Kültür-Sanat

Ercan Kesal ile söyleşi

Ercan Kesal ile son filmi “Nasipse Adayız” filmi, çekim süreçleri, aldığı ödüller, sinema ve özellikle son dönem sinema sektöründeki sorunlar üzerine konuştuk. 

Söyleşi: Cengiz Kılçer

“Nasipse Adayız” filminizle 53. SİYAD Ödülleri’nden En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo dalında ödül aldınız. Bekliyor muydunuz ya da ödüllerin sinema yapmaya teşvik bağlamında bir katkısı sizce var mı?

Ercan Kesal: SİYAD Ödülleri herhangi bir festival yolculuğundan daha çok sinema yazarlarının yılın sonunda yaptıkları kapsamlı bir değerlendirmeyle dağıtılıyor. Geniş bir jüriden ve yıl boyunca gösterime giren filmlerden oluşan bir seçkinin içinden ödüllerle ayrılmak elbette önemli ama bendeki karşılığı artık daha çok sorumluluk ve daha iyi filmler yapma arzusu.

Filmin hem senaryosunu yazmak hem yönetmenliğini hem de başrolünü üstlenmek kolay olmasa gerek; nasıl bir süreçti anlatabilir misiniz?

Ercan Kesal: Senaryodan önce 2015 yılında yayımlanan aynı isimli bir romanım vardı zaten. Kendi romanımdan uyarladım ama tek gecelik bir hikâyeyi esas aldım. Yani birebir bir kitap uyarlaması değil. Filmdeki Kemal Güner karakteri için başlarda epeyce bir oyuncu aradım. Reji ekibim, kurgucumuz ve güvendiğim yönetmen arkadaşlarım benim oynamamı önerdiler. Gerçekten de kendimi yönetmek daha kolaymış! Ama hem oynayıp hem de yönetmek epey yorucu bir süreçti nihayetinde. 

“Nasipse Adayız” filminizin çoğu oyuncuları “isimsiz kahramanları” Okmeydanı halkı; sanki beraber çekmişsiniz, halk da canı gönülden oynamış. Sizin “Metin ErksanYeşilçam’ın star sistemini yıkan bir sinemacıdır.” sözünü hatırladım.

Ercan Kesal: Evet. Belki benim de alaylı bir oyuncu olmamdan kaynaklanan bir tercih bu. Mesela 20 yıl önce beni o düğün salonunda anons eden sunucu Hasan Pek’i ısrarla arayıp buldum ve filmde bu kez oyuncu olarak beni sunmasını istedim. Filmin geçtiği mekânlar da birebir gerçek mekânlardı zaten. Tüm bunların seyirciye bir biçimde geçtiğine inanıyorum.

Metin Erksan’ı ustanız olarak görüyorsunuz. Sizin sinema dünyanızda Erksan’ın yeri nedir?

Ercan Kesal: Erksan tutkulu bir insandı. Tüm filmlerinde hâkim olan başat duygu da tutkudur zaten. Kendi kuşağının ve sinemamızın öncülerindendir. Benzersiz ve şaşırtıcıdır. Filmleri de kişiliğine benzer. Dünyaya herkesten farklı, ayrıksı ve cesaretle bakma konusunda örnek aldığım bir sinemacıdır.

“Peri Gazozu” adlı kitabınızda “Okur; hikâyelerimi okumak yerine, “seyretsin” istedim. Bu, sinemasal anlatıma da çok benzeyen bir teknik demekti. Okuyucuma bir şeyleri “anlatmak” değil de “göstermek” istedim hep.” diyorsunuz. “Peri Gazozu” kitabını film yapmayı hiç düşündünüz mü?

Ercan Kesal: Peri Gazozu’nda yaklaşık doksan civarında özgün hikâye var. Hepsi de tek başına sinopsis ya da tredman olarak değerlendirilip senaryo haline dönüştürülebilir. İçlerinden birkaçı kısa film olarak yapıldı zaten. Ama öyküden daha çok bir fikrin peşinde oldum hep. Bir düşüncenin! Onun etrafına kuruyorum öyküyü. Bu yüzden şunu söylemek daha doğru, “Peri Gazozu’ndan filmler değil de Peri Gazozu gibi filmler yapmak istiyorum.”

Yine benzer bir soru olacak ama dünyada ve ülkemizde Covid-19 salgını nedeniyle çok sayıda ölümler yaşanıyor ve Covid-19 emekçi sınıfların hastalığı haline dönüştü bununla ilgili bir belgesel ya da filme ihtiyaç var ne dersiniz?

Ercan Kesal: Çok haklısınız. Dünyanın en iflah olmaz hastalığı yoksulluktur, belki de bu yüzden! Bunu düşünen ve belgesel için harekete geçen arkadaşlarım da var, biliyorum.

Türk sinemasında bugünkü dert nedir? Parasızlık (desteksizlik), TV dizilerine yoğunlaşan yapımcı-patron tercihleri, toplumun gerçek sorunlarına yönelemeyen (yönelmekten uzak duran)  senaryolar, seyirci profilinin ‘basitlik’le yetinen eğilimleri, bir ciddi kültür politikası yokluğu (ya da bir anti-kültür politikasının varlığı) vb. Nedir? Nelerdir?

Ercan Kesal: Esasında tüm bileşenleri (dertleri) saymışsınız. Her biri kendi içinde cevaplanması ve çözüm üretilmesi gereken başlıklar. Benim en çok dert ettiğim sorun ise senaryo.  İyi ve güçlü senaryolar önünde sonunda iyi filmlere dönüşürler çünkü. 

Bu toprakların gömülü ruhunu çıkartmaktan başka yolumuz yok. Kendi duendemizi bulmalıyız. Ölüme itiraz eden, samimi ve cesur bir dille, köklerimizde saklı duran güçlü ve gizemli bir sesle…

 

 

Comments are closed.

0 %