Gündem

Pandemi, patenti de sorgulatıyor

Prof. Dr. İzge Günal

Pandeminin bir sağlık sorunu olmaktan çıkıp, gerçek anlamıyla bir kriz halini almasının bulgularıyla her gün yeniden yüz yüze geliyoruz. Artık yaşamın diğer alanlarının da sorunu pandemi: Eğitimin sorunu, bilimin sorunu, ekonominin sorunu, çevrenin sorunu(1)… Kapitalizmin temel unsurları bile sorgulanmaya başladı bu kriz döneminde. Üstelik kimi tartışmalar doğrudan kapitalizmin temsilcileri tarafından görünür hale getirilerek:

ABD Başkanı yaptığı bir açıklamayla aşılar üzerindeki fikri mülkiyet (patent) haklarının geçici bir süre için askıya alınabileceğinden söz etti. Aslına bakılırsa, aylar önce Hindistan ve Güney Afrika zaten böyle bir talepte bulunmuştu. Ancak benzer yöndeki bir açıklamayı Biden yapınca konu daha yaygın olarak tartışılmaya başlandı. İlk tepki ABD’de ilaç tekellerini temsil eden ve üyeleri arasında Astra Zeneca, Pfizer ve Johnson & Johnson’ın da bulunduğu Amerika Farmasötik Araştırma ve Üreticileri adlı örgütten geldi. Grubun başkanı Stephen J. Ubl: “Ölümcül bir pandeminin ortasında Biden yönetimi, pandemiye karşı küresel mücadelemizin altını oyacak ve güvenliği riske atacak eşi görülmedik bir adım attı” açıklamasını yaptı. Bu kararın “kamu ve özel ortaklar arasında kargaşa yaratacağını” ileri süren Ubl kararın “halihazırda sorunlu olan tedarik zincirini daha da güçsüzleştireceği” iddiasında bulundu. Sonrasında aşı üreten şirketlerin hisse senetlerinde yüzde altıya varan ani düşüşler görüldü(2). Bionthech CEO’su Uğur Şahin’den Bill Gates’e kadar pek çok sermaye temsilcisi de, doğal bir refleksle, bunun “kötü bir fikir” olduğunu söyledi. Onlara göre, aşılarının üretim kapasitesini sınırlandıran şey patentler değil karmaşık üretim süreciydi.

Öncelikle Hindistan gibi ülkelerin aksini göstermesiyle “zaten üretemezler” gerekçesi hızlı bir biçimde geçerliliğini yitirdi. Gerçekten de benzer teknolojiyle birçok ülke uzun zamandır fason üretimi gerçekleştiriyordu. Bazı modifikasyonlarla m-RNA üzerinden aşı üretimine geçilebileceğini de açıkladılar. Kaldı ki Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması’nın (TRIPS) dünya üzerinde bütünüyle yürürlüğe girdiği 2006 yılına dek, özellikle Hindistan, birçok ilacı üretip ucuz bir şekilde yoksul ülkelere ulaştırıyordu.

Bunun üzerine kadim “patent hakkımızdan vaz geçebiliriz ama Rusya ve Çin’in eline geçmesini istemiyoruz” söylemi gündeme geldi. Sovyetler Birliği döneminden kalma bu argümanın ömrü birincisi kadar bile olamadı, ciddiye alınmadı.

