Birinci Meclisteki Türkçü-İslamcı mebusların gözünde Sovyet Rusya, Bolşevizm ve Bolşeviklik
Cengiz Kılçer
23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi’nin (BMM) (Ankara Hükümeti) amaç ve hedefleri çok açıktı: Hilâfet ve Saltanatı, vatan ve ulusu, ulusal egemenlik ilkelerinin gerektirdiği temeller çerçevesinde kurtarmak. Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya’ya göre bu söylem ve amaç hem çok soyut, hem de kendi içinde bir çelişkiyi içermektedir. Amaçtaki çelişkinin birinci nedeni, İslamcı, milliyetçi, sosyalist, gelenekçi, komünist özetle muhafazakâr ve inkılâpçı görüşlerin bir arada bulunmasındandır. Dolayısıyla birbirinden tamamen farklı ideolojik, politik düşüncelerin egemen olduğu bir meclisten bahsetmek mümkündür. Mebusların sınıfsal kökenlerine bakmak, bu mebusların ideolojik, politik bakış açılarını görmek anlamında bir fikir verecektir. Mecliste çiftçi, tüccar, avukat, gazeteci, bankacı, memur, asker, tarikat şeyhi, belediye başkanı, aşiret reisi gibi çeşitli meslek ve toplumsal “katmanlardan” mebuslar bulunuyordu. Tunaya’ya göre meclisteki İlmiye (şeriat ve fıkıh işleriyle uğraşan sarıklı, cübbeliler) sınıfı hocalarının sayısı 53’tür. Bunlar arasında Müftüler (14 kişi), Müderrisler (13 kişi), Şeyhler (10 kişi) olduğunu özellikle vurgular. “Şeyhler Mevlevi, Bektaşî, Nakşibendî gibi tarikatları temsil etmektedirler. Gene bunlar arasında «haremeyni muhteremeyn» [Mekke ve Medine kadıları] pâyesine haiz olanlar, postnişinler, vaizler ve iki tane de kadı vardır. Mecliste, kimlikleri aşiret reisi olarak gösterilmiş 5 mebus vardır ve Meclise özelliklerini getirmişlerdir”.[1]
Önceleri hem Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti açısından hem de Ankara Hükümeti açısından iki ülke arasında siyasi diplomatik ilişkilerin kurulmasının gerekliliği ve güncelliği konusunda net bir birlik yoktu. Diplomatik ilişkilerin kurulmasıyla beraber emperyalistlerin planlı kışkırtmaları Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ile Ankara Hükümeti arasındaki karşılıklı güvensizlik oluşmasına katkı sundu. Stefanos Yerasimos’un ifadesiyle “(…) İtilaf güçleri gerek Ankara ile Moskova arasında, gerek Ankara’daki yöneticiler arasında kuşkular yaratmak ve Batı yanlısı olanları kendilerine çekip hareketi bölmek amacıyla bir yandan Sevr anlaşmasını hazırlamaya ve uygulamaya çalışırken bir yandan da Anadolu ile ilişki kurma çabasındadır. Ve Ankara yöneticilerinin bu çabalara karşı kayıtsız kaldıkları da pek söylenemez.”[2] Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ve Ankara Hükümetleri arasındaki ilişkilerin doğuşu ve gelişimi karşılıklı kuşku ve güvensizlik çizgisinde gitti geldi. Ankara Hükümeti Bolşevizm’in Anadolu’da yayılmasından nasıl korkuyorsa ve telaşa düşüyorsa Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti de Ankara Hükümeti’ne hibe ettikleri silahların daha sonra kendilerine doğrultulmayacağından emin değildi. Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti-Ankara Hükümeti ilişkilerinin gelişiminin ilk iki yılında, her iki taraf da başta toprak meselesi, etnik anlaşmazlıklar, ideolojik farklılıklar ve Batıyla ilişkiler olmak üzere birçok konuda karşılıklı olarak ciddi bir şüphe dönemi yaşadılar. Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ve Ankara Hükümeti birçok kez ilişkileri koparmanın eşiğine gelmiş olsalar bile son tahlilde karşılıklı işbirliğini sürdürdüler. Dolayısıyla Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti de Ankara Hükümeti de yaşanan her olumsuzlukta, karşılıklı çıkarlarını anımsadılar, ilişkilerinde faydacı ve dengeci bir politika izlediler.
