Gündem

Selahattin Demirtaş’ın solculara soruları üzerine düşünceler

Kamil Tekerek

Selahattin Demirtaş, 15 Kasım tarihinde Evrensel Gazetesi’ne “Sola bir çağrı daha” başlığıyla yazdığı yazıda, Türkiye soluna dönük düşüncelerini 9 soru çerçevesinde ifade etti. Türkiye’de solun bu sorulara yanıtları elbette var. Ancak diğer yandan tek başına bu sorulara verilecek yanıtlar çerçevesinde bir yaklaşım yetersiz olacaktır.

Türkiye soluna gelene kadar alınan yol

Selahattin Demirtaş’ın sorularına geçmeden önce, HDP’nin ve dolayısıyla Demirtaş’ın ya da daha genel kapsamda Kürt siyasi hareketinin bu noktaya nasıl geldiğini kabaca ifade etmemiz yerinde olacaktır.

Kürt siyasi hareketinin İkinci Cumhuriyet’e entegre olmasının en temel araçlarından biri olarak tarihe geçen HDP’nin, bazı siyasi açılımlarının tutsak edilmiş eş başkanı aracılığıyla ortaya konulması bizler açısından yeni bir durum değil. Selahattin Demirtaş cezaevine girmeden önce, gerek çözüm süreci masasında gerekse daha sonrasında AKP ile ihtilaflı pozisyon içerisindeyken de HDP’nin siyasi hattı üzerinde söz sahibi olan bir figür olarak öne çıkmıştır. 2014 yılında “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganı ile oldukça popülerleşen Demirtaş’ın partisi, 2010 Anayasa Referandumunda “boykot” tavrını ortaya koyarken, 2013 Haziran Direnişi’nde ise Demirtaş’ın “Gezi’de darbeyi gördük” açıklamaları hafızalara kazınmıştır. Bunların arka planında, o dönemki konjonktürde Kürt hareketinin sermaye devleti, emperyalizm ve AKP iktidarı ile olan ilişkileri olduğunu hatırlatmak yerinde olacaktır.

Dolayısıyla bugün HDP’de cisimleşen sentezin yürüdüğü yolların özellikle son yirmi yıllık kesiti, yükselen bir ivme ile liberalizm tarafından belirlenmiş, güncel olarak da HDP’nin siyaseti üzerinde tam boy liberal bir ağırlık oluşmuştur.

Bunun güncel anlamda pratik sonucunun ise iki yönü olduğunu söylemek mümkündür: Birincisi, HDP’nin “Demokratik Cumhuriyet” yaklaşımının köklerinde liberal ve post-Marksist tezler olduğu hatırlanırsa, bu bağlamda tarihsel bir süreklilik devam etmektedir. İkincisi, bugün açısından sermaye düzeninin restorasyonu bağlamında HDP’ye biçilen bir rol olduğu açıktır ve görülebildiği kadarıyla HDP, Millet İttifakı’nın açtığı yoldan yürüme kararı almıştır.

Selahattin Demirtaş’ın Türkiye soluna dönük sorduğu soruların arka planında tam da bu iki başlığın olduğunu görmek gerekmektedir.

Millet İttifakı’nın yolu ve HDP

Gerek HDP tarafından açıklanan tutum belgesi gerekse çeşitli yetkili ağızlardan yapılan açıklamaların ortak noktası, Millet İttifakı ile HDP ya da HDP’nin merkezinde durması düşünülen “Demokrasi İttifakı” arasında örtük ve dışarıdan destek verilecek bir işbirliği zemini olduğu yönündedir.

Bu durum geçtiğimiz yaz aylarında da başta Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener tarafından farklı şekilde ifade edilmiş, HDP’nin ayrı bir odak oluşturması yönünde girdilerde bulunulmuştu. Hatta daha da ileri gidilerek, HDP’ye Türkiye solunu da yanına alması yönünde biçilen misyon doğrudan CHP’nin Genel Başkanı tarafından ifade edilmişti.

