Liberaller defansa mı koşuyor?
Nevzat Kalenderoğlu
Kırk birinci yılını dolduran karşı-devrim sürecinin özellikle ikinci yarısının oyun kurucusu oldu liberaller. AKP’nin kurucu misyonunda onlar fikri desteğini, reklamını ve global bağlantılarını hiç esirgemediler. AKP’nin kuruluş stratejisi esasen bir yıkım programını içeriyordu. Dönüp dolaşıp belki de sonuna yaklaştığımız bugünlerde bu yıkıcılık misyonunu daha rahat kavrayabiliyoruz. Liberaller bu yıkıcılık barındıran kurucu misyonu övüp, ‘yeni’yi teorize etmeye çalışırken; asıl olarak yıkım sürecinin en önemli destekçisi oldular. Büyük Ortadoğu Projesi’ni uzun uzun anlatmaksızın da siyasal İslamcılarla emperyalizmin, dinci gericilikle liberalizmin, yerli dincilerle küreselcilerin ittifakı bugünden bakınca artık çok daha net.
[arm_restrict_content plan=”3,2,” type=”show”]
Yıkılan Cumhuriyet rejimiydi, 1923 Cumhuriyetiydi, Mustafa Kemal ve ekibinin burjuva devrimi ve fakat onun bütün kazanımları idi, laiklikten tutun kamuculuğa kadar her kavram bizzat liberaller tarafından iğdiş edildi, “özgürlük, eşitlik, globalizm” gibi kampanya sloganlarla hem de. Gerici siyasal İslam’a yol verilirken onu şirin göstermek liberallere düştü. Başarının yolunun 1923 dönemecinin karşıtı gruplarla ittifak kurmaktan geçtiği söylendi bu tek parti döneminde sıklıkla. Partisiz liberaller çoğu zaman flamasız varlıklarıyla yığınları öyle ya da böyle kandırmayı başardı. Önemli kürsülerden, yaygın yayınlardan muteber gösterilerek görülmemiş propagandaları zerk ettiler bir nesle; devam da ediyorlar. AKP’nin MHP ile olan son ittifakına kadar süren açılımlı ittifak süreçlerinin amalgamı liberaller oldu; içinde veya ufak eleştirilerle azıcık dışında ancak mutlak bir biçimde destekçisi olarak.
Kemalizm ve Cumhuriyet rejiminin garantörü misyonundaki kurumlar mahkemelerde mahkûm edilirken; Türkiye ‘bağırsaklarını temizlerken’, ‘postal sesleri’ dindirilirken, Ergenekon için Balyoz için liberaller alkış tuttu yayınlarında. Özgürlükten bahsedilirken bu kurumları temsil eden isimler hapislere tıkıldılar iftiralarla. Bir dönem öncesinin ittifakı bizzat Kemalizm karşıtlığı üzerinden kuruldu. AKP, MHP’ye sarılana kadar da liberallerin ittifak ayaklarından birisi Kürt siyasi hareketi oldu, diğeri AKP’nin asıl ortağı Fettullahçılar. Mütemadiyen ‘sol’ adına konuştukları propaganda edilen ve fonlu yayınlarda yazan liberaller AKP’nin siyasi kanadına yakın görüneceğine Fettullahçılarla görüntü vermeyi tercih etti. Zarflarla davet edilip zarflarla aldılar maaşlarını. Özelleştirmeleri güzellediler, Cumhuriyet döneminde kuruldukları için eski ve atıl diye hedef alınan memleketin bütün kuruluşları, birikimi, malları, işletmeleri; bir yıllık kârları karşılığında sermayeye peşkeş çekildi.
Bugünkü rejimin yasal başlangıcı olan referandum sürecinde, 2010’da, AKP-FETÖ ortak yapımı anayasa sürecine “Yetmez ama Evet (YAE)” diyerek destek verdiler, ne şans artık herkes onları YAE’ci diye kodluyor; en soldaki limana sığınsalar da… Pişmanlık belirtseler, aldatıldık deseler, (çarpık) Marksizm algılarını kalkan yapmaya kalkışsalar da düpedüz Yetmez Ama Evet’çi zevat işte bunlar toplum nezdinde.