Bu yazıda Birinci Millet Meclisi’nde yer alan Türkçü-İslamcı mebusların Sovyet Rusya, Bolşevizm ve Bolşevikliğe nasıl düşmanca nefretle ve kinle baktıklarını (bir kısmını) derleyip yorumladık. Yazımızı 1920-1921 yılına ait Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Gizli Celse Zabıtları’ndan yararlanarak hazırladık.
Basri Bey Karesi (Balıkesir): Bolşevikliğin uygulanmasına imkân ve ihtiyaç yoktur.
1908 Jön Türk Devrimi sonrası Batılı yaşam tarzını benimseyen aydınlar ile onları “Batıyı taklit ediyorlar” diye eleştiren ve “geleneksel kültürün” sürdürülmesini isteyen İslamcılar arasında bir basınç gelişmiştir. Bu İslamcı düşünceye sahip olan Basri Bey, Bolşevikliğe de karşıdır. Meclisteki konuşmasında son yıllara dair bir gözlem yapar. Ona göre Osmanlı aydınları bir zaman Fransız, bir zaman İngiliz olduklarını, Birinci Dünya Savaşı’nda ise Almanlığa kalkıştıklarını söyler. Sakallarını tıraş ettiklerinden de bahisle, özcesi ulusal kimliğin gerçekliğinin ayaklar altına alındığını, (aydınların) Batıyı sürekli olarak taklit ettiklerini, şimdi de Bolşevik olmak istediklerinden şikâyet eder. Basri Bey, “eğer Bolşevik olalım demekle derhal Bolşevik olmak mümkünse ve bunda memleket adına bir fayda ortaya çıkacaksa” bunun olabileceğini söylerken ve “fakat bu Bolşevik olalım demekle olacak bir şey değildir” derken kafası karışıktır. Ona göre Bolşevikliğin doğmasını gerektiren sebepler özellikle Türkiye’de bulunmamaktadır ve Türkiye, Rusya değildir: “Türkiye Rusya gibi ruhaniliğin tahakkümü, emperyalistliği, kapitalistliği yaygınlaştıran dar bir dine sahip değildir. Türkiye ve bütün İslâm âlemi öyle bir dine sahiptir ki yardımlaşmayı ve gerçek kardeşliği, birçok sosyal, siyasî hatta eşsiz birçok temelleri/içeriği için burada [Anadolu’da] ayrıca Bolşeviklik uygulanmasına imkân ve ihtiyaç yoktur. Bundan dolayı Bolşeviklik bizim memleketimizde, bizim çevremizde uygulanma yeteneğinden yoksun bir teori halindedir.”[3] İslamcı akım içerisinde yer alan Mehmet Akif Ersoy, Japon Modernleşmesinin hayranıdır ama Osmanlı’daki Batıcılığı savunan aydınları da arsız, züppe, kuduz, namaz kılmayan oruç tutmayanlar diye aşağılar. Aynı zamanda İslam ilmihali yazmış, fıkıhçı, din âlimi olan Basri Bey (Hasan Basri Çantay), Mehmet Akif’in arkadaşıdır; Ankara’da Tacettin Dergâhında Mehmet Akif’i ziyaretlerinde İstiklal Marşı’nın sözlerini yazmaya ikna edecek kadar da yakınıdır.
Hüseyin Avni Bey (Erzurum): İngilizlere karşı Komünist görünmeliyiz.
TBMM’de kurulan İkinci Grubun kurucusu ve sözcüsü olan Hüseyin Avni (Ulaş) Bey de meclisin Bolşevizm’e ve Sovyetlere muhalif olan önemli simalarından biridir. Günümüz liberallerinden Mehmet Altan, Hüseyin Avni Bey’in Cumhuriyet’in demokratik hale getirilmesi için hukukun üstünlüğünü savunan Birinci Meclisin ilk demokratı olduğunu iddia eder.[4] Hüseyin Avni Bey Ankara Hükümeti-Sovyetler görüşmesine şüphe ve önyargıyla yaklaşıyor, Ankara Hükümeti’nin taktiksel politikalarını kavrayamıyor ve Batıya karşı bir gösteriş, blöf yapıldığını düşünüyor: “Evet, biz Bolşevikliğe yakın göründükçe Batılılar bize doğru geliyor. Hükümet böyle bir siyaset takip ettikçe İngilizler bize yakınlaştılar. Bolşeviklik sebebiyle bize uygun koşullarda barış yapabilirler. Barış yaptıkları zaman Ruslarla muhalif vaziyete girer miyiz? Evet, girmemek için çaresi, herhalde Komünist görünmelidir.”[5] Bolşevizm’in Rusya’dan bir hastalık olarak Anadolu’ya geldiğini söylerken bir yandan da kendini tutamıyor ve meclise Moskova görüşmelerine katılan Yusuf Kemal (Tengirşenk) Beyi ihbar ediyor: “Yusuf Kemal Bey de bana dedi ki; ben de Komünistim, memleketin esenliğini bunda görüyorum. Şahitsiniz.”[6]
Hasan Fehmi Bey (Gümüşhane): Rusya bizim dostluğumuza bizden daha fazla muhtaç!
