Turşusunu mu kurmalı bu üniversitelerin?
Afitap Kuzgun
Elbette hayır!
En baştan cevabını verelim.
Aydınlanma değerlerinin taşıyıcısı, özerk ve toplum için üreten bir kurum olması gereken akademi[2], ideolojiler üstü bir konumda olmadığı için, en nihayetinde kapitalist sistemin ihtiyaçları doğrultusunda adım adım dönüşüyordu. Yaşamın her alanında olduğu gibi üniversiteler için de Kovid-19 pandemisi mevcut dönüşümü belirleyen bir unsur oldu. Pandeminin üniversitelerde en temel etkisinin eğitim-öğretim süreçlerinde olduğu söylenebilir. Malum bu dönemde üniversitelerde de eğitim çevrimiçi sistemlerle yürütülür oldu, el mahkûm, indi hocalar kürsülerden geçti ekranın başına. Pandeminin gidişatının ne olacağı şimdilik belirsiz ama bundan öte, üniversiteler de “pandemi fırsatçılığından” payını alıyor, pek çok sektörde olduğu gibi. Bu fırsatçılığın bariz etkisini Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) aldığı bir kararda görebiliriz. YÖK tarafından yayınlanan kılavuza[3] göre pandemi vb. koşullardan bağımsız üniversite senatolarının alacağı bir kararla eğitim-öğretimin %40’a kadar kısmı uzaktan eğitim yoluyla yürütülebilir. Evet, pandemi bitse dahi ekran başından kalkamayabiliriz.
Aslında tartışmayı bir noktada buradan da çıkarabiliriz, diyelim uzaktan eğitim teknolojileriyle üniversite eğitimi daha nitelikli hale getirildi ve teorik derslerin tamamı, hatta uygulamalı dersler bile uzaktan eğitimle yürütülebilir bir yapıya ulaştırıldı, bir vadede gerçekleşebilir de belki böyle bir durum. Oysa mevcut haliyle bu karar, üniversitelerdeki akademisyenlerin iş yükleri, bölümlerin kontenjanlarının fazlalığı, fiziksel koşulların, teknolojik alt yapının yetersizliği gibi başlıklarla birlikte düşünüldüğünde tartışmalıdır. Bu karar üniversitenin işlevinin, akademisyenin işlevinin ne olduğu, akademisyen-öğrenci ilişkisinin dinamiklerinin nasıl olacağı sorularıyla birlikte ele alınmalıdır. Dikkat ederseniz üretilen bilimsel bilginin niteliğinden bahsetmiyorum bile, bu başka bir yazıya konu olabilir, çünkü üniversitelerde bilimsel aklın varlığını ayrıca tartışmak gerekir. Asgari düzeyde bir nitelik olduğu varsayımıyla, bunu umut ederek yazıya devam ediyorum.
Üniversitenin/Akademinin İşlevi
Üniversiteler bireyi meslek sahibi yapan, daha doğrusu bir diploma almaya indirgeyen bir yapı halini almıştır, hatta ikinci, üçüncü üniversitenizi okuyarak sahip olabileceğiniz diploma sayısını da arttırabilirsiniz. Dolayısıyla dersleri geçmeniz, mezun olmak için gerekli kredi şartını karşılamanız yeterli, buna gerek olmadığı belirtilse de[4], biraz da şanslı(!) iseniz mezun olunca bir işe girebiliyorsanız, üniversite işlevini tamamlamış demektir. Üniversiteyi sadece diploma alıp vermek üzerinden kurguladığınızda (bu algıyı yüksek lisans düzeyinde bile bulabilirsiniz) bir bölüm/program müfredatının neredeyse yarıya yakın kısmının (%40) uzaktan eğitim teknolojileriyle verilebilecek olması da bir sorun olarak görülmeyecektir konunun muhatapları tarafından.
