Tarihten güncelliğe, güncellikten tarihe laiklik
Sertaç Canbolat
Din ve devlet işlerinin ayrılığı olarak başlayıp aşağıya doğru sıralanan ve ne tarihsel kökeniyle ne de Türkiye’nin somut olgularıyla hiçbir ilişki kurmayan Laiklik tanımı (ülkenin hangi siyasi dönemecinde hangi saiklerle böyle formülleştirildiği özel bir araştırma konusu olduğundan bilemiyorum) laiklik olgusunu karartmaktan, hayatla olan bağlarını kopartmaktan daha başka işe yaramaz. Çünkü bir kavram, soyutlandığı olgular bütünüyle somut ilişkiselliği gösterilmedikçe sadece bir kabuktur ve KKTC’de Kur’an kurslarının laikliğe aykırı bulunarak KKTC Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması olayıyla ilgili olarak Fahrettin Altun’un “Karar ideolojik ve dogmatik bir aklın ürünüdür. Laikliği bu denli sığ ve yanlış bir şekilde yorumlamak temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik bir adımdır” diyerek tanımlamasındaki laiklik gibi içi her türden saçmalıkla doldurulabilir. Bu ifadenin kısa söylem analizinde dini taassup yerine aklın “dogmatik” olarak, toplumun kurumsallığını binlerce yıl önceki mistisizme göre düzenlemekten başka siyasi amaçları olmayan tarikatlara gündelik hayatta yer açmanın da “temel hak ve özgürlük” olarak yeniden tanımlandığını, kısacası kavramların tersinlendiğini açıkça görebiliyoruz. Televizyonlarda “bakanlıklarda tarikatlar kavga etmesin diye kota verilmesinin” açıkça tartışılması; AKP’nin daha en başından itibaren “İslam Devleti’ni” donatması, militanlarının Hatay’da herkesin bildiği “gizlilikle” hastanelerde tedavi edilmesi benzeri icraatları; MEB’in tarikatlarla protokol imzalaması; Cuma namazlarından sonra açıklama yapılmasının ülke rejiminin dinci temsili haline gelmesi; AKP’nin İhvan’la olan ideolojik bağının Katar’la ve Mursi sonrası İhvancılara Türkiye topraklarında destek sunulması; kimi dinci gruplara ve tarikatlara karşı yürütülen hukuki soruşturma ve polisiye operasyonların temelinde “iktidara itaat edilmesi-edilmemesi” kadar kesin bir siyasi hat olması ve daha bir dizi örnekle Türkiye’nin mevcut rejim ve siyasetini işaret etmek gerekir. Kubilay ve Maraş olaylarının geçmişte kalmayıp bugün başka aktörleriyle yaşadığını belirlemeden veya Turgut Özal’ın şeyhlerle açtığı yolda televizyonların izlenmediği, kız çocuklarının doktora götürülmediği “kurtarılmış köyler” hatırlanmadan, Uğur Mumcu’nun bütün çıplaklığıyla tarikat-siyasetçi ilişkisini ortaya koyduğu “Rabıta” unutularak “Laiklik” nasıl tartışılabilir? Ve yine Uğur Mumcu, Bahriye Üçok cinayetleri görmezden gelinerek “özgürlükçü laiklik”, “militan laiklik”, “despot laiklik”, “radikal laiklik” gibi tam bir kavram sahtekarlığı ürünleriyle nasıl baş edilebilir? Kubilay’ın, Maraş’ın, “hayırlı olması” temennisiyle zamanaşımına uğratılan Sivas Katliamı’nın siyasi unsurlarının Türkiye’deki siyaseti ve Türkiye’nin siyasetini belirledikleri ortamdan bağımsız bir Laiklik olabilir mi? Siyaset bilimi açısından devletin kurumsal yapısının tasfiye edildiği, bu kurumsal yapının yerini (yani yetki-sorumluluk alanlarının yerini) yukarıdan aşağıya bir hiyerarşinin çeteleşmiş yapısının aldığını, dolayısıyla anayasal suç işlemenin artık iktidar açısından olağan “yönetim” biçimi haline geldiği Türkiye’de Laiklik için hangi çerçeveyi konuşacağız? AKP fiiliyatı yasalaştırmak için tek ihtiyacı olan anayasa değişikliği hedefiyle pek çok ülkenin anayasasını inceleyip “bakın çağdaş dünyanın anayasalarında laiklik ilkesi yer almıyor” icadıyla bir Laiklik çerçevesi sunacaktır, buna eminim! Eski sosyalist cumhuriyetler ile birkaç ülke dışında bütün Avrupa’nın “temsili anayasal monarşi” olmasına bakarak ben de AKP’ye artık “Türkiye Sultanlığı” ismini öneriyorum. Yeni anayasaya yeni ülke ismi!
Yazının tamamına erişmek için abone olmalısınız. Tıkla, abone ol