Ankara Hükümeti ile Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ilişkilerinde tam anlamıyla bir güven havasının sağlanamamış olduğunu vurgulamıştık. Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyetinin Anadolu’ya Bolşevik rejimini yayma uğraşı, Ermenilerin ve Gürcülerin mevcudiyetini resmen tanımaları Büyük Millet Meclisindeki kimi mebuslarda rahatsızlık uyandırıyordu. Gümüşhane mebusu Hasan Fehmi Bey için Rus imparatoru I. Petro dış siyasette ne düşünüyorsa bugünkü Rus [Bolşevik] önderleri de, Rusya’yı yöneten eller de o ideali takip eden insanlardı. Özellikle dış siyasetteki bakış açıları yine dünkü ile aynıydı, değişmemişti: “Biz Rusya’da başlayan devrimi umuyorduk ki yalnız Rus iç siyasetindeki birtakım şekillerin değişiminden ibaret kalmayacak. Rusların üç yüz seneden beri zihinlerinde kökleşmiş olan arzuları uygulayacaklar. Rusya, Rus iç işlerine karşı değişmiş. Dış siyasete karşı değişmemiş. Dünkü çarlık ne düşünüyorsa bugünkü Sovyet Rusyası da dış ilişkileri ve devlet siyasetinde hemen ona yakın bir şey düşünüyor.”[7]
Hasan Fehmi, Rusların Avrupa’nın egemenlik ve kibirlenmesinden/büyüklenmesinden ıstırap duydukları düşüncesiyle saf ve samimi olarak dostluk elini uzattıklarını, Bolşeviklerden yardım ve destek beklediklerini fakat bu yardım talebinde acele ettiklerini söylüyor. Rusların dostluğuna ne kadar muhtaçlarsa Rusya’nın da bu dostluğa fazlasıyla muhtaç olduğunu belirtiyor. Rusya’nın bugünkü devrimini yaşatan, Rusya içindeki İslam topluluklarının devrim tarafını tercih ettiklerini ve Bolşeviklere silahlı savunmada yardım ettiklerini de bir yandan itiraf ediyor. Rusya’dan levazımat [silâh ve cephane dışında kalan çeşitli araç ve ihtiyaçlar] ve maddi yardım ümit ettiklerini söylerken Bolşeviklerin bir milyon ruble ve silah yardımı önerisini beğenmiyor, hafife alıyor. Hasan Fehmi Bey, yüz on sekiz bin, yüz yirmi bin lirayı küçük bir miktar olarak niteliyor ve “ellerinde keşkül [dilenci para çanağı] alarak Anadolu’yu dolaşsalar sadaka yoluyla bu miktarı toplayabileceklerini” söylemekten çekinmiyor.
Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey: Çalışmayana ekmek yoktur ve çalışan çalıştığı kadar yer.