Alınan bu karara istinaden genel eğilim, elbette bölüme göre değişecektir, teorik derslerin mümkün olduğunca uzaktan, uygulamalı derslerin ise yüz yüze işlenmesi yönünde. Bu bakış açısının altında da bilginin sadece aktarımla sağlanabileceği yanılgısı yer alıyor. Oysa pandemi sürecindeki deneyimler bunun ne kadar eksikli olduğunu gösterdi. Etkileşimin neredeyse hiç olmadığı, haliyle aktardığınız bilginin de alıcısı tarafından işlenip işlenmediğinden, nasıl işlendiğinden habersiz bir eğitim süreci geçirildi üniversitelerde.
Bir diğer boyut ise, bilgi aktarımının yanında ve ötesinde üniversitelerin bireyin yetişkin olma sürecindeki sosyal-kültürel etkisinin göz ardı edilmesidir. Üniversite demek öğrencinin farklı bölgelerden/kültürlerden gelen akranlarıyla etkileşimidir, akademisyen-öğrencisi arasındaki etkileşimdir, bireyin üniversiteyi okuduğu kent ile kurduğu etkileşimdir. Her fırsatta laikliğe saldıran, kadını eve bağımlı hale, bakım veren konumuna getirmeye çalışan AKP iktidarının varlığında bu etkileşime, buradan gelecek dönüşüme en fazla kadın öğrencilerin ihtiyacı olduğunu da unutmamak gerekir. Bu etkileşimle kazanılan deneyim transkripte bir harf notu olarak karşılık bulmayacaktır, ancak bireyin politik aklını şekillendiren bir süreçtir, bu nedenle de engellemenin araçlarını geliştirmeleri gerekir.
Eğitim-öğretim ayağını güdükleştirdik, araştırma yönünü ise AR-GE faaliyetleri olarak adlandırılan temelde sanayi işbirliğine dayalı, teknoloji ağırlıklı araştırmalarla sınırlandırdık. Buradan bakınca haliyle akademi bilimsel bilgi değil teknoloji üreten bir yapıya, akademisyen de sadece bilgiyi karşı tarafa transfer eden birine dönüşmektedir. Ne yazık ki, mevcut sistem içerisinde, hele ki uzaktan eğitim sürecinde akademisyenin işlevinin tam olarak buraya denk düştüğünü söyleyebiliriz.
Günümüzde gelişen teknolojilerle birlikte, biraz da İngilizce biliyorsanız, gitgide bu da sorun olmaktan çıkacaktır muhtemelen, bilgiye ulaşmak hiç problem değil. Hatta bir yanıyla bilginin hızlı ve rahat erişilebilir olmasının bir dizi avantajı da sıralanabilir, özellikle akademik çalışmaların uluslararası bağlantılar kurularak teknolojinin getirdiği imkanlarla çok daha kolay yürütülebileceği aşikâr ya da açılan çevrimiçi bir dizi kursla istediğiniz konuyu öğrenebilir, o konuda sertifika sahibi olabilirsiniz. Ne güzel değil mi?(!) Dolayısıyla dert teknolojinin hayatımıza ne kadar dahil olduğu değil, teknolojiyle kolaylaşıyor gibi görünen bazı süreçlerin aslında ciddi bir niteliksizleşmeyi, eşitsizliği ve de yabancılaşmayı beraberinde getiriyor olmasında.
Ekranla gelen yabancılaşma
Yabancılaşma dendiğinde, elbette daha geniş bir kavramsal içeriğe sahip olmakla birlikte, çok somut olarak aklıma şu görüntü gelir: Bandın başında herhangi bir makinanın parçasını hazırlayan işçi ne o parçanın hangi makinaya ait olduğunu bilir ne o ürün nihai haline ulaştıktan sonraki süreci önemser, mekanik bir şekilde sadece ve durmaksızın o parçayı üretmeye devam eder, bütünden, süreçten kopuk. Pandemi sürecinde ekrana bakarak ders anlatmanın (ya da dinlemenin) oluşturduğu hissiyat da tam olarak budur bana kalırsa.
