun olmadığı Minsk Mutabakatını imzalamak zorunda kalmıştı. Özetle ilk raundun kaybedeni Ukrayna olmuştu. İkinci raundun hazırlıkları ise devam ediyor. Bu hazırlıkları çeşitli başlıklar altında ele alalım.
ABD Başkanı Joe Biden 4 yıllık görev süresinin başında ülkesinin dış politikasını nasıl şekillendireceğini “Amerika geri döndü” diyerek ifade etmişti. Amerika’nın geri dönmesi ise işgaller, savaşlar, bölgesel krizler yani kısacası tüm dünya için felaket anlamına geliyor. Bugün Ukrayna’daki tablo, ilk olarak bunun göstergesi.
NATO, 2014’ten bu yana başta Almanya ve doğusu olmak üzere Avrupa’ya yerleşmiş bulunuyor. Önceki yıllarda tatbikatların odak noktasını Baltık ülkeleri oluştururken, son dönemde cephe hattı Baltıklardan Ege’ye kadar indi. Bunun yanında ABD, Karadeniz’e savaş gemilerini göndererek de provokasyonlarını sürdürüyor.
NATO’nun Doğu Avrupa ve Karadeniz’deki etkinliği doğal olarak Rusya’yı tedirgin ediyor ve karşılık vermeye itiyor. Bugün itibariyle Karadeniz’e kıyısı olan altı ülkeden Türkiye, Romanya ve Bulgaristan NATO üyesiyken, Gürcistan ve Ukrayna’nın ise NATO’ya üyelikleri gündemde. Yani ilerleyen zamanda Gürcistan’ın ve Ukrayna’nın da NATO üyesi olması durumunda Karadeniz’e kıyısı olan ve NATO üyesi olmayan tek ülke Rusya kalmış olacak. Bu durum Rusya açısından çok ciddi bir tehdittir. Şayet Rusya’nın Karadeniz’e hapsolması ya da en azından Karadeniz ile meşgul olması demek, Akdeniz, Suriye ve diğer bölgelerdeki gücünün zayıflaması anlamına gelir.
Ukrayna ordusunda ise bir süredir reform konusu gündemde. Reformun hedefinde ise Ordunun komuta kademesi, yani bir diğer ifadeyle “Sovyetik” kadrolar var.[1] Ukrayna ordusundaki komuta kademesinin “Sovyetik”liği her ne kadar teknik meselelere indirgenerek ya da “eski kafalılık” üzerinden eleştiriliyor olsa da asıl konu (ülkemizdekine benzer bir şekilde) NATO’cu-Avrasyacı ayrımı üzerinden Ukrayna ordusunu Amerikancılaştırma adımıdır. Dolayısıyla Ukrayna’nın NATO ile yakınlaşması, Rusya ile karşı karşıya gelmesi gibi meselelerin bu tip bir yanı olduğunun da altı çizilmeli.
Rusya’nın bölgesinde kendisini tehdit eden gelişmelere yanıt verme konusunda çekingen davranmadığını yakın tarihte pek çok kez tecrübe ettik. Rusya’nın Ukrayna konusunda da benzer bir tavır takındığını söyleyebiliriz. Ordunun hızlıca Ukrayna sınırına kaydırılması, Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova’nın, “Kiev’in NATO üyesi olmasının Donbass’ta gerilimi tırmandıracağını ve Ukrayna’nın devlet statüsü için geri dönülmez sonuçlara yol açabileceğini” [2] söylemesi gibi olaylar Rusya’nın ciddiyetini gösteriyor.
Ukrayna’nın NATO’ya dahil olması, diğer komşularının üyeliğine nazaran Rusya’nın biraz daha hassasiyet ile yaklaşabileceği bir konu. Rusya’nın Karadeniz komşuları coğrafi konumları nedeniyle Rusya’ya çeper olabilecek konumdayken, Ukrayna Rusya’nın önemli bölgelerine yakınlığı açısından neredeyse içindedir. Özellikle Moskova’ya bu kadar yakın mesafede bir NATO üyesinin olması, Rusya için ciddi sorunlar yaratacaktır.
Rusya, Ukrayna ve NATO meselelerinden bahsederken yakın zamanda Belarus’ta yaşananları da hatırlatmadan geçmemek gerekiyor. Geçtiğimiz Ağustos ayında 26 yıldır Cumhurbaşkanı olan Aleksandr Lukaşenko’nun seçimi bir kez daha kazanması sonrasında protestolar başlamış, Ukrayna’daki Maidan olaylarında olduğu gibi faşist döneme ait bayraklar protestolarda kullanılmış, muhalefet adayı AB, ABD ve NATO yanlısı Svetlana Tikhanovskaya seçimleri kazandığını iddia ederek kendisini başkan ilan etmişti. Görevde olan Rusya yanlısı Lukaşenko, Ukrayna sınırına ordusunu kaydırmaya başladı. Ancak bir taraftan da Tikhanovskaya’nın bir şekilde Belarus yönetimine gelseydi, ortaya bunun tam zıttı bir tablo ile karşı karşıya kalınacaktı. Dolayısı ile Belarus meselesinin de bu konu ile doğrudan ilgili olduğu bilinmelidir.