Birinci Meclisin mebusları arasında Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyetine-Bolşeviklere ilişkin konulara en çok hâkim olan Yusuf Kemal Bey’dir denilebilir. Yusuf Kemal Bey 1920 Hariciye Vekili Bekir Sami Bey ile birlikte delege olarak Moskova’ya gidiyor. Daha sonra BMM Delege Heyeti Başkanı olarak, Ali Fuat Paşa ile birlikte tekrar Moskova’yı ziyaret ederek BMM Hükümeti adına 16 Mart 1921 tarihinde Moskova Antlaşması’nın gerçekleşmesinde yer alıyor. Sovyet sisteminin temel önermelerinden biri, toprağın ve üretim araçlarının bir bütün olarak topluma ait olması ve bunun sonucunda özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıdır. Bu sistemin temel amacı, sınıf farklılıklarına neden olan faktörleri ortadan kaldırmak ve böylece sınıfsız toplumun yaratılmasının temellerini atmaktır. Yusuf Kemal (Tengirşenk) Beyin edindiği izlenimler şöyle: “(…) Oralarda komünizm cereyanı var. Komünizm nedir? Komünizm bildiğiniz gibi iktisadi bir şey. Komünist işlemlerin gerektiği gibi yönetilmesi için, Sovyetist yönetim sırf halkın örgütlülüğü üzerine kurulmuş bir yönetimdir. Yalnız bizden bir farkı var. O da orada seçmen ve seçilen işçi ve köylüdür. Yani insanoğlunun mesaisinden istifade eden onların tabirini kullanıyorum. Azerbaycanlıların lisanı ile söylüyorum insanoğlunun sırtından geçinen[e] burjuvazi diyorlar. Onlar seçmen ve seçilen olamıyorlar (…). Yalnız yasama ve yürütme gücüne sahip olan kongrenin ayırdığı iki yüz kişilik merkez yürütme komitesi var. O merkez yürütme komitesi de senede iki defa kongreye hesap vermeye mecbur, iki yüz kişilik merkez yürütme komitesinin bir reisi var, bir divan başkanlığı var. Reisi Reisicumhur [Mihail İvanoviç] Kalinin isminde bir adam. Sonra merkez yürütme komitesinin millet komiserlerini ayırıyor. O komiserlerin başkanı da hükümet başkanı (Lenin). Hükümet örgütü bundan ibaret! Sovyetik bir tarzda devleti idare eder. Sonra mülkiyet hakkının yüce, yani mülkiyet hakkının bütünüyle inkârı, işçilerin sermayeye karşı zaferi, sermayedarların -onların tabirince- halkı soymasına meydan vermeyecek. Bu temellerin, bu aslın gerçekleştirecek olan bütün üretim araçlarının toplumsallaştırılması… Sosyalizasyon bizim tabirimizce beytülmalindir [devlet hazinesidir]. Arz edebiliyor muyum? Üretim araçları devlet hazinesidir. Arazi üretim araçları, para üretim araçlarıdır. Sonra bütün fabrika vesaire devlet hazinesidir. Bunda herkes çalışır, diyorlar. Çalışmayana ekmek yoktur ve çalışan çalıştığı kadar yer. Ticareti (kaldırıyorlar çünkü onlara göre) ticarette tüccarın yaptığı şey başkalarının yaptığından [emeğinden] istifadedir. Onun için ticaret de yasaktır, deyip kaldırıyorlar.”[8]
Yahya Galip Bey (Kırşehir): “Bolşeviklik, Komünistlik gibi Haçlılardan doğmuştur”
Rusya, Sovyetler ve Bolşevizm aleyhinde konuşma yapanlardan birisi de Yahya Galip Bey’dir. Ona göre Rus Çarlığını devirip üzerine oturan kimseler Bolşeviklik adıyla bir kuram geliştirmişlerdir ve Sovyet Rusya Ankara ile hoş geçinmek istemektedir. Bu mutlak ki Ehli Salibin (Haçlıların) yaptığı her şey İslam ve Türkler için zararlıdır, İslâmiyet’in yok edilmesi beklentisi içindedirler. Allah korusundur Türklerin Bolşeviklik, Komünistlik gibi Ehli Salipten (Haçlılardan/Hıristiyanlardan) doğmuş düşüncelere uyması da doğru değildir. “Namı büyük Allah yoluna hamd eder bizim dinimiz İslâm, kitabımız Kur’an olmakla onun ardından gideceğiz. Bununla birlikte iyice düşünmeliyiz. Biz ne için toplandık, maksadımız ne idi? Biz milleti kurtarmak için, vatanımıza saldıran düşmanları defetmek, bağımsızlığımızı, siyasetimizi korumak için toplandık. Yoksa doğuda çıkan bir düşünceye uymak, batıda çıkan bir düşünceyi hareketimize rehber etmek için toplanmadık. Bununla birlikte bütün Müslümanlar kendi gelenekleri