Dolayısıyla bu kısa yakın tarih hatırlatması herkesin malumu şüphesiz. Uzun satırlara ihtiyaç olmasa gerek Yeni Ülke okurlarına Yetmez ama Evetçileri, Murat Belge’yi, Hasan Cemal’i, Nuray Mert’i, ötekileri, t24’ü ya da şimdilerde Medyascope’u tarif etmek için. Onların bir ‘Birikim’i vardı; toplum da önemli tecrübeler biriktirdi, bilhassa son 20 yılda.
Ve önce 30 Ağustos Zafer Bayramı gündemi, hemen ardından da 1 Eylül itibariyle dualarla açılan, cübbeli hukukçuların el açtığı yeni adli yılın açılış fotoğrafları. Liberallerin Mustafa Kemal fotoğraflarıyla arka arkaya çıkan yazılarına “şaşırırken”, toplum da yeni adli yıl fotoğraflarından bu yakın tarihi bir kez daha yad ediyordu.[1] Şeyhülislamlık devlet erkanında yerini almıştı, “yapalım da yasal dayanağını ayarlarız” iktidarında.
Murat Belge, “30 Ağustos ve Atatürk” diye başlık atarak bu yılki 30 Ağustos’un öncekilerden farklı olarak “gönüllü ve içtenlikli bir atmosfer” içerisinde kutlandığına dikkat çekerken, Diyanet’ten yola çıkarak Mustafa Kemal’siz 30 Ağustos kutlamalarını eleştirdi. Erdoğan’ın ise nesnel bir basınçtan dolayı 30 Ağustos gibi günlerde Mustafa Kemal’i minnetle anmayı ihmal etmediğini tespit etmiş Belge. Salt MHP ile olan ittifakından kaynaklı basınç değil, “aşağıdan yukarıya toplumsal bir basınç” olarak tarif etmiş Erdoğan’ın Mustafa Kemal’i anma mecburiyetini.
Yanı başımızdaki cihatçı Taliban’lı Afganistan’da ortaya çıkarılan tablo şüphesiz içinde bulunduğumuz tartışmalar için bir veri. Laiklik gündemi, Cumhuriyet rejimi, anti-emperyalizm ya da siyasal İslam. Belge, Afganistan gündemine ilişkin, “velev ki Taliban Afganistan’ı ABD emperyalizminden kurtardı; Mustafa Kemal’in kurtarmasıyla hiç aynı olur mu” diyor ve kadınların Afganistan’daki yeni durumu ile Mustafa Kemal devrimi sonrası kadınların seçme seçilme hakkı kazanması üzerinden amatör bir kıyaslama kurmaya çalışıyor.
Ulusalcılara yanıt vermeye çalışıyor sanırım Belge, zira Belgegilerin bir 180 derece ters versiyonu da onlar. Taliban’la Mustafa Kemal devrimi arasında anti-emperyalist pencereden bir analoji kuruluyor. Kurtuluş Savaşı yılları ile anahtar teslim Afganistan yönetimini devralan Taliban rejimi arasında kurulmaya çalışılan bu benzerlik, liberaller ile ulusalcıların ‘yanılgı’ yarışı ya da gündemi tersten ve ilkel okuma ısrarları devam ediyor dedirtecek cinsten.
Belge, “Bu kavga memleketi böyle sarmalamışken, maç kazanan bir voleybol takımının zaferini kutlamak için “İzmir’in dağlarında” diye marş söyleyeceği aklınıza gelir miydi? Ama söylüyorlar. Haksız da değiller hiç çünkü oynadıkları sporda varmış oldukları noktanın son analizde Mustafa Kemal’in bu toplumu bu yöne yöneltmesinin sonucunda gerçekleştiğini biliyorlar.” diyerek Kemalizmin toplumdan aldığı desteğin had safhaya çıktığını tespit etmeye çalışıyor. Belge belli ki futbol maçı izlemiyor uzun yıllardır. Aklınıza gelir miydi dediği protesto hemen her hafta bir statta yaşanıyor AKP’den beri.