Mevcut haliyle dahi eğitim-öğretim sürecinde girdiğiniz bir dersin öğrencinin sahip olması gereken donanımda nasıl bir karşılığı olduğunun farkında olmayabilirsiniz, dersin etkili bir şekilde yürütülmesi için gerekli öğrenci sayılarının çok üzerinde bir kalabalığa ders anlatıyor olabilirsiniz, dersin etkili olabilmesi için uygun fiziksel/teknolojik/laboratuvar gibi donanımdan yoksun olabilirsiniz ve bunlara benzer başka zorluklar eklenebilir, dolayısıyla süreç içerisinde sizin kontrol edemediğiniz pek çok faktör nedeniyle halihazırda emeğinize yabancılaşıyorsunuz. Bu faktörlerle birlikte fiziksel mekanı da paylaşamadığınız, insan etkileşiminin en temeli olarak kabul edilebilecek olan göz kontağından dahi yoksun bir şekilde, sahip olduğunuz bilgiyi aktararak öğrencilerinizin bunu içselleştirmesini beklemek zorundasınız. Mekanik bir hale bürünüyorsunuz, dersi anlattığınız ekranın bir uzantısı gibi. Bütünden, süreçten kopuk…
Tabela üniversiteler
Tabeladan ibaret üniversitelerin olduğu yerde dert ettiğiniz meselelere bakın demez herhalde kimse! Adım adım tabeladan ibaret hale (mi?) geliyor tüm üniversiteler, o da ayrı…
Akademinin temel işlevi toplumu, dünyayı ileriye taşıyacak, insanlığın yararına olacak araştırmalara öncülük etmek ve bu araştırmalar sonucunda ortaya çıkan ürün her ne ise -aşı, ilaç, tedavi gibi daha somut bir ürün olabileceği gibi daha soyut fikri tartışmalar da olabilir- bunları toplumun tamamının erişebilmesini sağlamak olmalıdır. Oysa şu anki haliyle akademi sadece bir yüksek öğretim kurumudur.
Üniversiteler, öğrenciler noktasında bir gençlik dinamiği barındırması, akademisyenler noktasında da öyle ya da böyle bu ülkenin aydın kesimini oluşturması nedeniyle AKP iktidarının uzun zamandır hedef tahtasında yer alıyordu. Her ilde açılan üniversitelere yerleşen yandaş kadrolarıyla, AKP’nin ideolojik taşıyıcısı konumundaki liberal akademisyenleriyle, her fırsatta vurgulanan üniversite-sanayi işbirliğiyle akademi “ideal” vasfını yitireli çok oluyor. En başta da yazdığım gibi akademi kendinden menkul bir yapı olmadığı için sermayenin ihtiyacına göre insan yetiştiren, teknoloji üreten bir kurum halini almıştır. Dolayısıyla olması gereken bu diye, özetle tanımlanan akademinin kapitalizm içerisinde varlık bulamayacağı su götürmez bir gerçek ve akademinin sorunlarına dair tartışmaların kısa vadede bir çözüme kavuşması çok olası değil ama bir ucundan tutup tartışmak, gündeme getirmek de elzem.
[1] Akademinin de turşusunu kurdular (10 Eylül 2021) https://gazetemanifesto.com/2021/akademinin-de-tursusunu-kurdular-tursu-da-havacilik-ve-uzay-da-onemli-463015/
[2] Akademi ve üniversite tarihsel bağlamı içerisinde değerlendirildiğinde ayrı kavramlar olmakla birlikte bu yazı dahilinde birbirinin yerine kullanılmıştır.
[3] Küresel Salgında Eğitim ve Öğretim Süreçlerine Yönelik Uygulamalar Rehberi (Ağustos 2021) https://www.yok.gov.tr/Documents/Yayinlar/Yayinlarimiz/2021/kuresel-salginda-egitim-ve-ogretim-sureclerine-yonelik-uygulamalar-kilavuzu-2021.pdf
[4] Erdoğan’ın her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok sözlerine CHP’den tepki (19.09.2019) https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/erdoganin-her-universite-mezunu-is-bulacak-diye-bir-sey-yok-sozlerine-chpden-tepki-5342213/