dairesinde hareket etmek ister. Bolşeviklik takip etmek gayesi, milleti bilinmeyen bir yola sevk etmek ve millete ihanet etmektir. Bolşeviklik ile Komünistliği ayırmayacağım. Benim bakış açım bunlar bizim milletimize zararlardan başka hiçbir yarar sağlamaz. Bu düşünceye alan açmaya çalışmak, bizim esaslarımızı bozar (…). Bolşevikliği İslâmiyet ile karıştırmak akılsızlıktır. Eğer Bolşeviklik İslâmlık ise, onlar İslâmlığı kabul etsinler. Mecburiyet göremem. Komünistlik ve Bolşeviklik bizim vatanımızdan çık[arıl]malıdır (…). Ben arkadaşlarımın her birini saygıdeğer konumda görürüm. Bundan ötürü dilerim ki; içimizden Bolşevikliğe ve Komünizme çalışanlarlar bu işten arınsınlar ve desinler ki: Büyük Millet Meclisi’nin izleyeceği gaye; İslamiyet gayesidir. Sizin aleyhinizde bulunan Hıristiyanlar da sizinle beraber olacaktır. Herkesin hukukunu temin de Bolşeviklikten yüksektir, işte size sunacaklarım bundan ibarettir.”[9]
Mustafa Durak Bey (Erzurum): Kadınlar ortak maldır nikâh artık yoktur
“21 Mart 1921 Efendiler, Bolşevikliğin dört esası vardır; aksini iddia edenler buyursunlar. Dinsizlik, Allah yoktur. Esasın birincisi budur efendiler. Milliyet de yoktur. Bir sosyalistten, bir Bolşevikten milliyetini sorarsanız der ki milletim insanlık[tır]… Dünya yüzündeki bütün adamlar milletimdendir. Vatan da yok. Efendilik de yok. Bolşevikliğin esası bunlardır. (…) Bendeniz kanaatimi söylüyorum, gördüğümü, işittiğimi söylüyorum. Acaba bu komünistliği kim vücuda getirdi, yani nereden kaynamıştır? Efendiler; Yahudilerden kaynamıştır. Anlatayım. Rusya’da zaman, zaman Yahudiler ihtilâller çıkardı. Zaman, zaman bunlara kılıç salladılar filân… Kılıç artıkları da İngiltere’ye, Almanya’ya ve her tarafa dağıldılar ve öteden beri hiçbir yerde bir toplum tesis edememişlerdir. Hükümetleri vesayireleri yok, nereye gitmişlerse kovulmuşlar, nereye gitmişlerse dayak yemişlerdir. Düşünmüşler, taşınmışlar bir Hükümet teşkil edememişler. Sonra tam fırsat bulmuşlar, Rusya’da çalışmışlar, çabalamışlar bunu meydana getirmişler. Evet, başta bulunanların [Bolşevik yöneticilerin] yüzde 95’i Yahudi’dir. Buradaki sefirleri de [Polikarpe Gurgenoviç [Budu] Mdivani’den bahsediyor] Yahudi’dir (…) Sonra milliyet meselesi efendiler. Onlarda milliyet yoktur, milliyet, bütün insanlıktır. Böyle iken milliyeti nasıl idame edecekler? Bugün yirmi yaşından yukarı hiç kimsenin Bolşeviklikte [yaşam] hakkı hayatı yoktur. Yirmi yaşından sonra her şahıs ölüme mahkûmdur. Fakat zaman, zaman öldürecekler. Ben propaganda yapmıyorum, böyledir efendiler. Bu öyle bir meseledir ki hocaları, aydınları öldürürler. Sonra kısım, kısım zengin der öldürürler, burjuvazi der öldürürler. Yirmi yaşından yukarıya neye öldürürler? Çünkü bu yaştan yukarı olanları bu fikre getirmek imkânı yoktur. Hatta değil biz Müslümanları; İsevileri de mümkün değil. Böyle bir fikre getirmek mümkün değildir. Ne için? Çünkü bunlar kalkacak, kendilerine yeni bir nesil yetiştirecekler (…) Kadınlar, ortak maldır. Efendiler, evlilik meselesi yoktur. Onların evliliği çarşıda gezerken birini yakalar; noter kâtibine giderler: Sen beni aldın mı, aldım. Acaba nikâh olmadığına dair ne gibi belge vardır derseniz şunu gösterebilirim: Bolşevikliğin bir kitabı. Bolşeviklikte evlilik meselesi ta temelinden reformlara tutuldu… Kadın, artık erkeğin esiri değildir. Evlenmek isteyenlere hiç müşkülât yoktur. Nikâh artık yoktur. İki tarafı birleştiren şey yalnız sevgidir. Dinen uygun olmayan çocuklara da dikkat edilmelidir. Ana ve baba bu çocuklara tamamen meşru evlâtları gibi bakacaklardır (…) Bolşeviklikte herkes memurdur; çiftçi, çoban, ekinci, satıcı memurdur, bakkal memurdur. Çünkü hiç kimsenin hakkı mülkiyeti yoktur. Efendiler herkes memur olursa işleri kim görür? Misal arz edeceğim: Onlar zatı âlinize masanın başında yazı yazmak vazifesini, bendenize de bir bodrum içinde kömür çıkarmak, taş çıkarmak vazifesini verecek. Ben orada çalışmayacağım, zorla çalıştıracak. Neden sen masa önünde çalışıyorsun da ben kömür madeninde çalışıyorum?”[10]