Belge, “Kendi durduğum yerden çatışan taraflara ve genel duruma baktığımda Atatürk’e karşı tavır alan cephenin herhangi bir rasyonel diyaloğa çok daha uzak olduğunu gözlemliyorum” yazıyor. Kendini yine soyutlayıp iki cenaha ayırmış bile Mustafa Kemal tartışmalarını; ancak belli ki rasyonel diyaloğa uzak gördüğü cenah ile (AKP-siyasal İslamcılar) kurduğu sistematik diyalogu hokus pokusla yok sayıyor yine.
Bir tez olarak liberallerin hep haklı çıktığı yanılsaması, onların kendilerini her daim muhalif kodladıkları için yutturuluyor. Belge ve birtakım arkadaşları bu tezi sıklıkla savunuyor. AKP’nin en güçlü ve nobran döneminde ona destek vermemişler gibi, Kemalizm resmi ve baskın ideoloji iken nasıl karşı durduysak şimdi de siyasal İslam resmi ve baskın ideoloji ve biz yedi cihanın muhalifleri olarak bu kez de buna karşıyız savıyla poz veriyorlar. Bu göstermelik muhalefete ve sol adına konuşma ehliyetine kanması bedava.
Murat Belge’nin cepheden bir Mustafa Kemal ve Türk bayrağı fotosuyla süslediği yazısında “Ben “Atatürkçü” değilim—Marksist’im. Böyle bir kavgada, doğal olarak “Atatürkçü” dediğimiz kesime daha yakınım, çünkü benim Türkiye’nin “Batılılaşma” kararıyla bir kavgam yok” diyor. Belge, toplumsal desteğine dikkat çektiği Kemalizmin özünde ‘batılılışma’ görüyor, göstermek istiyor; tıpkı AKP’ye karşı konumlanışlarında bir süredir ‘Batı’dan kopma’ sebebini gösterdikleri gibi. Belge, “Tayyip Erdoğan ve onun sözcüsü olduğu kesim Batı’dan nefret ediyor. Onların Atatürk’le kavgası bu kararı vermesi ve toplumu Batı’ya açmasına dayanıyor” yazıp; kalemini artık yumuşatacağı sözüyle satırlarına son veriyor.[2]
Belge’yi okumaya kişisel olarak devam edeceğim çünkü bu yazıdan hemen sonra önce kuvvetler ayrılığı ilkesi başlığında Mustafa Kemal ve Erdoğan’ı kıyaslayıp ‘dönemin koşulları’ terazisi ile Mustafa Kemal’i Erdoğan’dan ayırdı. Bu kadarı bile Belgegiler için müthiş bir buluş. Devamla, Latin alfabesi ile Arap alfabesini kıyasladı yine Mustafa Kemal’in alfabe devrimi eşliğinde, ‘eşsiz’ katkılarını sundu alfabeye. Bu strateji böyle sürecekse Belge’nin daha yürüyecek çok yolu var.
Batıcı Kemalizm
Diyanet’in Atatürk’ü anmamasından rahatsızlık duyan ve Adli Yıl açılışındaki Diyanet-Cübbe damgasından hayıflanan Hasan Cemal, Murat Belge’nin Atatürk satırlarıyla bir nebze iyi hissettiğini yazıyor.
Cemal de Mustafa Kemal’in Batı’cı yanını parlatıyor kendince.
“Erdoğan Batı’dan nefret ediyor, nefret ettiği için de Atatürk’ü sevmiyor. Sevmediği için de 1923’ten intikam almak istiyor.
Erdoğan, Atatürk’ü sevmiyor. Laik cumhuriyeti sevmiyor. Kadın-erkek eşitliğini sevmiyor. Hukukun üstünlüğünü sevmiyor. Demokrasiyi sevmiyor.