En sonunda “ama biz bu işe çok para yatırdık, boşa mı gitsin?” noktasına gelindi.  Bu nokta önemli çünkü birtakım gerçeklerin de açıklanmasına olanak sağlıyor: Günümüzde bir ilacın geliştirilmesi için yaklaşık 1-1.5 milyar dolar kadar bir finansman gerektiği kabul edilmektedir. Aşıyı da bu kapsamda ele alabiliriz. Basından öğrendiğimiz kadarıyla Astra Zeneca, Pfizer-Biontech, Moderna gibi firmaların her birine aşı çalışmaları için kamu kaynaklarından 1.5-2.5 milyar dolar para aktarılmıştır. Yani zaten yapılan harcamalar kamudan fazlasıyla karşılandığı gibi, yapılan anlaşmalarla önümüzdeki bir yıl boyunca üretecekleri bütün aşıları da yine kamuya satmışlardır. Üstelik toplumsal bağışıklığın sağlanabilmesi için daha uzun yıllar boyu aşı satışları garanti gibidir. Zaten Biontech’in kurucularından Uğur Şahin’in dünyanın en zengin 500 kişisi arasına girmesi her şeyi açıkça göstermektedir(1). Kısa bir süre önce Bionthech’in finansal durumu da yayınlandı(3). Buna göre, şirketin birinci çeyrekteki net kârı, aşı satışlarının ardından net gelirlerindeki sert yükselişle, 1 milyar 128 milyon avroya ulaşmış. Üstelik geçen yılın ocak-mart döneminde 53.4 milyon avro zarar açıklamış. Bu yıl aşı üretim kapasitesinin 3 milyar doza ulaşması ve 1 milyar 800 milyon doz aşının teslimatından 12.4 milyar avro gelir bekleniyor(3).

Aslında bu noktadan itibaren genel olarak patent konusunun sorgulanması gerekiyor çünkü patent, bilimi piyasaya ve paraya bağlayan yollardan birisi. Şöyle ki; bilimin ülke kalkınmasındaki pratik uygulaması, teknoloji geliştirme ve kullanımıyla ilişkilendirilir. Sanayileşmemiş ülkelerde ise teknoloji ile teknoloji transferi neredeyse eş anlamda kullanılmaktadır. Tahmin edilebileceği gibi teknoloji transferi derken de sadece teknolojiyi para vererek alma kast edilmektedir. 

Teknoloji transferi için ise bilimcilere üç aşamalı iş verilmektedir. İlk aşamada araştırarak ülke koşullarına en uygun teknolojiyi seçip satın alınmasını önermek, ikinci aşamada ilgili teknoloji ile ilgili eğitim vermek ve son aşamada da yeni bir teknoloji yaratmak. Elbette bu iş böyle yürümemektedir; ilk iki aşama gerçekleştirilmekte ve bu arada teknoloji eskimekte, yeni teknoloji hazır olarak yine satın alınmakta ve asla üçüncü aşamaya geçilememektedir(4). Hatta aşı işinde olduğu gibi aşı üreten birçok ülkeye de “üretmektense satın almanın daha ekonomik olduğu” söylenerek, üretimden vazgeçirilmiştir. Türkiye de Cumhuriyetin ilk yıllarında başladığı aşı üretimini tümüyle bırakıp, ithal eder duruma gelmiştir.

Burada garip olan insanlığın malı olan teknolojiyi para vererek satın almaktır.  Her teknolojik veya bilimsel yenilik geçmişteki birikim üzerine geliştirilen yeni bir aşamadır. Yani sadece son aşamayı gerçekleştirenin değil, o teknolojinin o aşamaya gelinceye kadar her aşamasına katkıda bulunanların emeği vardır. Bu süreç yüzyıllara kadar uzatılabilir; uç bir örnekle, tekerleğin icadından günümüz arabalarına kadar geçen zaman ve harcanan emek gibi. Ancak ne gariptir ki sadece son aşamayı gerçekleştirene patent verilmektedir. Aslında dünya çapında patent almanın maddi zorluklarından dolayı (günümüzde yaklaşık birkaç yüz bin lirayı bulmaktadır) patentleri genellikle kişiler değil şirketler almaktadır.

Bu durumda patent ve teknolojik yenilik sadece parayı ödeyen şirketin malı olmaktadır, yani doğrudan emeği geçenlerin neredeyse tümü unutulmaktadır. Kaldı ki yeniliğin oluşması için her türlü altyapıyı sunan içinde bulunduğu toplumun ve tüm insanlığın zihinsel emeğini saymıyorum bile. 