Yapılmak istenen ya da kurulmak istenen ittifaklar zinciri artık daha da netleşmiş gibi görünmektedir. Sağcı Cumhur İttifakı’na karşı, faşistinden İslâmcısı’na kadar ne kadar sağ özne varsa çevresine toplayan CHP’nin merkezinde durduğu Millet İttifakı sağ bir ittifak düzlemidir. Ancak bununla birlikte, hem HDP’nin restorasyon projesine dahil olması hem de Millet İttifakı’nın kendi “solunu” konsolide edebilmesi için, bahsettiğimiz ittifaklar zincirinde sapma göstermeyecek ve projeye onay verecek “sol” öznelere ihtiyaç vardır.

HDP bu ihtiyacı bir yere kadar karşılayabileceği için Türkiye solundan meşruiyet devşirilmesi, toplumsal vicdana seslenme kanallarının açılması, “AKP’ye karşı sağcı-solcu hepimiz aynı gemideyiz” söyleminin sola söyletilmesi büyük önem taşımaktadır. Çünkü sağa doğru eğilmiş bir düzende herkes sağa doğru kayarken, oluşacak sol boşluğun da düzen muhalefeti tarafından usturuplu bir şekilde doldurulması gerekmektedir. Çünkü bugün ortada icat edilecek bir “ortanın solu” da bulunmamaktadır.

İşte Selahattin Demirtaş’ın Türkiye soluna dönük sorduğu soruların arka planında bir de böyle bir çerçeve bulunduğunu söylemek sanıyoruz ki çok da abartı olmayacaktır.

Kozlar toplu bir şekilde açıldı 1:

Millet İttifakı’nın adayını desteklemeyen yanar

Demirtaş, bu soruları sormadan önce yaptığı menemen benzetmesi ile Türkiye solunun adı geçen projedeki rolüne bir de şu şekilde işaret etmekteydi:

“Sol olmadan, emeğin sesi ve temsilcileri olmadan, Kürtler veya diğer ötelenmiş kesimler olmadan demokrasiyi inşa etmeye çalışmak, yumurtasız menemen demeyeceğim, yumurtasız ve domatessiz menemen yapmaya benzer.” (17 Ekim 2021)

Türkiye’deki demokrasi tartışmaları ve Kürt siyasi hareketi ile liberallerin bu başlığa dair yaklaşımları hatırlanırsa, burada yapılan öneri doğrudan Türkiye solunun liberal eksendeki siyasete katılımına dönük bir çağrıdır. Türkiye’de ekonomik krizin zirve yaptığı, laiklik kavgasının her geçen gün daha büyük bir önem kazandığı, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin kritik bir noktaya yerleştiği bir dönemde gerçek anlamda eşitlik, özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin de olanaklarının arttığının altını çizmek gerekiyor. Ancak bunu kendi bağımsız hattında ısrar eden bir sol başarı hanesine yazabilir. Yoksa, yakın geçmişte de yaşandığı gibi, HDP’nin ya da CHP’nin gölgesi altında büyüme arayışında olan solun önü tıkalıdır.

Tam da bu noktada, solun tıkanıklığının temel nedeninin Millet ya da Demokrasi İttifaklarının içinde olmaması olarak gösterilmesi, yazının en başından beri ifade etmeye çalıştığımız projenin pratik bir parçası olarak karşımıza çıkmıştır. Dolayısıyla güncel ve taktik bir açılımın devreye konulmuş olduğunu söyleyebiliriz.