Ya da demokrasiyi Batı’dan gelen küfür düzeni sayıyor. Peki, ne istiyor Erdoğan? 1923’ü tersine çeviren… İslami çizgileri tümüyle ağır basan… Seçim sandığından çıkan… Ama demokrasiyle ilgisiz bir rejimin tepesine, seçim sandığından çıkıp başkan baba olarak kurulmak istiyor Erdoğan.”[3]
“Erdoğan’ın 2023’de Atatürk’ten, Cumhuriyet’ten intikam almasına izin vermeyeceğiz, Cumhuriyet’i demokrasi ile taçlandıracağız, bir demokrasi ittifakıyla seçim sandığında Erdoğan’a hadi güle güle diyeceğiz.”[4]
Cemal, daha ziyade yaklaşan seçimlerdeki aritmetiğe kafa yoruyor. Belge’nin yazılarıyla iyi hissedip hissedip seçim hesapları yapıyor, partilerin puanlarını üst üste koyup hayallere dalarken; arada sırada gözünü açıp ‘dağılmayın’ diye hatırlatıyor.
Defans hattından paslaşarak çıkmaya çalışan iki stoper Murat Belge ve Hasan Cemal’in pas hattını daha ceza yayını terk edemeden tıkıyor Ali Babacan. 30 Ağustos’ta Kemalistlerle duygudaşlık yakalanmaya çalışılırken; AKP’lilerle Kemalistler kıyaslanıp Kemalistler daha yakın hissedilmişken; Mustafa Kemal’in Batı’cı yanının altı çizilmiş Kemalizmin toplumsal basıncında potansiyel görülmüşken eski AKP’li ve bir başka Batıcı Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi’nin Genel Başkanı Ali Babacan milli günlerde dindar yurttaşların sınava çekildiğini iddia ederek “Milli günlerimiz üzerinden, bu ülkenin dindar vatandaşlarına göndermeler yapılmasına izin vermeyiz. Bu zihniyete pabuç bırakmayız. Kimse boşuna heveslenmesin” deyiveriyor. Yeni sosyal demokrasi akımının tekil figürlerinden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu’nun Yenikapı’da düzenlediği 30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlamaları’nda İBB personelinin sahneye çıkarak vals etmesi İyi Parti lideri Meral Akşener’in aksine DEVA Partili Babacan’da anksiyete yaratmış.
Şecaat Arz Ederken…
Ve son süreci daha samimi aktaran, gazete olan Cumhuriyet’ten kovulan yorgun liberal Nuray Mert. Gazeteci Gökçe Çiçek Kösedağı’nın son yıllardaki milli bayramlara toplumsal desteğin arttığı yönündeki tespitine katılan Mert, bir keresinde gözlemlerini yazdığını ve ‘Ben hiç Atatürkçü bir yazı yazacağımı düşünmezdim’ diye iç geçirdiğini söylüyor. Mert de aslında 15 Temmuz sonrasına işaret ederek, yeni resmî tarih yazımına karşı muhalif olduklarını; dolayısıyla eski resmî ideolojilerle hesaplaşmanın artık geçerliliğinin kalmadığını söylüyor. Yani Mert’e Kemalist yazılar yazdıran nesnellik, Mertgillerin muhalif kimliklerinden bir şey kaybettirmedi. “Türkiye’nin en başarılı sivil toplum hareketi Atatürkçülük oldu” tespitini paylaşıyor Nuray Mert. Editörler bu tespiti başlığa da çekiyorlar zaten. Mert, tapınma derecesinde Anıtkabir ziyaretlerini hala “sağlıklı” bulmuyor; ama iktidarın Atatürk sembolüyle, Cumhuriyet fikriyle, sekülerlikle kavga ettikçe bu sembollere koşmaya da hak verdiğini söylüyor ve ‘sivil direniş’ betimlemesini kullanıyor. Nuray Mert, Kemalizm’in ‘postal’ yanının budandığını mı söylüyor, takipçilerine ‘darbe tehlikesinin’ bittiğini mi bilmiyoruz. Postal giyen Fettullahçıların darbe girişiminin ardından yepyeni bir tarih yazımı başlatıyor Mert. “Bir şey resmi ideoloji olarak size dayatıldığında ona tepki duyuyorsunuz, gönüllü olarak onu keşfederseniz ona daha kıymet veriyorsunuz”, Nuray Mert’in naif dönüş değerlendirmesi bu.