Tarih boyunca bilimsel ve teknolojik mülkiyet hakları iki şekilde güvence altına alınmaya çalışılmıştır. Birincisi, üretime dayalı mülkiyet hakları ki buna imtiyaz diyoruz. İkincisi ise ürüne dayalı mülkiyet haklarıdır. Bu da patent olarak tanımlanır. Aslında bu ikisi arasında kronolojik bir ilişki bulunmaktadır. Sınai ve fikri mülkiyet, tümüyle kapitalizme özgü bir mülkiyet biçimidir. Kapitalizmin ilk birikim döneminde önce imtiyaz hakları ile gelişim ve birikim tamamlanmış, sonrasında da patent hakkıyla güvence sağlanıp, tekelleşme gerçekleştirilmiştir. Bu sistem hem uluslararası sermayenin yaşadığı kârlılık krizinin çözümündeki ulus devlet ölçekli devletlerarası ilişki temeline dayandırılan bir yaptırım aracı olmakta, hem de sınıflar arası ilişkiler temelinde sermaye sınıfı çıkarlarını koruyan ve geliştiren araçlardan birisi olarak işlev görmektedir. Her şeyin satılabilir olması kavramı zihinsel, fikri ürünlerin de pazara çıkmasıyla aşama kaydediyordu aslında(4).

Akla şu soru gelebilir: Aşı üretiminin yetersiz olacağı 2020 sonlarına doğru net bir biçimde belliyken neden şimdi ileri kapitalist ülkeler bile patent konusunu gündeme getiriyor? İlk akla gelen yanıt, tehlikenin boyutlarının her geçen gün daha fazla anlaşılmaya başlaması ve geniş kitlelerde yarattığı huzursuzluğun sistemi tehdit eder boyuta ulaşma olasılığı. Ayrıca dünya nüfusunun en az yüzde yetmişi aşılanmadan, aşılanan ülkelerin bile hiçbir zaman güvende olamayacağı gerçeği de var çünkü dünyanın bir yerine sıkıştırılmış virüsün yeni bir mutasyona zorlanıp, tekrar pandemiye yol açması en olası senaryolar arasında. Kaldı ki var olan aşıların hiçbirisinin üç ayın üzerinde koruyucu olup olmadığı da net olarak bilinmiyor(5). Bu koşullarda zaman patentten vazgeçmek için en uygun zaman olabilir.

Aslında yapılması gereken, konuyu aşıyla sınırlamadan genel olarak patent konusunu sorgulamak. Mayıs ayı başlarında yayınlanan BM raporunda dünya çapında en az 155 milyon insanın gıda sıkıntısı çektiği, rakamın 2019’a göre 20 milyon daha fazla olduğu ve bu sayının artmaya devam ettiği açıklandı. Gıda yetersizliğinden en çok etkilenen ülkeler zaten aşıya da ulaşamayan ülkeler ve dünyada gıda yetersizliğinden yaşamını yitiren insan sayısı Covid-19’dan ölenlere göre çok daha fazla. Eğer gıda tekellerinin patentleri olmasaydı açlık da olmayabilirdi. Her alanda örnek bulmak çok kolay. Bu fırsattan yararlanıp, genel olarak patent mekanizmasını tartışmanın tam sırası.

(1) Günal İ. (2021). Pandemide kapitalizmin sağlık ve bilim politikaları. Yeni Ülke Dergisi S:1, s. 26-29.    

(2) ABD’nin patent açıklamasının ardından hisseler anında çakıldı (06.05.2021) https://sol.org.tr/haber/abdnin-patent-aciklamasinin-ardindan-hisseler-aninda-cakildi-31613

(3) Aşıda patentin kaldırılmasına karşı çıkan Biontech yılın ilk çeyreğinde 1.128 milyar Euro kâr etti (10.05.2021) https://gazetemanifesto.com/2021/asida-patentin-kaldirilmasina-karsi-cikan-biontech-yilin-ilk-ceyreginde-1128-milyar-euro-kar-etti-437602/

(4) Patente hayır! (01.12.2014) https://haber.sol.org.tr/blog/bilimin-izleri/izge-gunal/patente-hayir-101977

(5) Klinik çalışmalarda ‘faz’ konusu (18.04.2021) https://gazetemanifesto.com/2021/klinik-calismalarda-faz-konusu-432521/

Abone olmak için tıkla

Comments are closed.

0 %