Sonuç yerine
1920’de Ankara Hükümeti’nin Moskova’ya gönderdiği heyette yer alan İbrahim Tali’nin (Öngören) 5 Haziran 1921’de Kazım Karabekir’e yazdığı mektuptaki saptaması BMM’deki Türkçü-İslamcı mebusların Sovyet Rusya, Bolşevizm ve Bolşevikliğe nasıl baktıklarına dair ibret verici bir örnektir. İbrahim Tali, mektubunda Mustafa Kemal Paşa ve diğerlerinin ağzına bakılırsa kötü bir Rus düşmanlığının hüküm sürdüğünü, milyonlara varan ve bugün kafilelerle yollarda görülen ve Ankara Hükümeti’ne İkinci İnönü Zaferi’ni sağlayan malzemeyi bağış ve hediye eden Bolşeviklerin açıkça yağmacı, eşkıya diye aşağılandıklarına tanık olduğunu yazıyor. “Mecliste ağzının istikametini göstermekten aciz bir herif oturumlarda kalkıyor ve ağız dolusu küfürler savuruyor (…) Hiçbir vakit memleketi Bolşevik görmek istemem lâkin biraz edep siyasi terbiye lazım”[11]
Moskova Antlaşması’nın imzalanmasının ardından Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti ile Ankara arasındaki ilişkilerde yeni bir sayfa açıldı. Fakat anlaşma tüm sorunları çözmedi ve diyalogun yeni aşamasında yanlış anlamalar ve şüpheler her iki tarafta da sürdü. Uluslararası ilişkilerde bu durum olağan ve anlaşabilir; ama tüm bunlara rağmen BMM’de yer alan Türkçü- İslamcı mebuslar Sovyet Rusya, Bolşevizm ve Bolşevikliklere karşı hasmane tutumlarından hiç vazgeçmediler. Bu hasmane tutumun siyasal gelenek haline dönüştüğünü ve günümüz TBMM’sindeki AKP/MHP’de kristalize olduğunu görmek mümkündür. BMM’de elbette Sovyet dostu Bolşevik, komünist mebuslar da bulunuyordu. BMM’de Bolşevizmi benimseyen (Yeşil Ordu, gizli Hafi TKP ve Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nda [THİF] kadrosunda yer alan) Halk Zümresi grubunun öncü isimleri Tokat mebusu Nazım Bey ve arkadaşları Mehmet Şükrü, Hakkı Behiç, Şeyh Servet gibi isimler etkili bir siyaset yürüttüler ve hatta Nazım Bey İçişleri Vekilliği’ne seçildi. Ne var ki Nazım Bey vekil makamına hiç oturamayacaktı. Nazım Bey’in istifa etmesi için Mustafa Kemal, Çerkez Ethem’i kullanacak, kendisini de ziyaret etmesini dahi kabul etmeyecek, sonucunda da Nazım Bey, istifa etmek zorunda kalacaktı.
BMM’de Sovyet dostu Bolşevik, komünist mebusların faaliyetleri ise yazılmayı hak eden bir ayrı konudur.
[1] Tunaya, T. Z. (1958). Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Kuruluşu ve Siyasi Karakteri. İstanbul Üniversitesi Hukıuk Fakültesi Mecmuası, 23 (3-4), 227-247.
[2] Yerasimos, S. (2000). Kurtuluş Savaşı’nda Türk Sovyet İlişkileri(1917-1923). İstanbul: Boyut Yayınları. s.166
[3] T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları (Cilt 1). (1985). Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. s. 329 22 Ocak (1921)
[4] Altan, M. (26.02.2016) Cumhuriyet ne zaman iğfalkârdır? http://www.mehmetaltan.com/?sayfa=sureliyayin&icerik=2807
[5] T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları (Cilt 1) s. 332. 22 Ocak 1921
[6] T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları (Cilt 1). s. 332. 22 Ocak 1921
[7] T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları (Cilt 1). s. 176-177. 11 Ekim 1920
[8] T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları (Cilt 1). s. 172-173 16 Ekim 1920
[9] T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları (Cilt 1). s. 337-338. 22 Ocak 1921
[10] T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları (Cilt 2). s. 29-30 11 Nisan 1921
[11] Karabekir, K. (2008). İstiklal Harbimiz (Cilt 2). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. s. 1163