Artık ABD’nn Rusya’yı yalnızca çevrelemeye değil, doğrudan sıkıştıramaya yönelik girişimlerine şahit oluyoruz.. ABD ile Rusya’nın karşı karşıya gelişleri, Trump döneminde Suriye, Libya, Akdeniz gibi nispeten çevre sayılabilecek ülkeler üzerinden gerçekleşirken, şu anda bu karşı karşıya gelişlerin doğrudan Karadeniz’e Ukrayna’ya taşındığı bir sürecin içindeyiz.Bu açıdan Rusya’nın vereceği karşılık oldukça önemli. Rusya da en ufak bir tereddüt veya geri adım atma belirtisi gösterdiğinde ABD’nin üstüne geleceğinin farkında. Bu nedenle öncelikle okyanus ötesinden gemilerini binlerce kilometre yüzdürüp Karadeniz’e getiren ABD’nin bölgeden çekilmesini talep etmek çok daha gerçekçidir.
ABD’nin Ukrayna konusunda Türkiye’yi sürekli olarak sahaya sürmeye çalışması da dikkat çeken bir diğer konu. Bunun için atılan bazı adımları hatırlamak gerekiyor. “Tarihin sonu” hüsranının yazarı Francis Fukuyama’nın “Droning On in the Middle East”[3] başlıklı yazısında, “Küresel görünüm, askeri SİHA’lar tarafından değiştirildi ve Türkiye burada ana aktör oldu.”… “Bu süreçte Türkiye, daha fazla sonuç üretme kabiliyetiyle ABD, Çin veya Rusya’dan daha fazla kendini büyük bir bölgesel güç simsarı seviyesine yükseltti.” şeklinde Türkiye’nin ve SİHA’ların rolünü övmesi, basında ve kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Fukuyama’nın Türk SİHA’larını övmesi boşuna değil. Ukrayna’da Türk SİHA’larının Donbass ve Luhansk’taki Rus yanlısı bölgelerde kullanılması gündemde. Bu açıdan Türkiye’nin burada oynayacağı rol dolaylı da olsa kritik hale geliyor.
Türkiye’nin Ukrayna ile ilişkileri de oldukça iyi durumda. Erdoğan’ın Zelensky ile sıkça görüşmesi, Kırım konusunda Ukrayna’dan taraf olması ve hepsinden de öte Türkiye’nin bir NATO üyesi olması gibi konularda Türkiye’nin alacağı tavrın işaretlerini gözler önüne seriyor. Ancak Türkiye açısından Rusya’yı doğrudan karşıya almak da çok fazla tercih etmek istemeyeceği bir seçenek olacaktır. Rusya ile Suriye ve Libya’da karşı karşıya olan Türkiye, Karabağ’da da bir nevi Rusya’nın nüfuz alanına girmiş oldu. Ancak Suriye, Libya ve Karabağ’dan farklı olarak Türkiye’nin Ukrayna’ya doğrudan destek verip vermeyeceği sorusunu kesin olarak yanıtlayabilmemiz mümkün değil. Çünkü Türkiye’nin bölgesinde NATO üyesi olmasının avantajlarından faydalanarak söz sahibi olmak istediğini söyleyebiliriz. Bunun için de Yunanistan, Ermenistan, Irak ve Suriye gibi dişini geçirebileceği ülkelere güç kullanmaktan çekinmezken, Rusya, İsrail, Mısır ve İran gibi ülkelerle daha dengeli bir ilişki yürütme çabası içinde.
Özetleyecek olursak, Biden döneminde ABD’nin yalnızca çevreleme değil, çevrelediği alanlardan sızma noktasına geldiğini söylemek gerekiyor. Bu durum şimdilik Ukrayna/Karadeniz ve Tayvan/Güney Çin Denizi alanları ile sınırlı görünse de önümüzdeki dönemde başta Hint Okyanusu ve Arktik Okyanusu olmak üzere Asya’nın dört bir yanını çevreleyen denizlerde geçecek mücadeleler ile karşı karşıya kalacağız. Ukrayna’nın doğusunda ise ne olacağını tahmin edebilmek bu yazının yazıldığı tarih itibariyle pek mümkün değil. Ancak doğru ve kesin olabilecek tek şey, “burada savaş çıkmaz” diyebilmenin imkansızlığıdır.
[1] Ukraine’s Toughest Fight: The Challenge of Military Reform, https://carnegieendowment.org/2018/02/22/ukraine-s-toughest-fight-challenge-of-military-reform-pub-75609. (Erişim tarihi: 13.04.2021)
[2] Zaharova: Kiev’in NATO’ya katılması, Ukrayna’nın devlet statüsü için geri dönülmez sonuçlara yol açabilir https://tr.sputniknews.com/rusya/202104091044234630-zaharova-kievin-natoya-katilmasi-ukraynanin-devlet-statusu-icin-geri-donulmez-sonuclara-yol/ (Erişim tarihi: 13.04.2021)
[3] Droning On in the Middle East, https://www.americanpurpose.com/blog/fukuyama/droning-on/ (Erişim tarihi: 13.04.2021)