Devamla, şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler:
“Üfleseler bu Cumhuriyet mirası kırılıp dökülecek, zaten toplumuna yabancı, toplumun öz değerlerinden uzaklaşmış; Kemalizme böyle değerler atfediliyordu, sahiden de buna inanılıyordu. Bunu zannedenler sadece İslamcılar değil, diğer taraftan sol-demokrat, sol-liberal bir Kemalizm eleştirisiyle de buluşmuştu bu.
Kemalizm eleştirisi yaptığı için işini kaybetmiş biriyim (Cumhuriyet’teki ‘iş’inden bahsediyor).
90’lı yıllardan itibaren sol-liberal, bazen sağ-liberal, ikinci Cumhuriyet diye addedilen bir kesimin; ama kesinlikle içinde şimdi fikir değiştiren sol-liberaller de var; bir kesimin Kemalizm’i eleştirmek ve sorgulamak adına başları ağrısa Kemalizm’den bilecek hala geldiklerini; hatta İslamcıların ve sağ-muhafazakarların Kemalizm, Cumhuriyet ve modernizm eleştirileriyle örtüştüğünü düşünüyordum. Bunun çok önemli bir tartışma konusu olduğunu düşünüyordum.
Bana sorarsanız Kemalizm eleştirisi olarak yeterince sofistike değildi, fazlasıyla İslamcı ve sağ-muhafazakarların Kemalizm eleştirileriyle aynı; onlardan biraz daha eli ayağı düzgün, daha düzgün terimlerle yapılan, ‘vay Atatürk rakı masasında sarhoş olurdu’ filan gibi şeyleri telaffuz etmeyen ama onlarla çok fazla örtüşen, yeterince derinlikli bir sol tarih sorgulamasından mahrum bir çerçeveydi.
Bu sığlıkta olduğu için de Kemalizm’i eleştirenlerle ittifak edilirse, Türkiye’nin demokratikleşeceğini, bir de böyle hızlıca, sorunsuzca demokratikleşeceği sonucu çıkıyordu. Tabi bu proje çöktü biliyorsunuz. Şimdilerde de fazlasıyla ulusalcı-Kemalistler tarafından bu insanlar çok da hedef alınıyor, o yüzden de fazla şey yapmak istemiyorum, telaffuz etmek istemiyorum; ama gerçek bu.”[5]
Şimdi Birikim’de post-Kemalizm eleştirileri yazacakmış Nuray Mert. “Kemalizm’e Cumhuriyet’e nasıl bakmak lazım” diye bir arayışa yanıt arayacakmış Mert. “Bütün demokrat ve liberal kesimlerin sorgusuz sualsiz ve uzunca bir süre bir demokrasi söylemi çerçevesinde (AKP ile) ittifaka girişmesi ve bunun bir faciayla sonuçlanması” Mert’in tarif ettiği ve sorgulanmayı hak ettiğini savunduğu bir boşluk.
Mert, İslamcılarla Kemalistlerin kavgasında İslamcıların kaybettiğini söylerken; laiklik, özgürlük gibi kavramlarla Kemalizm’in algılanmasının iyi olacağını, ‘çok eleştirildi’ dediği Mustafa Kemal’in hakkının tesliminin de önemli olduğunu söylüyor. Mert, daha önce sadece ulusalcıların temsil ettiği şimdi ise çerçevesi genişleyen ve tartışılan “yeni-Kemalizm’in eski dar çerçevesinden çıkarılması” gerektiği de kanısında.
Bu üç-dört örnekten hareketle, onların kalemlerinden daha evvel çıkan satırları, Mustafa Kemal, Cumhuriyet dönemi ya da toplumdaki Cumhuriyetçilere dair söylemlerini hatırlatmayı liberallerden tutarlılık beklemek olarak görüyorum ve okurlara zül sayıyorum. Liberallerin dönüşlerinde örnekler çoğaltılır. Söylem ise papağan misali yine ortak, dolayısıyla daha fazla zaman kaybına gerek yok.