Bunun devamı olarak Demirtaş tarafından dokuz soruyla tüm kozların sahaya sürülmesi ise, bahsettiğimiz projenin aciliyetinin olduğunu düşündürmektedir. Selahattin Demirtaş, ortaya attığı sorular ile Türkiye’de solun zaten ikinci turda oy vereceği Millet İttifakı’nın adayına birinci turda da oy vermesini salık vermekte, HDP’nin tutum belgesinde açıklamış olduğu “uygun bir adayın desteklenmesi” kararına solu ortak etmek istemektedir. Uygun bir cumhurbaşkanı adayı konusunun ise “güçlendirilmiş parlamenter sisteme” geçiş konusunda uyumlu davranacak bir isim üzerinde uzlaşma ile ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır. Kısacası, seçimlerden sonra cumhurbaşkanı yetkilerini kötüye kullanmayacak bir adaya koşulsuz destek istenmektedir. Aday sağcı olabilir, faşist eskisi olabilir, İslâmcı olabilir, patron olabilir ya da doğrudan düzen partilerinden bir tanesinin temsilcisi olabilir. Eğer ki sol, adayın çok sağcı olmasını istemiyorsa şimdiden masada olmalı denilmesi ise, basit bir ikna söylemi olarak görülebilir. Seçim sonrasına dönük Meral Akşener’in başbakanlığını ilan ettiği bir ortamda, sol düzen partilerine cumhurbaşkanı aday kriterlerini dayatsa ne olur, dayatmasa ne olur?

Yanıtı belli sorular sormak genelde karşınızdaki bir şeylere ikna etmek için kullanılan bir yöntemdir. Burada da benzeri bir örnekle karşı karşıyayız. AKP’nin önümüzdeki seçimlerde kaybetme potansiyeli ile solun verili gücü ve atacağı adımlar karşı karşıya konularak aslında solun kendi değerlerini ve bağımsız hattını devre dışı bırakması istenmektedir. Elbette solun önümüzdeki seçimlere dönük planı ve projesi olacaktır. Ancak bunların içerisinde sermaye düzeninin bileşenlerinin, sağa karşı ortaya çıkan sağın destekçisi olmak bulunmamaktadır.

Kozlar toplu bir şekilde açıldı 2:

Milletvekili pazarlıkları ve Meclis’te grup

Yine yanıtı belli sorular içerisinde parlamentoda temsiliyet sahibi olmak, grup kurmak, Meclis’te çatı partisi oluşturmak gibi konularla ilgili girdiler de yapıyor Selahattin Demirtaş. Kürt siyasi hareketinin son yirmi yıldır yürüttüğü siyaset tarzının bir parçası olan milletvekili pazarlıkları, burada da gündem edilmiş durumda. Bilindiği üzere HDP listelerinden ya da HDP ile ittifak yaparak milletvekili seçilmenin kutsandığı bir dönemden geçmekteyiz. Daha doğrusu Meclis’te yürütülen mesainin Türkiye solu açısından yeni bir siyaset tarzı olarak lanse edildiği ve kitlelerin önüne sol, sosyalist mücadele anlamında asgari mukavemet çizgisinin, Meclis muhalefetinin ve sosyal medya solculuğunun çıkarıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bunun sonucu olarak, HDP cenahından yukarıda bahsettiğimiz ittifaklar zincirinin solla tamamlanması için bu sefer kartlar bayağı yüksekten açılmış görünüyor. Ancak yakın geçmişte, Türkiye’de sol örgütlerin Kürt hareketinin desteğiyle Meclis’te yer aldığı onlarca örnek yaşadık. Bu örneklerin Türkiye işçi sınıfının bağımsız hattının güçlenmesi, örgütlü gücünün artması, sosyalizmin toplumsal bir karakter kazanması ve gerçek anlamda ihtilalci bir mücadele verilmesi bağlamında nereye oturdukları ise meçhul.

O yüzden eğri oturup doğru konuşmak zorundayız. Hatta bugün, bu proje konusunda çok hevesli görünen bazı çevrelerin soluğu CHP Genel Merkezi’nde almaları, Millet İttifakı’nın çizdiği geniş çerçeveye bir onay olarak okunmalıdır.