Yeni-CHP Sevinmiş midir?
CHP’nin ittifakın çatı partisi olarak hissettiği yeni dönemde liberallerin bu açılımını sevinçle karşılayacağını düşünmemek için bir sebep yok. Kılıçdaroğlu ile yemekleri malumumuz olmuştu birkaç yıl önce. Bugün övmeye kalktıkları Kemalizm’den CHP’nin uzaklaştığı ölçüde başarılı olacağını fısıldamadılar mı, AKP’den henüz ayrılmış liberaller?
Liberaller oyun kurucu, akıl çeldirici, yıkım içeren kurucu misyonundan emekliliğe ayrılmış; toplumdaki genel havayı koklayıp poz kesen figüranlara dönüşmüştür. Figüranlar alınmasın, yoğun emek sömürüsü içeren bu kavramın aksine onlar zarflardan gelenle emeksiz yemeğe devam etmektedir. Liberaller ‘yeni’yi reklam etmekten ziyade, mevcudu teorize etme çabasındadır artık, küme düşmüşlerdir. AKP karşıtlığına basıp pivot yapan sosyal demokrat figürlerin rüzgârı ile kanat çırpmak istemektedirler. Bu ordusuz kurmaylara, bu flamasız ‘akil’lere, Marksist olma iddiasındaki piyasacılara yakın tarihteki karşı devrim sürecine verdikleri fikri katkılardan dolayı teessüflerimizi iletir, emeklilik yaşamlarında yazmaktan ziyade biraz da okumaları tavsiyesinde bulunuruz.
2. Cumhuriyet kavramı komünistlerce bulundu. En çok Cumhuriyetçilerden tepki gördü çıkışında; tarih onları da ikna etti. Şimdi liberaller bizzat çıkıp kendilerini dönemin ‘2. Cumhuriyetçisi’ diye anlatıyor. İkinci (nihayet) kabul gördüğüne göre; demek herkes bir kez daha üçüncünün, ‘yeni’nin peşinde. Liberaller ilk kez belki de defansa koşuyor, Kemalizm’e ‘dönemin gereği’ savıyla hakkını teslim edip yeni bir seçim endeksli cepheye bizzat dahil oluyor. Oyun kuruculuktan nesnel duruma uygun tezler geliştirmeye gerilemiş liberalizm, ne şans; inandırıcılığını yitirmiş, sol adına laf söyleyenler azaldığında mesajlar daha sarih olacaktır. Yeni Ülke, hiç de alelade bir tercih değil demek ki. Defansı yaptık bitti, sıra oyun kurmakta!
[1] Adli yıl duayla açıldı, Yargıtay Başkanı da cübbesiyle katıldı (01.09.2021) https://gazetemanifesto.com/2021/adli-yil-duayla-acildi-yargitay-baskani-da-cubbesiyle-katildi-461344/
[2] 30 Ağustos ve Atatürk (02.09.2021) https://t24.com.tr/yazarlar/murat-belge/30-agustos-ve-ataturk,32315
[3] Erdoğan’a karşı Atatürk’ün yanındayım (29.10.2016) https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/erdogana-karsi-ataturkun-yanindayim,15759
[4] Erdoğan’ın 2023’te Atatürk’ten, Cumhuriyet’ten intikam almasına izin vermeyeceğiz (02.09.2021) https://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/erdogan-in-2023-te-ataturk-ten-cumhuriyet-ten-intikam-almasina-izin-vermeyecegiz,32319
[5] Gökçe Çiçek Kösedağ Nuray Mert ile Soru-Cevap (31.08.2021) https://medyascope.tv/2021/08/31/nuray-mert-ile-soru-cevap-9-ataturkculuk-turkiyenin-en-basarili-sivil-toplum-hareketi-oldu/
[armelse]
Yazının tamamına erişmek için abone olmalısınız. Tıkla, abone ol
[/arm_restrict_content]