Ülkemizde çokça çatı partisi ve benzeri oluşumlar kurulmuştur. Çok sayıda sol kimlikli kişi milletvekili olmuş Meclis’e girmiştir. HDP, Meclis’te grup kurabilen bir partidir. Ancak bunların da pratik sonuçları ortadadır. Önümüzdeki dönem milletvekilliği peşinde koşanlara ve Meclis’te grup kurunca işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin arşa çıkacağını zannedenlere sermaye düzeninin tüm çelişkilerini çözmek ve krizlerini hapsetmek için bu zemini sonuna kadar kullanacağını şimdilik hatırlatmak yerinde olacaktır.

Kozlar toplu bir şekilde açıldı 3:

Devlette, bürokraside kadro ve sendikal pazarlıklar

Selahattin Demirtaş, tabir-i caizse “ahlâksız teklifini” son noktada koyuyor. Olası iktidar değişikliğinde, devlet ve bürokraside solcuların kadro alabileceğini ve bu şekilde ülkenin demokratikleşebileceğini ifade ettiği sorusu, ortadaki projenin boyutlarını göstermesi açısından da manidar. Daha önce de ifade ettiğimiz bu restorasyon projesinin iki noktasına dikkat çekmek önem taşıyor. Bunlardan birincisi, işin tam anlamıyla “burjuva demokrasisinin” sınırları içerisinde dönüyor olması. Dolayısıyla bu zeminde, emekçiler ve ülkenin kurtuluşu için mücadele eden solcular değil, sermaye devletinin dişlileri arasında öğütülen kişilerden başka bir şey kalmayacağı aleni bir şekilde görülmelidir. İkincisi ise, bu önermenin bugünden sola karşı bir basınç aracı olarak kullanılması.

Ancak Demirtaş yine de insaflı davranmış denilebilir. Kendi ifadeleriyle “Solu devlete ve iktidara entegre edip yozlaşma tehlikesine karşı tüm bu çabaların yanında sivil ve kültürel alan, sendikalar nasıl güçlendirilebilir? Bu şekilde, solun bağımsız olarak kitleselleşmesinin önü nasıl açılabilir?” diyerek devlette kadro istemeyen ya da yozlaşacağını düşünen sol çevreler için sendikalarda alan açabileceklerinin mesajını veriyor sanki. 

Ne yazık ki, bu bahsettikleri bizleri ikna etmeye yetmeyecek gibi. Biz 90’lı yılların eskimiş sivil toplumcu ve çevreden merkezi kuşatma harekatına endeksli liberal tezlere inanamıyoruz.

Son olarak, solun bağımsız olarak nasıl kitleselleşebileceğine dair birkaç kelam ederek yazımıza noktayı koyalım.

Bizce sürecin iki kritik noktasını tarif etmek gerekirse şu başlıklar öne çıkmaktadır: Birincisi, Türkiye’de AKP’nin iktidardan düşme olasılığının belirdiği bir ortamda sosyalist hareketin kendi bağımsız hattını koruyarak hem büyümesi hem de AKP’ye, sermayeye, gericiliğe ve emperyalizme karşı mücadelesini yükseltmesi mümkündür. İkinci kritik nokta ise, bugün Türkiye solunun Millet İttifakına dönük eleştirisinin sermayeye, emperyalizme ve gericiliğe dönük eleştirilerden azade tutulması, oraya dönük örtük bir destekçilikten ve işbirliği arayışından başka bir anlam taşımamaktadır. O açıdan tek başına “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e endeksli, seçim ve milletvekili pazarlığına odaklanan bir siyaset tarzı son tahlilde düzenin restorasyon programına eklemlenmekten başka bir şey değildir.

Emek, laiklik, bağımsızlık, eşitlik ve özgürlük başlıklarının bileşkesinde kurulacak bağımsız sol bir hat toplumsallaşma konusunda tarihsel bir adım atmış olur. Bununla birlikte cumhurbaşkanı adaylığının ne olacağı da, seçimlerde solun bağımsız hattının nasıl kurulacağı da, solun emekçiler için umuda nasıl dönüşeceği de ve hatta işçi sınıfının burjuvazinin yönetim odalarına nasıl el koyacağı da o zaman konuşulur. 

Comments are closed.

0 %